İnsanlığın çağlar boyunca oluşturduğu birikimi kullanarak bireyin kendisi ve çevresi ile uyum ve düzen içerisinde yaşamasını sağlamak 21. yüzyıl bilgeliğinin bir gereği olmalıdır. Gelinen noktada enformasyon, teknoloji, postmodernizm, küreselleşme gibi tüm çağ nitelemeleri bir araya gelmiş ve sıkı bir şekilde insanlığı şekillendirme boyutunu ortaya çıkarmıştır. Modern çağ, bir dinamizm içerisinde toplumu şekillendirmektedir. Toplum ya bu dinamikleri özümseyerek kurallar bütünü içerisinde bir hayat biçimi hâline getirmekte ya da bir direnç göstererek ve kuralları ihlal ederek sosyal düzen ile çatışmaktadır. Modern çağ içine aldığı teknolojik gelişmelerle hayatı kolaylaştırmakta ise de aynı zamanda korkutucu bir etki de doğurmaktadır. İnsanoğlu açısından ilgi çeken taraf ise teknoloji ile donanmış bir toplum içerisinde yaşamak isteğidir ve bunun için de yüksek bir motivasyona da sahip bulunmaktadır.

Diğer taraftan toplumu bir arada mutlu, huzurlu ve düzenli bir şekilde tutmak isteyen üst bir otorite vardır, o da devlettir. Devlet, temel olarak kamu düzenini sağlamakla görevlidir. Eğitimden sağlığa, adaletten güvenliğe, sosyal ve ekonomik hayata ilişkin olarak insanların hukuk düzeni içerisinde bir arada yaşamasını sağlamak ister. Bu amaçla kurallar koyar, temel hak ve hürriyetleri teminat altına alır ve bireylerin bu kurallar doğrultusunda hareket etmesini bekler. Demokratik düzen içerisinde, hukukun üstünlüğü temelinde, kurallar ve kurumlar çerçevesinde bunları yerine getirir. Yaşadığımız çağ aynı zamanda toplum içerisindeki insani duyguların, bazı geleneksel değer yargılarının, örf ve ananelerin etkinliğinin azalmasına ve yardımlaşmaya, dayanışmaya, birlik ve beraberliğe yönelik insani değerlerin yok olmasına sebep olmakta, kültürel dejenerasyona yol açmaktadır.

Bu durum modern çağın bireylerde oluşturduğu yaralı bilinçler ve toplumda bıraktığı derin izler olarak görülmektedir. Sosyal düzenin tesisinde bireyin toplum içerisinde önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Bu aşamada devlet, hukuk kuralları ile toplum içinde bireylerin ilişkilerini şekillendirmeye çalışırken modern çağın bütün ilişkilere sirayet eden teknolojik gelişmelerin etkisini de göz ardı edememektedir. Geldiğimiz noktada teknoloji, bireylerin hayatını katıksız itikada dönüştürmekte, bütün karşıt söylemleri ve dil düzeneklerini soluksuz ve çaresiz bırakmaktadır. Âdeta kuşatılmış bir yapı içerisine girmiş olan birey idrak ve bilincinin bulanıklaşmasına engel olamamakta ve teknolojiye mahkûm olmaktadır. Kuşkusuz ki; teknoloji hayatın her alanında “kolaylaştırıcı” bir rol üstlenmektedir ve bu kolaylaştırmanın olduğu yerde bireyin kabulcülüğü daha hızlı oluşmaktadır. Modern çağın en önemli dinamiği böylelikle daha kolay yayılmakta, bireyin bu gelişmeler karşısında çaresiz kalması kaçınılmaz olmaktadır.

Bu denli hızlı gelişen teknolojik süreç beraberinde yeni kavram ve kuralların devreye alınmasını da zaruri kılmaktadır. Bunların başında kuşkusuz “hukuk” gelmektedir. Özellikle kişilik hakları, kişisel verilerin korunması, dijital pazarda tüketicinin korunması, çocuk hakları, kadın hakları, ailenin korunması gibi hukukun da önem verdiği bazı değerler modern çağ içerisinde derinden yaralar alan müesseseler olmaktadır. Devletin bu değerleri korumada kayıtsız kalması mümkün olmadığı gibi teknolojinin hızı karşısında hukuk ve diğer sosyal düzen kurallarını göz önünde bulundurarak dinamik çözümler üretmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Hukukun teknolojiye bağlı gelişmelerin gerisinde kalması, kişi haklarının ihlaline, temel hürriyetlerin kullanılmasından alıkonulmaya kadar varan bir dizi hak ihlalinin doğmasına sebep olmaktadır.

