Türkgün | Siyaset | MHP lideri Devlet Bahçeli: Bozkurt‘um Bozkurt olarak da gideceğim

MHP lideri Devlet Bahçeli: Bozkurt‘um Bozkurt olarak da gideceğim

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli Siyaset ve Liderlik Okulu Sertifika töreninde 'Bizler birer mum yaktık, bundan sonra meşale gibi yanmak sertifikasını almaya hak kazanan kardeşlerimizin gaye ve gayreti olmalıdır.' ifadelerini kullandı.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli Siyaset ve Liderlik Okulu Sertifika töreninde 'Bizler birer mum yaktık, bundan sonra meşale gibi yanmak sertifikasını almaya hak kazanan kardeşlerimizin gaye ve gayreti olmalıdır.' ifadelerini kullandı.

MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin Siyaset ve Liderlik Okulu 22. Dönem Sertifika Töreni'nde açıklamalarda bulundu. Lider Bahçeli, "Bazı provakatif çıkışlara, siyonist-emperyalist telkinlere, abuk sabuk ifadelere, tahrik ortamını canlandırmaya dayalı küstah söylemlere rağmen Terörsüz Türkiye hedefinde aşama aşama kademe kademe sonuca doğru gidiyoruz" dedi.

Lider Bahçeli'nin konuşmasının tamamı şu şekilde:

Kalbi memnuniyetimizin tecellisine badi olan bu toplantı münasebetiyle hepinizi kemali hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Yurt içinden ve yurt dışından; televizyon ekranları, radyo kanalları, sosyal medya platformları üzerinden bugünkü toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

10 Ekim 2009 tarihinde açılışını yaptığımız Siyaset ve Liderlik Okulu’muz, dile kolay, 16 uzun yılı aşan süre boyunca eğitim faaliyetlerini sürdürdü.

Siyaset ve liderliğin kavramsal ve kuramsal incelikleri müstesna bir müfredat kapsamında okulumuzun kapısından içeri giren pek çok kardeşimize özveriyle anlatıldı ve aktarıldı.

Bizler birer mum yaktık, bundan sonra meşale gibi yanmak sertifikasını almaya hak kazanan kardeşlerimizin gaye ve gayreti olmalıdır.

Zamanlarından tasarruf edip müşfik ve muhterem gönülleriyle sahip oldukları bilgi ve tecrübeyi paylaşan öğretim üyesi arkadaşlarıma da müteşekkirim.

15 farklı dersin 80 saat müddetiyle anlatımı takdir ve tebrik edilmesi gereken bir kabiliyet ve kapasite hususiyetidir.
Parti İçi Eğitim, Siyaset ve Liderlik Okulu’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Sayın Prof.Dr.Zühal Topçu’ya, Siyaset ve Liderlik Okulu Koordinatörümüz Sayın Prof.Dr.Turan Şahin’e, ayrıca tüm öğretim üyesi arkadaşlarıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Siyaset ve Liderlik Okulu’muzun 22’inci Dönem programına katılan ve sertifika almaya hak kazanan kardeşlerimi huzurlarınızda gönülden kutluyor, başarılar diliyorum.

"22.DÖNEMİN TEMASI “AKIL-AHLAK-ADALET” OLARAK BELİRLENMİŞTİR"

İftiharla söylemeliyim ki, Milliyetçi Hareket Partisi Siyaset ve Liderlik Okulu marka değeri gittikçe yükselen, geniş çapta ilgi gören, benzerleri arasında sivrilip öne geçen, kurumsal kültürüyle de adından sık sık söz ettiren mahiyet ve muhtevaya haizdir.

Düşünmeden okumanın, hissetmeden yaşamanın, anlayıp dinlemeden konuşmanın, hikmetten ve himmetten kopuk münasebetler ağının günümüzde ne kadar yaygın olduğunu dikkatinize sunmak isterim.

Bunun önüne geçebilmek, en azından neden olduğu karmaşayı hafifletmek için sorumluluk ahlakının evvela idraki, müteakiben de icrası gerekmektedir.

