Bizim tarihten gelen birçok atasözümüz vardır. Bu atasözlerinin hepsi de yaşanmışlıkların, edinilen tecrübelerin birer sonucu olarak ortaya çıkmış ve topluma mal olmuşlardır. “sözde soykırım” iddialarının tekrar yoğunlaştığı ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden’in 1915 Ermeni olaylarına ilişkin yaptığı açıklamada tarihi gerçekleri saptırarak bunu “soykırım” olarak tanımlaması insanın aklına “Yavuz Hırsız Ev Sahibini Bastırır” atasözünü getiriyor.

“Yavuz Hırsız Ev Sahibini Bastırır” atasözü, biri suçunu zarar verdiği kimseye yüklediğinde söylenen bir sözdür. Bu suçlu kişinin kendi suçunu örtbas etme girişimidir veya da suçlu kişinin kendisini güçlü hissetmesinden dolayı zarar verdiği kişiyi suçlama yolunu tercih etme teşebbüsüdür. Ermenilerin 1915 olaylarına yönelik “sözde soykırım” iddiaları ve bunu sürekli gündemde tutmaya çalışmaları, bu çerçevede onları destekleme adına diğer Batılı emperyalist ülkelerin Türkiye’yi “sözde soykırım”la itham etmeye yönelik parlamentolarında aldıkları kararlar ve yaptıkları açıklamalar ile son olarak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Biden’in yapmış olduğu açıklama atasözündeki düşünce ile benzeşmektedir.

Gerek Ermeniler, gerekse Batılı emperyalist ülkeler ve Amerika Birleşik Devletleri tarihin aynasına baksalar, kendi geçmişleri ile yüzleşseler kimin soykırımcı olduğunu gayet açık bir biçimde göreceklerdir. Ancak “Bozacının Şahidi Şıracı” misalinden hareket ettiklerinden buna gerek dahi duymuyorlar. Sadece dini ve siyasi düşüncelerle Türkiye’ye karşı “sözde soykırım” iddialarında bulunup, kararlar alıyorlar ve açıklamalar yapıyorlar. Böylece Türkiye’yi dünya önünde soykırım suçu ile karşı karşıya bırakmak gibi bir amacı güdüyorlar. Türk milletinin ortaya konulan bu tür iddia ve alınan kararlar ile yapılan açıklamaları kabul etmesi ne tarihi açıdan ne de hukuki açıdan söz konusu dahi değildir. Çünkü bu tür ithamların ne tarihi ne de hukuki hiçbir karşılığı bulunmamaktadır.

Ermeniler tarihleri boyunca farklı milletlerin ve devletlerin hakimiyetleri altında yaşamışlardır. Ama en mutlu ve refah içerisinde oldukları dönemlerini Türklerin idaresinde geçirmişlerdir. Bilhassa Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde “Tebaa-i Sadıka” olarak kabul edilen ve devlet kademelerinde çeşitli görevlere gelen Ermeniler, gerileme döneminde devletin zayıflamaya başlamasıyla birlikte Batılı emperyalist ülkelerin teşvikleriyle ona başkaldırma yolunu seçmişlerdir. Batılı emperyalist ülkeler bu dönemde Ermenileri Türklere karşı kendi çıkarları doğrultusunda kullanıp Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaya ve devleti parçalamaya çalışırlarken Ermeniler de bunlara maşa olmaktan geri durmamışlardır.

Nihayet Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde, Irak Cephesi’nde, Kanal Cephesi’nde ve Çanakkale Cephesi’nde savaşırken Ermeniler yine bu emperyalist devletlerin emellerine hizmet ediyorlardı. Özellikle Osmanlı Devleti Batı’da Çanakkale Cephesi’nde düşmanla mücadele ederken Doğuda Kafkas Cephesi’nde Ermeniler hem oluşturdukları gönüllü alaylarla Rus ordusu yanında Türklere karşı savaşıyorlar hem de cephe gerisinde çıkardıkları isyan ve karışıklıklarla iç güvenliği tehlikeye düşürüyorlardı. Böylece kurmak istedikleri Büyük Ermenistan düşüncelerine bir adım daha yaklaştıklarını düşünüyorlardı.

