Yahudi cemaatinin eski yönetim tarzını savunanlar, Hahamlar, yıllardır Alyans’a karşı olan, “muhafazakâr” Avrupa çevrelerinin desteklediği akımların tümü “Alman kampı”nda birleşmişlerdir. Bu durumda, “eskilerle”, “çağdaşlar” arasındaki kavganın yeniden başlaması ve cemaatin yönetimi bakımından “iktidar savaşı” söz konusudur.

Yahudi cemaatinde iktidar savaşları

Nahum Efendi’nin Hahambaşı Vekili seçilmesinden başlayarak bazı grupların rahatsız oldukları ve onun Hahambaşı seçilmemesi için bazı girişimlerde bulunduklarını görüyoruz. Almanya’daki bazı Yahudi cemaatleri İstanbul’a, Nahum’un adaylığına karşı çıkan mektuplar göndererek onu dini konularda çok serbest fikirli olmakla suçlamış ve böylece, Abdülhamit sansürünün kıskacından kurtulmuş olan Ladino basınının da bu konuda yaratmış olduğu “polemiğe” onlar da katılmıştı.

Nahum Efendi’nin Hahambaşı seçilmesi ve bu göreve atanması, Alman Yahudileri ve Osmanlı Devleti bünyesindeki bazı “muhafazakâr” Yahudilerin aksine, onun yetişmesinde önemli bir yere sahip olan Alyans teşkilatını sevindirmiştir. Çeşitli gerekçelerle seçimin başlangıcında Kayınpederi Abraham Danon’u destekleyen Alyans, bir süre sonra bu tutumunu bir yana bırakmış, Nahum’un seçilmesinden duyduğu memnuniyeti açıkça ifade etmeye başlamıştır. Nahum’u ilk aşamada Hahambaşı seçildiği için kutlayan teşkilatın başkanı Bigart, Merkez Komitesi’nin bu başarıyı Alyans’ın başarısı olarak gördüğünü eklemekten de kendisini alamamıştır. Nahum’un muhalifleri onu, “aşırı Alyansçı” (Allianciste) olmakla suçluyorlardı. Ancak Nahum Efendi, Bigart’a yazdığı mektupta bu suçlamanın kendisi için bir onur olduğunu belirtmiştir. Nahum Efendi’nin Hahambaşılığa getirilmesinden bir gün sonra Bigart’ın gönderdiği kutlama mektubu, Nahum’un bu zaferinin Alyans tarafından nasıl karşılandığını çok iyi özetlemektedir: “Her bakımdan üstün olan başarınız, kelimenin Fransızca anlamıyla hür (liberal) fikirli çevrelerin başarısıdır. Sizinle hep dayanışma içinde olmuş Alyans, bu zaferinizi de paylaşmaktadır. Bu sonucu hep beraber kabul edelim.”

Görüldüğü gibi, Alyans’ın ve Nahum Efendi’nin başarısı gerçekte, Fransız yanlılarının Alman yanlıları karşısında kazandıkları bir zafere işaret ediyordu. İki grup arasındaki çatışmalar ve mücadele, yüzyılın başına kadar gitmekteydi: 1901’de Alman Yahudilerinin kurduğu “Hilfsverein der Deutschen Juden” (Alman Yahudileri Yardım Cemiyeti), Alyans’ın Doğu’daki eğitim çalışmalarına benzeyen, fakat ona göre daha az kapsamlı olan bir çalışmaya girişmişti. Alman dilini ve kültürünü yayarak, Alman ticaretinin gelişmesi ve etkinliğinin gelişmesine yardımcı olmayı hedefleyen bu kuruluş ve etrafındakiler, böylece Alyans’ın faaliyetlerine bir engel teşkil etmeye başlamışlardı. Son dönemlerde örgütlü bir faaliyet olarak gelişmeye başlayan ve Alyans’ın kendilerine duyduğu “düşmanlık” nedeniyle bu örgütle bir çatışma içinde bulunan “Siyonistler”, doğal olarak radikal bazı Yahudi örgütleri içinde Alman Hilfsverein teşkilatıyla birlikte hareket etmeye başlamışlardır.