Siyaset ve Liderlik Okulumuz böylesi bir anlayış ve aydınlığın temerküzüyle mayalanmış, bilahare 22.Dönemde eğitim alan 40 kişiyle birlikte 16 yıl içinde sayıları 780’e ulaşan öğrencimize kapısı ardına kadar açılmıştır.

İsabetli ve ihtirama layık bir düşünceyle; 22.Dönemin teması “Akıl-Ahlak-Adalet” olarak belirlenmiştir.

İnsanı ve insanlık tarihini anlatmak ve anlamlandırmak için aranan sadra şifa nitelikli üç sihirli kelimenin tarif ve

tavzihine ihtiyaç duyulursa, zannediyorum akıl, ahlak ve adalet açık ara farkla öne çıkacaktır.

Duru bir gönlün, durgunluğu aşmış bir zekânın, duaya ve sağlam bir duruşa yaslanmış bir vicdanın hiç kuşku yok ki, aklı doğru kullanacak cesareti göstermesi mukadderdir.

Mutezile inanç sistemi başta olmak üzere, Farabi’den İbni Sina’ya, Kindi’den Fahrettin er Razi’ye, İbni Bacce’den İbni Rüşd’e kadar akıl konusunda kalem oynatan büyük isimler tarafından yazılmadık ve yorumlanmadık bir şey neredeyse bırakılmamıştır.

“Kendi aklını kullanacak cesareti göster” diyen Kant’tan yüzyıllar önce yaşamış nice alim, arif ve fazıl Türk-İslam filozofu aklı kullanma hususunda hayranlık uyandıran cesaret ve dirayetle tarihe geçmişlerdir.

Burada mühim ve kuytuda kalan bir ayrıntıya ışıklar saldığımızda, akla sahip olmakla, aklı kullanmak arasındaki ince çizgiyi hemen fark etmemiz mümkündür.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de akıl kelimesi kırk dokuz defa fiil şeklinde yer bulmuş, akletmenin, yani aklı doğru kullanmanın münhasıran üzerinde durulmuştur.

Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, “İnsanın dini aklıdır, aklı olmayanın dini de yoktur.”

Aklın olmadığı yerde iradenin hükmünden, ahlak ve adaletin hüviyetinden bahsedilemez.

Hz.Ali’nin şu sözü ne kadar da mana kudretine sahiptir:

“Akıl kemal bulunca boş sözler zeval bulur.”

Şirazlı Sadi’ye kulak verdiğimizde, ondan da aynısıyla şunu duyarız: 

“İki şey akıl hafifliğini gösterir: Konuşacak yerde susmak, susacak yerde konuşmak.”

Bizim siyaset düşünce ve mücadele hayatımızda esas olan amil ve amik değer elbette akıl, ahlak ve adalet sacayağında teşekkül etmektedir.

Akıllarını kullanmak yerine alıklaşmış kafalarıyla şablon ezberlere sığınanların bırakınız bizi tasdik ve tebrik etmelerini, anlamalarının ve hakkımızı teslim etmelerini bile beklemiyoruz.

Konuşacak yerde susanlarla, susulacak yerde konuşanların neden olduğu toz bulutu siyasetin görüş açısını düşürse de; kimi zaman gönül gözümüzle, kimi zaman fikir gücümüzle, her zaman da akıl ve iman dolu yürüyüşümüzle kutlu hedeflerimizin peşinde adım adım ilerliyoruz.

Makyavel demiş ki; “Prens, tarihin rüzgarına göre, durumların değişmelerine göre dönmeye hazır bir zihne sahip olmalıdır.”

Zihni, zikri ve zihniyeti sürtünmesiz siyaset ortamında fırıl fırıl dönenlerin, döndükçe akıl ve ahlak eleğinden patır patır dökülenlerin ülkemize, milletimize, geleceğimize hiçbir yararlarının dokunmayacağını gayet iyi biliyoruz.
Toplumsal birikim insanlarımızın ortak servetidir.

Aklı ve ahlakı işlevsel hale getiren de bu ortak servetin ortaya çıkardığı tecrübeden başka bir şey değildir.

