Kimi yapısal bozukluklar ve önleyici tedbir yetersizliği sebebiyle ülke içindeki şiddet, taciz, cinayet gibi suç kategorilerinden başımız bir hayli ağrımaktayken bir de yabancı uyruklu suçlu figürünün resmin ortasına eklenmesi toplumsal huzuru büsbütün kaçırmış durumda.

Gebze’de Afganistan uyruklu bir erkeğin saldırısına uğrayan 16 yaşındaki Ayşegül, aylar süren yaşam mücadelesini maalesef kaybetti. Yine yakın zamanda Bursa’da cereyan eden olayda, elinde bıçak taşıdığı görülen Afganistan uyruklu şahsın genç bir kızı evinin önüne kadar takip ettiği görüntüler medyada yer aldı. Sonu cinayetle biten veya bitmeyen, buna benzer birçok olay yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.

Toplumda işlenen suçların kaynağı sadece sığınmacılar değil, denilebilir. Nitekim bu görüşün haklılığı vardır. Gebze’de Ayşegül’ü katleden yabancı uyruklu şahısla, geçtiğimiz günlerde Başak Cengiz’i öldüren samuray kılıçlı cani arasında ne fark var? Fakat nesnel ve bilimsel veriler toplumsal inançlar üzerinde her zaman kabul görmeyebiliyor. Durkheim’den atıfla, “toplum neye inanıyorsa gerçekliğin kendisi odur.” Türk toplumu ekonomik sıkıntıların, asayişteki bozulmanın, kent yaşamındaki aksaklıkların faturasını, hukuki terminolojide göçmen, sığınmacı ya da geçici koruma statüsü denilen bu insanlara çıkarıyor.

Kimyasal silah kullanan Saddam’ın zulmünden kaçarak Türkiye’ye gelenlere uygulanan başarılı izolasyon bu insanlara uygulanamamıştır. Muhakkak bunun da çeşitli sebepleri varsa da acı neticelerle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yüzleşmek zorunda kalıyor.

Bu insanlar, kaba şiddete dayalı adalet sisteminin geçerli olduğu sosyal düzenden, güvenliğin anayasa ve hukuk tarafından sağlandığı bir ülkeye geliyor. Aralarında, kendi ülkelerindeki katı sosyolojik zeminde yakalayamadığı hareket serbestisini Türkiye’nin Batı tarzına uygun kent yaşamında yakaladığını düşünen birçok suçlu profilinin olması pek muhtemel görünüyor.

Türkiye’de “Yabancı uyruklular ilanihaye burada kalsın” diyen, aklı başında hiç kimse olduğunu sanmıyorum. Bu insanlar mutlaka, geri dönüşün insani şartları sağlandıktan sonra geldikleri topraklara yahut onları kabul edecek sair ülkelere gönderilecektir. Fakat bu geri gönderme işlemi Bolu Belediye Başkanı’nın popülist siyasetiyle yaptığı gibi tüm insanlık değerlerini çiğneyerek, onuru, vicdanı, ahlakı ayaklar altına alarak mı yapılmalı?

Bolu Belediyesi’nde yapılan oylamada, Türk vatandaşlarının metreküp fiyatı 2,5 liradan aldıkları su ücretinin yabancılara dolar kuru üzerinden satılması MHP ve AK Partililerin ret oyu vermelerine rağmen CHP ve İP’lilerin oylarıyla kabul edildi.

Sokak hayvanları yararlansın diye köşe başlarına su kaplarının konulduğu bir kültürde, insanların ülkemizi terk etmelerini mücbir hale getirme bahanesiyle böyle vicdansız bir siyasetten medet umulması, utanılması gereken bir hal değil mi?

Yaşamın temel gereksinimi olan su kullanımını kısıtlayarak aralarında suça meyilli olmayanları bile suça itmeye çalışan Bolu Belediye Başkanı, “sığınmacı suçludur” tezine, popülist bir politikayla hayat verme gayretindedir.

Derdi sadece hayata tutunabilmek olan masum insanları, kurunun yanında yakmaya yeltenen bu nevi ırkçı politikalar milliyetçilik ve vatanseverliğin kıyısından bile geçmemektedir. Bu olsa olsa, suçun sosyolojik şartlarını bireye indirgemek ve güçsüz üzerinden güç devşirmeyi kişisel siyasi yolculuğunun harcı yapmaktır. Bolu Belediye Başkanı’na yakışan da bul olmuştur. Tanju Özcan gerçekten milliyetçi ve vatanseverse, Afganistan’ı, Irak’ı, Suriye’yi talan ederek kitlesel göçlere sebep olan küresel emperyalist şebekeye karşı bir duruş sergilemelidir. En başta da o güçlerle dostluk ilişkileri geliştiren partisine…