Özellikle, “çağdaşlar”ın baskısıyla Hahambaşı Vekili’nin görevden alınmasıyla, iki grup arasındaki çatışmalar iyice alevlenmiş ve Hahambaşılık merkezi olan İstanbul, Yahudilerin farklı “baskı grupları” arasındaki çekişme ve çatışmaların da odağı haline gelmiştir. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a yerleşerek bir haberleşme merkezi de kuran Siyonistler, kısa sürede Yahudi cemaati içerisinde etkin bir hale gelerek, politik arenadaki mevcut dengeleri sarsacaklardır.

Hemen hepsi Avrupa’dan destek alan bütün bu gruplar arasındaki mücadeleye, İstanbul’daki yabancı hükümet temsilcilikleri de karışacaktır. Nahum Efendi’nin, yani Alyans’ın ve Fransızca konuşanların kesin zaferi, herkesin hoşuna giden bir zafer olmayacaktır. Almanya, Fransız yanlılarının ilerleyişini engelleyebilecek grupları destekleyerek mücadelede yerini alıyor ve böylece bir “Alman cephesi” oluşturuluyordu. Alyans’ı, onun temsilcilerini, Fransa Dışişleri Bakanlığını uzun süre tedirgin eden Almanya- Hilfsverein-Siyonistler ortaklığı, Nahum Efendi’nin yolunu kapatmak için çeşitli çalışmalara yapacaktır.

Yahudi cemaatinin eski yönetim tarzını savunanlar, Hahamlar, yıllardır Alyans’a, onun hedeflerine, gerçekleştirdiklerine karşı olan, “muhafazakâr”, “gelenekçi” Avrupa çevrelerinin desteklediği akımların tümü “Alman kampı”nda birleşmişlerdir. Bu durumda, “eskilerle”, “çağdaşlar” arasındaki kavganın yeniden başlaması ve cemaatin yönetimi bakımından son bir “iktidar savaşı” söz konusudur. Bu açıdan bakıldığında, Hayim Nahum Efendi’nin Hahambaşı olarak seçilmesi ve bu seçimim Osmanlı yönetimi tarafından onaylanması, “eskiler”in egemenliğinin sona ermesi ve cemaat yönetiminin Alyansçıların eline geçmesi anlamına geliyordu.

Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin içindeki karışıklıklar, dış dengelerdeki yeni oluşumlar, Yahudi cemaatinin içindeki bu karışıklıklar ve bunlara Avrupa’nın müdahaleleri, Nahum Efendi’nin gerek resmi görevinin, gerek üstlendiği misyonun ve yaptığı etkinliklerin “dini” olmaktan çok “politik” bir hüviyet kazanmasına yol açacaktır. Bütün bu cemaat içi ve dışı oluşum ve gelişmeler onun görevini zorlaştıran önemli etkenler olacaktır. Seçildiği dönemde (1906/7 Sayımına göre), İmparatorluğu bütünü içinde 253.435, bugünkü Türkiye sınırları içinde de 121.378 kişiyi bulan Yahudi cemaatinin lideri olan Nahum Efendi, bütün bu bölünmüşlükler ve ülkedeki politik kararsızlıklardan dolayı “nazik” bir durumda bu görevi yürütecekti.

SİYONİST FAALİYETLER VE NAHUM EFENDİ

Fransız Alyans teşkilatı ile birlikte hareket eden Nahum Efendi, göreve başlamasıyla birlikte Almanya ile birlikte hareket eden Siyonist akımın şiddetli muhalefeti ile karşılaşmıştır. Gazeteler satın alan, bazı sosyal ve yararlı kurumlar oluşturan, düşünceleri için “militanca” mücadele eden, meşhur liderleri ortaya süren, cemaat kurumlarının propaganda merkezlerini kuran Siyonistler, Yahudi cemaatinin çeşitli katmanlarında günden güne etkinliğini artırmıştır.