Ahlak, çok boyutludur, aynı zamanda tarihsel ve toplumsal nitelikli gerçeklik olgusudur.

Merhum Hocamız Prof. Dr. Erol Güngör, 22.Dönem öğrencilerimizin okuyarak tahlil ettiğini bildiğim, “Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak” isimli eserinde ahlakın söz konusu olduğu yerde mutlaka insanın olacağını ileri sürerek şunları yazmıştır:
 

“İnsanlar bir arada, yan yana yaşamasalardı ahlaktan söz edemezdik; çünkü ahlak insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek için konmuş kaidelerin bir bütünüdür.”

Ahlak, insanlar arası ilişkiler temelinde, davranışlara ilişkin geçerli kılınmış çeşitli değer yargıları, değerler sistemi şeklinde ortaya çıkan bir olgudur.

“Doğru, adil, iyi” anlamında mutlu ve huzurlu bir hayatın ne olduğu sorusunun cevabı ise etikte aranmalıdır.

Bu soru teorik yönden adalet ve erdemin ne olduğunu da analiz etmektedir.

Yeri gelmişken temas etmek mecburiyetindeyim ki, ahlak başka, etik başkadır.

Bu kapsamda akıl süzgecinden geçirip, adil ve hakkaniyete müzahir bir yorum maharetini siyaset ve toplum yapısı adına paylaşmak lazımdır.

"AHLAK HER ŞEYDEN EVVEL BİR EĞİTİM MESELESİDİR"

Merhum Erol Güngör Hocamız diyor ki, ahlak her şeyden evvel bir eğitim meselesidir.

Ahlakın öğrenilmesinde asıl rolü sosyal çevrenin oynadığını söylerken de konuyu omurgasından tuttuğunu göstermiştir.

Ona göre ahlak bir inanç ve düşünce sistemidir ve maddi bir varlığı yoktur.

Belki de bu yüzden, bazı kesim ve kimseler, elle tutulur, gözle görülür varlıklar ve cisimler dururken böyle inanç ve düşünce sistemlerine önem vermenin doğru olmadığını iddia etmişlerdir.

Tam da burada 19’uncu yüzyıl materyalist ve pozitivistleri hatırlamak lazımdır.

Bu kümede yer alan düşünür veya eylem halinde olan aktivistler, sadece elle tutulan, gözle görülen şeylerin bilgi olduğunu ifade etmişlerdi.

Halbuki, dış dünyayı ancak dolaylı bir şekilde anlıyor ve algılıyoruz.

Sadece gözümüzle gördüklerimize inansaydık ya da Comte’nin Üç Hal Yasası’na aldırış etseydik, ne ilimden ne de iman ve inançtan bahsedebilirdik.

Aslında bugünkü Batılı hayat, batıl olduğu kadar; egemen olan sosyal ve ekonomik organizasyon tarzıyla ve iliği alınmış değerler sistemiyle büyük çapta tatminsizliklere yol açmaktadır.

Daha vahimi insan, güç geçtikçe yiyip içen, bohem bir akıntıda gelişi güzel sürüklenen, ahlak ve adalet mahrumiyetiyle yanıp kavrulan, yapay zeka salgınından tutun da sosyal medyanın zehriyle bir nevi zombiye dönen, her fırsatta birbirini boğazlayan bir varlık haline gelmektedir.

Peki asıl felaket, asıl fecaat bu değil midir?

İnsanların sefil, ilkesiz, şiddet sever, milli ve manevi değerlerden uzak, korku dolu hayatlar sürdüğü bir dünyanın tanımı olan DİSTOPYA ya da karanlık bir gelecek anlamındaki DİSTOPİK toplum atmosferi bir çığ gibi üzerimize gelmiyor mu?
Beşeriyetin bu çığın altında kalması halinde aranızda olacakları hesap eden, hangi korkunç hadiselerin doğacağını öngören var mıdır?

Dürbünün doğru yerinden bakar, analitik kavrayışla dünyayı Türkçe okursak, hazin ve hüsran verici bir metafizik buhranın yaklaştığını görebiliriz.