Böylesi karışık bir ortamda Ermeniler bölgede nüfus üstünlüğünü ele geçirebilmek için sivil Türk vatandaşlarını katletmeye ve etnik temizliğe tabi tutmaya başladılar. Ermeniler açısından bu bölgede bağımsız bir devlet kurabilmelerinin yolu Doğu Anadolu’daki Türklerin temizlenmelerinden geçiyordu. Doğal olarak bu durum karşısında Osmanlı Devleti bir iç güvenlik meselesi şeklinde gördüğü Ermenilerin isyan ve çetecilik faaliyetlerine yönelik birtakım tedbirler almak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti ilk önce Ermenilerin bu isyan ve çetecilik faaliyetlerinden vazgeçmelerini sağlamaya çalıştı. Bundan bir sonuç alamayınca 24 Nisan 1915’te Taşnak ve Hınçak Komitelerini kapattığı gibi idarecilerinden olup bu dönemde ortaya çıkan olaylardan sorumlu gördüğü 235 kişiyi tutukladı. Buna rağmen Ermenilerin faaliyetleri hız kesmeyince Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu’nu çıkardı, kanun gereğince Ermeni nüfusun bir kısmını güneyde daha güvenli bölgelere zorunlu göçe tabi tuttu. Ermeniler bu dönem içerisinde Anadolu’nun hemen her şehrinde Türklere yönelik büyük mezalimler gerçekleştirmekteydiler. Kars, Ağrı, Iğdır, Van, Bitlis, Muş, Maraş, Trabzon, Bayburt, Erzurum, Erzincan ve Sivas gibi şehirlerde büyük katliamlar yapmaktaydılar. Bunları yaparken gerek Ruslar bölgeyi işgal ederken gerekse Bolşevik İhtilali çıkıp da Ruslar Doğu Anadolu’dan çekilirken onların yerini aldıklarında dur durak bilmemişlerdi. Hatta bu konudaki mezalim ve katliamlarını daha ileri bir noktaya taşımışlardı. Özellikle dönemin şartları içerisinde savaş sonlanıncaya kadar Türk toplumunun buralarda yaşananlardan haberi dahi olmamıştı. Bunlar halk tarafından ancak savaşın sonuna doğru bölgenin işgalden kurtarılmasıyla öğrenilebilmişti.

Savaşın sonunda genel manzaraya bakıldığında Ermenilerin bölgede yaptıkları mezalim ve katliam faaliyetlerinin içinde her şey vardı. Kasabaları ve köyleri tamamen tahrip etmek, çoluk ve çocuk, kadın ve erkek, genç ve ihtiyar rast geldikleri insanları en feci şekillerde katletmek, ırza geçmek, malları gasp etmek gibi kadar fena olay varsa mezalim ve katliam adına hiçbirini ihmal etmemişlerdi. Abartısız denilebilirdi ki vatanın ve Türk halkın bu çeteler yüzünden çektikleri felaketler Birinci Dünya Savaşı’nın bütün güçlüklerine yakındır. Yaşananlar yalnız Ermeni çetecilerinin elinden kaçıp kurtulan çaresizlerin yahut tarafsız güvenilir şahitlerin ifadeleriyle, bölgeye giden askeri ve mülki memurların resmi raporlarıyla değil burada bulunmuş olan Rus kumandanlarının itiraflarıyla da sabittir.

