Olabilirdi…

Her elde bir Yunus dizesi, her bilgisayarda bir Ali Kuşçu, Hacı Bektaş, Farabi ya da ne bileyim Mehmet Akif, Âşık Veysel veya Gökalp… Olabilirdi ama olmadı.

İnsanın “konuşabilen, yani iletişim kurabilen bir mahluk” olması sebebiyle belki de çağımızın alametifarikası olarak da tarihe geçebilirdi “sosyal medya.”

Onun sayesinde dünyanın öbür ucundaki bir “insan” ile dertleşebilecek, ondan anında haberdar olacak, bilgi, değer paylaşımı ve kültür aktarımı yapabilecektik…

Maalesef olmadı.

Şimdiki zaman sarmalında “insanlar mı onu bu hâle getirdi, yoksa o mu insanları şeytanlaştırdı?” meselesi elbette içtimai laboratuvarlarda incelenmelidir, lakin vaki sonuçlar hiç de iç açıcı değildir!

Sosyal medyanın engellenemez mutasyonu onu bir canavara ve beyinlerimizi esir alan bir “sosyal madde”ye dönüştürdü.

Zihniyet, tıynet, tahsil, yaş ve niyet ayırmadan herkesin kullanımında olan bu iletişim zemini çığ gibi büyüyen etki alanıyla büyük bir asayiş sorunudur artık…

Bırakın devletleri ve güvenlik güçlerini, ahlaklı her insanın ürperdiği bazı içerikler, paylaşımlar, ithamlar, tehditler ve sahte hesaplar bir kanser gibi sanal mevzii ele geçirdi.

Beyinleri uyuşturarak esir almasının yanında ağına düşürdüklerini de bir mayın tarlasının ortasında bırakan sosyal maddenin nerede ve hangi tesirle infilak edeceği bile belli değil.

Hepimizin gördüğü ve kavradığı gibi sosyal medya yani “sosyal madde” kriminal bir alana evrildi.

SANAL ZOMBİLER

Çok mu kötümserim?

Bilmiyorum ama yaşadıklarımızı ardı ardına ekleyince “sosyal maddenin” ne derece etkili bir uyuşturucu hastalık olduğunu çok rahatlıkla görebiliyoruz.

Onun yarattığı bu hastalığı yayan “sanal zombiler”i de unutmayalım. “Fenomen” olarak temayüz eden ve dünyanın birçok yerinde cereyan eden sosyopolitik olaylarda başrol oynayan sanal zombilerle biz ilk defa “Gezi Olayları”nda yüzleşmiştik.

Taksim’de Gezi Parkı içindeki ağaçların kesilmesi iddialarına verilen tepkiler nasıl da bütün ülkeyi sarmış, dışarıdan destek bulmuş ve aylarca süren bir asayişsizlik ortaya çıkarmıştı.

Açılan sahte hesaplarla binlerce sanal zombi oluşturulmuş, asılsız olaylar gerçekmiş gibi gösterilmiş yine aynı marifetle binlerce insanımızın zihni uyuşturularak, birçok can ve mal kaybına sebebiyet verilmişti.

Ülkemizin dış baskıya ve itibar kaybına uğratılmasını yazmıyorum bile…

Nedense sonraki yıllarda belki de yüzlerce ağacımız kesildi, yandı ve yok oldu ama hiçbiri Gezi Olayları’nda kan emen sanal zombiler kadar etkili olamadı.

Sosyal medyanın sosyal maddeye dönüşerek verdiği zararlar o dönemden sonra şiddetini artırarak her alanda kendini göstermeye devam etti.

Hain darbe girişimi ile iyiden iyiye açığa çıkan Türkiye ve Türk düşmanlarının sosyal medyayı bir karargâh olarak kullanması da bu noktada önemli bir pasaj.

FONLAR VE İHANETLER

Sosyal medyayı elan bir fitne silahı olarak kullanagelen sanal zombiler hastalık yaymaya, devlet ve millet düşmanlarını beslemeye hâlâ devam ediyor.

Yaşadığımız son depremler de bunun örnekleriyle dolu.

O kadar ki sebep oldukları ölümler dahi onları durduramıyor.

Alçakça yapılan yalan ve mesnetsiz paylaşımlar bir yanda milli bütünlüğü tehdit ederken diğer yanda da infial derecesinde toplumsal yıkıma sebep oluyor.

Emperyal bir vasıta ve yıkım projesinin ayağı olarak küresel güçlerin kullanım sahası içinde olan bu alan şimdilerde büyük tehlike arz ediyor.

Her türlü ihanete açık, hainlere ordugâh ve küresel sermayenin satın alma gücünün pazarı konumundaki bu zemin artık Türkiye’ye karşı açılmış önemli bir cephe.

***

Bakalım yürürlüğe giren yeni “Sosyal Medya Yasası”, sosyal medyayı, sosyal madde olmaktan, sanal zombilerden, hainlerden ve küresel fonlardan arındırabilecek mi?