İnsanın manevi ve psikolojik ihtiyaçlarının geri plana itilerek maddi kıymetlerin hırs ve ihtirasla bütün hayatı sarması kaotik bir manzaranın ispat ve işaretinden başka bir şey değildir.

Şimdi başımızı ülkemize çevirerek olgun ve objektif şekilde bazı müessif olayların damar yolunu açıp değerlendirmemiz lazımdır.

"AHLAK KRİZİ DEĞİL MİDİR?"

Bahis iddialarıyla Türk futboluna, hatta Türk sporuna gölge düşürenlerin, sermaye piyasasında milletimizin alın terini dolandıranların, yattığı yerden çok kazanmanın, kalktığı yerden çok aşırmanın amacında olanların neden olduğu ahlak krizi hepimizin üzerine kafa yorması gereken bir konu değil midir?

Giderek toplumsal bünyeyi deşip kanatan şiddet vakıaları, insanların basit sebeplerden birbirini boğazlamaları bir ahlak krizi değil midir?

Yalan, dolan ve iftiradan medet umarak insanlarımıza haysiyet cellatlığı yapmak, siyasi diyalogları tıkamak, habaseti hamasetle, hakareti ucuzlamış haysiyet pozlarıyla kapatmaya çalışmak bir ahlak krizi değil midir?

Belediyeleri kasıp kavuran rüşvet, irtikap ve yolsuzluk iddiaları yaygın ve yoğun bir ahlak krizi değil midir?

Yüzyılın yolsuzluğu olarak tanımladığımız İstanbul Büyükşehir Belediyesi soygunu, her tarafa sıçramış gayri meşru ve gayri hukuki ilişkiler manzumesi milli hafızaya mıh gibi yerleşen, bıçak gibi saplanan bir ahlak krizi değil midir?

Buna karşı adaletin devreye girmesine bühtanla saldırmak, yargı mensuplarımızı itibarsızlaştırmaya kalkışmak hem adalet hem de ahlak krizi değil midir?

Yeni nesil çetelerin etrafa korku salması, çocuk yaştaki tetikçilerin sahaya sürülmesi, uyuşturucu kullanım yaşının inanılmaz şekilde düşmesi, ailelerin dağılıp umutların sönmesi bir ahlak krizi değil midir?

Büyükçekmece Adliyesi emanetindeki altın ve gümüşleri çalıp yurt dışına kaçmak, her düzey ve derecede emanete ihanet etmek bir ahlak krizi değil midir?

Türk-İslam düşünürlerinin pek çoğunda adaletin ağırlık merkezi muhabbettir.

Nitekim adaletin en hakiki formu muhabbettir.

“Muhabbetten Muhammed hasıl oldu, Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl” kelamı kibarı ise her şeyin ölçüsü; saygı, sevgi ve merhamet tabanlı medeniyetimizin ruh köküdür.

Bu kökü kurutmaya niyetlenmek; adalet ile muhabbeti, ahlak ile mehabeti, akıl ile meşruiyeti ayrıştırmaya heveslenmek bu ülkeye, bu millete, gelmişimize ve geleceğimize reva görülen en büyük ayıp, en vahşi kötülüktür.

Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur.

Samimiyetsiz nasılsın sorusuyla, iyiyim sahteliği arasına sıkışan bir hayatın varacağı yer uçurumdan başka bir şey olamaz.

Aç hürlerle tok esirlerin, mutlu azınlıkla mutsuz ve umutsuz çoğunluğun estireceği fırtınayı şimdiden görmek zorunluluktur.

Lütfen dikkat ediniz, Pir Sultan Abdal’ın vurguladığı gibi, “Demiri demirle dövdüler; biri sıcak biri soğuktu. İnsanı, insanla kırdılar; biri aç, diğeri toktu.”

Elbette gözleri çakmak çakmak parlasa da hiçbir şeyi göremeyen çocuklarımızı suça ve suç işlemeye sürükleyen asıl ve esas kaynakları ortadan kaldırmalıyız.