Toplumsal düzeni oluşturan kuralların başında “hukuk kuralları” gelse de din kuralları, ahlak kuralları, örf adet kuralları ve görgü kuralları da sosyal düzeni sağlamada müessirdir. Bu kurallar yazılı ve sistematik bir bütün içerisinde oluşmamıştır. Ahlak kuralları, insan davranışlarına üstün değerler yüklemeyi teşvik eden, bireylerin davranışlarını düzenlemeyi amaçlayan, bunu yaparken de iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış davranışın ne olduğu sorusuna cevaplar veren kuralların tümü olarak değerlendirilebilecektir. Her şeyden önce insanın kişiliğinin belirlenmesinde ve buna bağlı olarak da onun toplum ile ilişkilerinde diğer insanlara karşı takınacağı tutum ve tavırların ortaya çıkmasında oldukça etkili bir role sahiptir. Teknolojinin gelişimi ahlak kurallarını da doğrudan etkilemekte, insanın temel değerlerinin kaybını gittikçe artırmaktadır. Böylelikle patolojisi artmış modern çağ insanının eylemleriyle ortaya çıkan sosyal problemler toplum için oldukça büyük riskler taşımaktadır. Ahlaki değerlerdeki bu dejenerasyon beraberinde sosyal düzenin bozulmasını getirmektedir. Devlet için tedbiri gerektiren hâl ise bu nokta olmaktadır. Toplumsal hayatta insanların uzun zamandan beri aynı biçimde yapmakta oldukları ve bu sebeple alışkanlık hâline gelmiş davranış biçimlerine genel olarak örf ve âdet denilmektedir. Örf ve âdetler toplumları birbirinden ayıran ve milletleri oluşturan temellerden ibarettir. Bu kurallar tarihi ve kültürel birikimin sonucu olarak kendiliğinden ortaya çıkmışlardır. Görgü kuralları ise insanların gündelik hayatlarını sürdürürken birbirleri karşısındaki tutum ve davranışlarına yansıyan, onları belli bir biçimde davranmaya sevk eden kurallardır ve tıpkı ahlak ve örf, âdet kuralları gibi toplum hayatında insanların belli davranışları tekrarlaması sonucunda kendiliğinden oluşur.

Modern çağda teknolojinin gelişmesi ve insan hayatına her geçen gün daha da fazla yerleşmesi ile birlikte ise geleneksel görgü kuralları yanında âdeta dijital kurallar oluşmuş, bir insanın hâl ve tavır ile gösterdiği davranışlar, yerini sosyal medya üzerinden paylaşımlara bırakmıştır. Tüm bu değişim ve gelişim karşısında esas olan ise “hukuk” kuralları ve “hukukun üstünlüğü” prensibinin toplumsal düzenin tesisinde oynadığı roldür. Hukuk, devleti ayakta tutan temel unsurdur. Ayrıca Türk sosyal hayatını düzenleyen kurallar bütünü olan “töre”, Türklerde her şeyden önce gelmektedir. Töre sadece yazılı yasaları değil, yazılı olmayan yönetim teamüllerini de kapsar. O sebeple dinamik bir hukuk sistemi toplumun düzen içinde bir arada yaşamasının da teminatı olmaktadır. Hukuk kuralları diğer sosyal düzenlerden farklı olarak toplumda kendiliğinden oluşan kurallar değildir. İhtiyaç ortaya çıktıkça insanlar tarafından belli organlar ve belli usuller çerçevesinde oluşturulmaktadır. Hukuk kuralları toplumu oluşturan bireylere hem birbirlerine karşı hem de devlete karşı yerine getirmeleri gereken bazı ödev ve yükümlülükler getirmektedir. Aynı zamanda da yine bireylere hem birbirlerinden hem de devletten talep edebilecekleri hak ve özgürlükler sağlamaktadır.

Modern toplumlarda hukuk kuralları topluma sadece ödev değil hak ve özgürlükler de getirme özelliği taşımaktadır. Devlet bunu en başta anayasa ile daha sonra da kanun ve diğer hukuk kuralları ile gerçekleştirir. Toplumdaki en üstün iktidar olan devlet, bütün hukuk kurallarının belli usuller ile konulmasını sağlasa da, bu kuralların kişilerin yanı sıra kendisini oluşturan devlet iktidarını da bağlayıcı bir özelliğe sahip olduğunu söylemek mümkündür. Devletin temel amaç ve görevi, insan haysiyetini korumak; temel hak ve hürriyetleri güvence altına almak; toplumda huzur, refah ve güvenliği sağlamaktır. Teknolojinin toplum üzerindeki etkisini bu çerçevede hukuk kuralları ile denetim altına almak da şüphesiz devletin görevidir. Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu da bu denetimi sağlayan temel Kanunlardır. Sosyal düzen içerisinde en sistematik, değişen toplumsal şartları hızlı biçimde düzenleyebilen, uyulmadığı zaman somut müeyyidelerin söz konusu olduğu güncel kurallar, hukuk kurallarıdır. Hukuk sisteminin sürekli olarak yenilenmesi, ortaya çıkan boşlukların doldurulması, dogmatik hukuk biliminin işlevlerindendir.

Bu kapsamda toplumu her yönüyle etkisi altına almış bulunan teknolojinin olası zararları da ancak hukuk kuralları ile denetim altına alınabilecektir. Bu şekilde teknolojinin oluşturacağı risklerin azaltılması için hukukun denetim makenizmasının etkin bir şekilde işletilmesi gerekmektedir. Özellikle anayasa ile düzenleme altına alınmış olan temel hak ve hürriyetlerin korunması ile kişilik haklarına riayet edilmesi bakımından hukukun varlığı bir güvence ve nihai teminat olacaktır. Kişinin kişilik değerlerinin korunması ile teknolojinin sağladığı imkânlardan yararlanması arasında bir denge kurulması hayati önemdedir. İhtiyaçları doğru tespit edip buna ilişkin hukuk kurallarının oluşturulması sonucunda güvenliğin, dirliğin ve esenliğin temini, genel ahlakın ve genel sağlığın, tarihi, kültürel ve estetik değerlerin korunmasını ortaya koyan kamu düzeni de bu şekilde sağlanmış olacaktır.