Burada dikkate alınması gereken husus asıl tehcir hadisesi ve yapılan bu mezalimlerin sorumlularının kim olduğudur. Bunun temel sorumluları Ermenilerdir. Ermeniler öteden beri Türk yurdu üzerine bir takım boş hayaller kurmuşlar, bu hayallerini gerçekleştirmek için daima böyle kanlı vasıtalara müracaat etmişlerdir. Ermenilerin içlerinde yalnız kan muhabbetinden başka bir muhabbet, ruhlarında kan kokusundan başka bir haz, kalplerinde insanlık ve milliyet namına en küçük bir heyecan bulunsaydı şüphesiz sadece o günkü hareketleri değil, belki de iki sene öncesine kadar kendilerine kardeşten başka bir tarzda muamele etmeyen bir halka karşı böyle davranmazlardı. Böylece Osmanlı Hükümetini tehcir gibi şiddetli tedbirler almaya sevk eden hareket ve hatta ondan daha önce cereyan eden hadiseler ortaya çıkmazdı.

Tabi burada diğer emperyalist devletlerin durumlarına da dikkat çekmek lazım. Özellikle bu dönemde Batı kamuoyu Türklerin çektikleri acıları görmezden geliyor, Rusya ve İngiltere senelerden beri yabancı ülkeler nezdinde Türkleri lekelemek için Ermeni meselesini bir silah olarak kullanıyorlardı. Türklerin buna karşı yayın yapacak unsurlardan mahrum olmaları ve kendilerini anlatmaya pek ehemmiyet vermeyişleri neticesinde bazı hususları tamamen örtme konusunda muvaffak olmuşlardı. Çünkü Ermeniler Rusya ve İngiltere tarafından yapılan tahrikler sonucunda bir takım karışıklıklar çıkarmaya başlamışlardı. Rusya ve İngiltere önce kendi elleriyle meseleyi ihdas etmişler, sonra da adet olduğu üzere bunu propaganda mevzuu olarak kullanmışlardı. Olayın özünün ne olduğunu araştırmak ve gerçekleri ortaya koymaya çalışmak da pek azlarının aklına gelmişti.

Eğer bu konuya dikkat çekilecekse taraflarca hem 1915 olayları gerçekçi bir şekilde ele alınıp incelenmeli hem de sonrasında ASALA ve JCAG gibi Ermeni terör örgütlerince 1970’ler ve sonrasında yapılan saldırılarda şehit edilen 31 Türk diplomat ve onların aile mensupları olmak üzere 58 kişiye bakılmalıdır. Bu saldırılarda toplamda 77 can kaybı yaşanmış ve çok sayıda kişi yaralanmıştır. Ayrıca daha yakın dönemde 1992’de Ermenilerin Hocalı da katlettikleri 613 sivil göz ardı edilmemelidir. Yine 44 Gün Savaşlarında Ermeniler defalarca ağır silahlarla sivil yerleşim yerlerine saldırmışlar, bu saldırılar neticesinde yüzlerce sivil Azerbaycanlı hayatını kaybetmiş ya da yaralanmıştır. Bu Ermenilerin o günden bu güne kadar sivillere yönelik saldırı tarzlarında bir değişiklik olmadığını göstermektedir.

Soruna yaklaşım konusunda Emperyalist devletler açısından da o günden bu güne kadar aslında değişen pek bir şey yoktur. Bugün günümüzde son olarak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Biden’in yapmış olduğu açıklama ile toplamda otuz ülke Türklerin Ermenilere yönelik soykırım yaptıklarına dair hemfikir duruma gelmiştir. Bunların bazıları doğrudan parlamentolarında aldıkları kararlarla Türklerin Ermenilere soykırım yaptığı şeklindeki “sözde iddiaları” kabul ederlerken bazıları da bu yönde açıklamalarda bulunmakta, gerçekleri görmezden gelmektedirler. Bir anlamda kendilerinin yaptıklarını, sebebiyet verdikleri milyonlarca sivil insanın ölümünü de perdelemektedirler. O gün İngiltere ve Rusya’nın Kafkasya’da takip ettikleri politikaları bugün Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu’da ve dünyanın diğer bölgelerinde takip etmektedir.