Merhum Porf.Dr. İdris Küçükömer’in bir düşüncesini bu vesileyle paylaşmak arzusundayım:

“Yoksul evlerde, milyonlarca çocuğun sinirli, hırçın, problemli yetiştiği bir ülkedeyiz. Ben geleceğe o evlerden bakmaya çalışıyorum, ya siz de bakıyor musunuz?”

Evet biz de bakıyoruz, sonuna kadar da bakacağız; o çocuklarımızın, velhasıl kelam gelecek nesillerimizin ellerinden Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı olarak tutmanın azim ve kararlığındayız.

Dik baş, tok karın, mutlu ve huzurlu yarınları mutlaka sağlayacağız.

10’uncu ve 11’inci yüzyıllarda yaşamış saygın ve şöhretli İslam filozofu Maverdi’nin şu sözü anlamlı ve zengin bir içeriğe sahiptir:

“Her şey çoğaldıkça kıymeti azalır; yalnızca akıl arttıkça değeri artar.”

Akıl ve gönül ihtişamıyla, ahlak ve adalet itibarıyla karşımıza Bizans surları gibi dikilen sorunları çözecek, hepsinin üstesinden gelecek kabiliyet ve kapasiteye hamd olsun sahibiz.

Biz taşlara değil, arasında filizlenip demet demet gün yüzüne çıkan çiçeklere bakıyoruz.

Bardağın boş kısmıyla değil, dolu olan bölümüyle ilgileniyoruz.

Ahlak, samimi inançla bağlıdır.

Samimiyet olmadan ne ahlakın ne de inancın itibar ve iknası mümkündür.

Bir yanda siyasetin, diğer yanda sosyo-kültürel yapının ahlak reformuyla taçlandırılması hakikaten acil ve öncelikli bir konusudur.

İşin özünde dünyada var olan pek çok sorunun altında, insanın kendini bilme hususundaki yetersizliği yatmaktadır.

Çok şükür Anadolu irfanı diye takdim ve tabir edilen muazzam müktesebatımız sorunların halli istikametinde manevi bir reçete sunmaktadır.

"AKILDIR, AHLAKTIR, ADALETTİR"
İrfan sahibi olmak kendini bilmek, iç medeniyet alemini kuşatmak ve kucaklamak demektir.

Bunun basamakları da akıldır, ahlaktır, adalettir.

Halil Rıfat Paşa, II.Mahmut’a bir defasında diyor ki;

“Avrupa’ya benzemekte acele etmezsek, Asya’ya dönmekten başka çaremiz kalmaz.”

İç dinamiğimizi söndüren bu teslimiyetçi ve taklitçi makurtluğun Türk-İslam ahlak ve onurunu, akıl ve adaletle perçinlenmiş müthiş mazisini tanıması düşünülemeyeceği gibi abese hayranlık ve hizmetten başka bir manaya da gelmeyecektir.

Türk milleti muzaffer ve muvafık zamanlarda ortaya koyduğu aynı dirayetle, aynı kiyasetle, icap ettiği takdirde aynı katiyetle yeni yüzyılın bağrına vura vura Türk Devri’nin şan ve şerefini kazıyacaktır.

Merhum Mithat Cemal Kuntay, can beraberi arkadaşı olan Mehmet Akif Ersoy’u anlattığı hatıra kıvamındaki eserinde aralarında geçen bir konuşmayı nakletmiştir.

Merhum Kuntay, Merhum Akif hastayken ona şunu sorar:

“İstiklal Marşını niçin Safahat’a koymadın?

Merhum Akif şöyle cevap verir: O benim değil milletimin ve memleketimindir.”

İşte bu bir ahlak dersidir.

İşte bu doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen adalet ruhunun yansımasıdır.