Bu çerçevede, Siyonistlerin bu tür imkanlarından yoksun bulunan Nahum Efendi ve arkadaşları, Siyonizmin “popülizmi” ile başa çıkmakta zorlanacak ve sonuçta yenilgiye uğrayacaklardır. Başlangıçta Alyans’ın desteği ve teşviki ile Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Siyonist “karşıtı” bir görüşmenin yapılmasını organize etmeye çalışan Nahum Efendi, zamanla onlarla ilişki kurmaktan da çekinmeyecektir. Bu bakımdan onun devletin üst düzeyinde Siyonistler için bazı aracılıklar yaptığı görülmektedir. Mesela, Osmanlı Devleti’nin 1882’deki Yahudi göçüne, 1892’de Filistin’de toprak alımına ilişkin getirdiği kısıtlamaların kaldırılması konusunda yetkililerle, sonuçsuz kalan bir görüşme yapmıştır. Yine o, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde olumsuz sonuçlanan bir diğer girişimle de, Filistin’e yerleşen Yahudi göçmenlerin Osmanlı vatandaşlığına alınması için uğraşmıştır.

Cemaat içindeki etkinliğini artırmayı hedefleyen Hayim Nahum Efendi’nin 1910 yılında dört ay sürecek olan bir seyahate çıktığını biliyoruz. Nahum, bu seyahat esnasında Edirne, Selanik, İskenderiye, Kahire, Şam, Beyrut ve son olarak İzmir’e gitmiştir. Nahum Efendi, Balkan Savaşları (1911-1912) sırasında, genellikle anlaşmazlık içinde bulunan yerel Yahudi teşkilatlarını birleştirmeye çalışmış; bu teşkilatların yöneticileriyle sürtüşmeler başlamadan iyi ilişkiler kurup, geliştirmiştir. Bu çalışmalar çoğu zaman Nahum Efendi’nin şahsi stratejileri olarak ortaya çıkmaktaydı. Alyans’ı artık eskisi gibi dinlemiyordu. Bunun temel sebeplerinden biri, Dünya Savaşı öncesinde iyice netleşen “Avrupa güç dengeleri” idi. Osmanlı Devleti artık, Alyans’ın merkezinin bulunduğu Fransa’nın da içinde yer aldığı İtilaf Devletleri topluluğundan tamamen kopmuş, Almanya’nın başını çektiği İttifak Devletleri yanında yer almıştır. Böylece Alyans’ın mücadeleden çekilmiş olması, Yahudi örgütleri arasındaki sürtüşmeleri de azaltmıştır.

Pragmatik ve pratik kişiliği sayesinde ve ortamı, koşulları iyi değerlendiren birisi olarak, sadece Alyans’ın desteği ile yetinmeyen Nahum Efendi, yeni oluşan dengeler içinde cemaatine daha yararlı olabilmiştir: Birlikte çalıştığı kişilerle gerçek bir “hayır kurumu” oluşturan Nahum Efendi, savaş kurbanlarına yardım etmek için Alman kökenli zengin Amerikan Yahudileri tarafından kurulan ve önemli işler gören “Amerikan Jewish Joint Distribution Committee” (Amerika Yahudi Ortak Dağıtım Komitesi) aracılığı ile Amerikan Yahudilerinden de yardımlar almıştır.

OSMANLI DEVLETİ ADINA YÜRÜTTÜĞÜ DİPLOMATIK FAALİYETLER

Nahum Efendi, “yükselişini” İttihat ve Terakki yönetimine borçlu olduğu için, Osmanlı Hükümeti çevreleri tarafından devamlı olarak “güvenilir” ve “Türk dostu” olarak görülmüştür. Şüphesiz, onun İttihat ve Terakki ile olan bu iyi ilişkileri, onların olumsuzluklarından da etkilenmesi gibi bir sonuç da doğuracaktır. Nahum Efendi’nin çabalarıyla 1908’de Osmanlı Mebusan Meclisi’ne seçilen bütün Yahudi milletvekilleri, İttihat ve Terakki Partisi’nden parlamentoya girmişti. Bu ilişkilerden dolayı 1910 yılı sonu, 1911 yılı başlarında Nahum Efendi’nin Hahambaşılık görevini bırakarak, milletvekili olması bile gündeme gelmiş, hatta yetkililer üstü kapalı bir şekilde ona Maarif Nazırlığı görevini vereceklerini bile söylemişlerdir. Fakat cemaatin ileri gelenleri, bu konuya sıcak bakan Nahum Efendi’yi vazgeçirmişlerdir. Nahum Efendi’nin Osmanlı Devleti adına yaptığı ilk diplomatik girişim, Çanakkale Boğazı’nın İtilaf Devletleri tarafından bombalandığı bir sırada, 1915 yılına rastlamaktadır. Başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimde o, İngiltere ve Fransa adına Dedeağaç’a gelen bir İngiliz diplomatı ile “barış şartlarını” görüşmüştür. Şartlar Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmemiştir. Nahum Efendi’nin bu girişimi, kendi ifadesiyle, onun Almanlar tarafından “İtilaf Muhipliği” ile itham edilmesine yol açmıştır.