Şu dizeleri de adeta örsle çekiç arasındaki bir hayatın faziletli çığlığıdır ve hepimize mesajıdır:

Beraber ağlamazsın, sonra kör dersin, sağır dersin.
Bu hissizlikten insanlık hep iğrensin hem de ürpersin.
Biz beraber ağladığımız kadar beraber güleceğiz.
Biz yürek sazımızın tellerine aynı anda dokunacağız.
Sürgit dünyası olmayıp gör geç dünyası olan vaki dünyada şevki gayretle milletimizin ve ülkemizin huzuru için elbirliğiyle çalışacağız.
Ortak akılla üzerimize gerilmek istenen kara örtüyü yırtıp atacağız.
Ortak ahlakla birbirimizin yurdu, umudu, ufku ve can paresi olacağız.
Biz kimsiniz diye sorduklarında da doğudan batıya, kuzeyden güneye aziz ve muazzez Türk milletiyiz diyeceğiz.

Aristoteles, “bütün insanlar doğal olarak bilmek ister” diyerek bilgi ve bilme fiiline bütüncül yaklaşmıştır.

Biz birbirimizi bileceğiz, birbirimizi seveceğiz, saygı duyacağız; birbirimizin bakan gözü, duyan kulağı, konuşan dili olmak için çabamızı her cihette göstereceğiz.

Siyaset basit, müstakil, durağan ve tek katmanlı bir süreç değildir.

Özünde insana dair her şey vardır.

TERÖRSÜZ TÜRKİYE MESAJI
“Terörsüz Türkiye” hedefinin siyaset mantığı milli birlik ve kardeşliğimizin tahkimine odaklıdır.

Bazı provakatif çıkışlara, Siyonist-emperyalist tazyik ve telkinlere, abuk sabuk ifadelere, tahrik ortamını canlandırmaya dayalı küstah ve kumandalı söylemlere rağmen aşama aşama, kademe kademe sonuca doğru gidiyoruz.

Göz kamaştıran gelişmelerin muhatabı olmanın eşiğindeyiz, kıyısındayız.

Sistemli ve şiddetli dedikodu anaforuna kapılmadan, yakamızı kaptırmadan, cesaret ve hamiyet izlerine basa basa yolumuzda ilerliyoruz.

“Terörsüz Türkiye” hedefini akıl, ahlak ve adalet aydınlığının ikram ve imkanıyla okuyor, küresel ve bölgesel tehditler karşısında tek yürek olmaktan başka seçenek görmüyor, tanımıyoruz.

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 19’uncu toplantısını da 4 Aralık’ta yapmış, bu suretle İmralı’nın adaya giden milletvekili heyetine yaptığı açıklamalar görüşülmüştür.

PKK’nın kurucu önderliğinin mesajları makul, müspet, muteber ve muayyendir.

Bu mesajın hilafına kamuoyuna maksatlı açıklamalar yapmanın, süreci çarpıtmanın ve berrak suyu bulandırmanın hiçbir mana ve ehemmiyeti yoktur.

Çatışma ve gerilim çıkmazında nefes nefese kalan pek çok coğrafyanın aksine ülkemiz adil, hakkaniyetli, ahlaki temelli ve akılla bezeli barış mimarisini hayata geçirmektedir.

Kim ki bunun önüne geçmeye yeltenirse iki cihanda da altından kalkamayacağı bir vebali omuzlamış demektir.

Cizre provokasyonu, Kandil’den yapılan bazı sorumsuz ve sakat açıklamalar bizi yıldıramayacaktır.

Bizim hidayete erip ermediğimizin takdirini bir fani değil, Cenab-ı Allah bilecek, adalet ve ihsanıyla hakkımızdaki ezeli hükmü de verecektir.

"BOZKURT‘UM BOZKURT OLARAK DA GİDECEĞİM"
Bozkurtluğuma gelince, ben elbette bir Bozkurtum, ecel aman verdiği müddetçe Bozkurt olacağım, öyle de göçüp gideceğim.

Barış kuşunun ikinci kanadı inşallah takılacak ve uçuşunu herkes görecektir.

Siyaseti bir rekabet ve çatışma alanı olarak tevil edenler olduğu kadar, işbirliği ve dayanışma halinde tanımlayan düşünürler de pek çoktur.

İşbirliğinden yanayız.

Dayanışmanın taltif ve teminden tarafız.

Konuşmayla, anlaşmayla, empati yapmakla, sabırlı olmakla, sağduyu içinde, birbirimizin açığı aramakla değil, kapatmakla meşgul olmalıyız.

İhtirasları zapt edecek manevi dizginlerimiz vardır.

Tahammül, başkasını anlamaya, sorunları diyalogla çözmeye fırsat veren demokratik değerdir.

Son yüz yıl içinde yakaladığımız bugünkü tarihi fırsatı elimizden kaçıramayız, israf edemeyiz.

Ütopik görüşlere; uçuk, ölçüsüz ve seviyesiz sözlere sırtımızı dönüyoruz.

Son raddeye kadar kulaklarımızı kapatıyoruz.

Ve hepsinden önemlisi Kürt kardeşlerimizin alayını hasretle, muhabbetle, hürmetle kucaklıyoruz.

Unutmayınız ki, Türkiye’nin geleceğini karanlık görenler, tarihimizin zifiri karanlık köşelerinde unutulup gideceklerdir.

Parçalanmak istenen kardeşlik hukukumuzun ince ipliklerinden bir anlam, kalıcı bir birlik ve karşılıklı ahlaki sorumluluk örmenin gayesindeyiz.

Bugünkü çağımız, makine gıcırtısıyla, dijital devrimin ahlak sedasını susturduğu çağdır.

Bizim müşterek ahlakımız, hürmet, hizmet ve merhamet ilkelerini kendinde birleştiren aşk, akıl ve adalet ahlakıdır.

Bu ahlakın etrafında toplanmanın vakti gelmedi mi?

Bu ahlakın potasında hep beraber erimenin vakti gelmedi mi?

PKK’nın kurucu önderliğinin söylediği gibi, yalnızca filli silahların değil, zihinsel anlamda da silahların terk edilmesi gerekmiyor mu?

"TEREDDÜT GERÇEĞİN İDRAKİNİ ENGELLER, YANLIŞA SÜRÜKLER"
Sertifika Almaya Hak Kazanan Değerli Kardeşlerim,

Şimdi sözüm yalnızca sizleredir.

Tereddüt gerçeğin idrakini engeller, yanlışa sürükler.

Bu nedenle tereddüt göstermeyiniz.

Zekaya sınır çizilmez.

Hayallere söz geçmez, gem vurulamaz.

Hayal etmekten, hedeflerinizi yüksek tutmaktan korkmayınız.

Uyanık ve uzak görüşlü olmaktan vazgeçmeyiniz.

Cumhuriyetle Osmanlı ve Selçuklu arasında bir köprü olmak için hayatı boyunca emek sarf etmiş, Türk kültürüne sönmeyen bir inançla bağlı kalmış Merhum Süheyl Ünver diyordu ki; “herkesin bir mesleği bir de meşgalesi olmalı. O meşgale de kültürümüzdür.”

Ben de bu tavsiyeye uyacağınızı düşünüyor ve inanıyorum.

Aklıselim olunuz, kalbiselim olunuz, zevkiselim olunuz.

Ne olursanız olunuz, her zaman adam gibi adam olunuz, ülkenize, ülkünüze, ilkelerinize bağlı kalınız.

Hem göreneğe, hem de gerçeklere dayanınız.

Düşüncesiz bir zihnin susmak bilmeyen dili olmak yerine; düşünen, ama az söyleyen, öz söyleyen canlı ve verimli bir dimağ olmaya çalışınız.

Siyaset ve Liderlik Okulu’nun 22’inci dönemini tamamlamış arkadaşlarıma bundan sonraki hayatlarında başarılar diliyorum.

Sizlerin, aziz milletimizin, Türk-İslam aleminin yeni yılını şimdiden tebrik ediyorum.

Bu vesileyle, Siyaset ve Liderlik Okulu’nun değerli yöneticilerine, eğitim dönemi boyunca katkılarını esirgemeyen saygıdeğer misafir öğretim üyesi arkadaşlarıma ve emeği geçenlere teşekkürlerimi sunuyorum.

Konuşmama son verirken hepinizi hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum."

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...