Nahum Efendi ikinci olarak, 1918 yılının Temmuz ayında görev almıştır. Resmi nedeni “sağlık” olan bu Avrupa yolculuğunda Nahum Efendi, Almanya’dan geçerek Lahey’e, oradan da Stockholm’a gitmiştir. Amerika’ya kadar devam edecek bu yolculuk, Başkan Wilson’un Avrupa’ya gelecek olması dolayısı ile Avrupa ile sınırlı kalacaktır. Bu seyahati sırasında Fransız ve Alman “gizli servisleri”nce adım adım takip edilen Nahum Efendi, Batı Yahudilerini Osmanlı Devleti lehine çevirmeye çalışmış, Avrupa’daki, önemli Siyonist liderlerle de görüşmüştür. Nahum Efendi’nin üstlendiği üçüncü diplomatik görev, 1918’de İttihat ve Terakki Hükümeti düştüğünde Osmanlı Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında bağlantı kurması için Sadrazam İzzet Paşa tarafından verilen görevdir. Osmanlı Hükümeti, 1917’de savaşa giren Amerika Birleşik Devletleri ile görüşme yapmasını istemişler, onun bu ülkedeki dostları aracılığı ile etkili olabileceğini düşünmüşlerdir. Nahum Efendi, yine “sağlık” nedenleri gerekçesi ile 25 Ekim 1918’de özel bir gemi ile İstanbul’dan ayrılıp, Romanya’nın Köstence Limanı’na doğru yola çıkmıştır. Dönemin şartlarına bakıldığında esasında düşünülen bu “ayrı bir barış planının” pek gerçekleşme ümidi yoktu. Nahum Efendi, önce Hollanda’da bir süre kalacak, Paris’e uğrayacak, sonuçta Amerika’ya gidecekti. Onun girişimlerinden kaygılanan Siyonistler, Nahum Efendi’nin, Filistin’in Türk hâkimiyetinde kalmasını sağlamak ve Suriye’yi Fransa’dan koparmak için Amerika’ya gitmeye çalıştığını yaydılar. Bunun üzerine Fransa Dışişleri Bakanı Stephen Pichon, devreye girerek Nahum Efendi’ye vize verilmemesi için büyükelçiliklerine talimat vermiştir. Fransızların bu girişimi, İngiltere tarafından da destekleniyor ve Nahum Efendi adeta bir “tutsak” gibi dört ay Lahey’de kalıyor. Bu sırada Osmanlı Başkenti İstanbul’da Mütareke’nin bütün karışıklıkları sürmekte ve hükümetler sık sık değişmektedir. Hahambaşı Nahum Efendi, cemaatinin başında olması gereken bir dönemde İstanbul’dan uzaktır. Nihayet, Mart 1919’da İstanbul’a döner. Fakat onun bu barış çabaları, özellikle İstanbul’daki Siyonist çevrelerin etkisindeki az sayıda Yahudi’yi rahatsız etmiştir. Bazı gösteriler yapılmış, bu arada Nissim Ruso Efendi ve birkaç Yahudi tutuklanmış, bunlar bir iki gün içinde kefaletle serbest bırakılmıştır.

 

YARIN: HAHAMBAŞILIK GÖREVİNDEN İSTİFASI