Aynı zamanda A milli takımın da antrenörü olması nedeniyle Ufuk Sarıca’nın Afyon, maçından sonra söyledikleri önemliydi. Özetle; “Beş yabancı kuralının sonuçlarını almaya başladık. İleride bir adım daha atılabilir ve son periyotta en fazla dört yabancı kuralı düşünülebilir” dedi.

Bu konuda tartışmanın, fikir üretmenin sonu yok. “Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı” gibi. Kimi, hararetle gençlerimizin önünün yabancı sayısının olabildiğince kısıtlanarak açılabileceğini savunuyor.

Bazıları da olaya daha global ve acımasız taraftan bakarak, “Gençlerimiz tembel, çalışmıyor, yabancılarla rekabet edecek düzeye gelemiyorlar” diyor. Herkes kendince haklı olabilir. Önemli olan birilerinin haklılığı değil. Önemli olan ülke olarak bu işten ne kaybediyor, ne kazanıyoruzdur!

Gönül istiyor ki alt yapılar öyle verimli çalışsın, üretsin ki; yabancıya hiç ihtiyaç kalmasın. Hatta ihracatçı olalım. Ama kazın ayağı öyle değil işte. Alt yapı zor ve zahmetli iş. Bugün tohumu ekip yarın hasat edemezsin.

İyi bir organizasyon, kaliteli eğiticiler, yatırım gerektirir. Binlerce örneği var liseden, alt yapıdan sonra basketbola, spora veda eden. Maddi, manevi, insani. Boşa harcanan kaynak. Bu ülkenin, bizim. Güzel örnekler var. Hem yarışıp hem yetiştiren...

Misal, Teksüt Bandırma. Hata mı ettiler? Bir ton oyuncu yetiştirip önce piyasaya sürdüler. Şimdi gencecik çocuklarla süper ligde neler yapıyor görüyoruz. Hem onlar, hem Türk basketbolu, hem bizim çocuklarımız kazanmadı mı?

Yıllar önce attıkları tohumlar şimdi filizlendi, boy verdi, onları bu ligde yaşatıyor. Bakın Tofaş’ın kadrosuna aynı şekilde. Anadolu Efes üst düzey rekabete rağmen üretiyor, oynatmaya da başladı. Bir çoğu da bu yolda...

Koçlar bu konuda daha cesur olmalı. Kolay yol da tercih edilebilir ki, yıllardır ‘başka çare yok’ diye bu fazdayız. Türk oyuncular, ‘çok pahalı’ diye dertlenirsin, doldurursun yabancıları, oynarsın. Olur biter. Fenerbahçe’nin Eurolig başarıları hepimizi mutlu etti. Ama bir yanımız da buruk kalmadı mı, kaptanımızın bile neredeyse rol alamadığı bu süreçte?

Anadolu Efes’in bir Türk koçu ile ilk kez final oynamasına bizim çocuklar da başrolle eşlik etseydi daha da güzel olmaz mıydı? Aklın yolu bir... Yetiştirecek, eğitecek, üreteceksin. Ama oyuncu da oynayarak olunuyor be kardeşim. Karpuz değil ki yattığı yerde büyüsün. O zaman gençlerin önünü açacaksın. Oynayacakları zemini sağlayacaksın. Onlarda çalışacak karşılığını verecek. BGL, bu anlamda atılmış çok önemli bir adım.

Gençlerin kendini göstermesi, oynaması ve liglerde süre almasına büyük katkı yaptı. Milli takım koçu kısıtlamanın iyi sonuçlar verdiğini söylüyor. O zaman biraz daha kısacaksın vanaları. Sonuna kadar açmanın bizi getirdiği nokta ortada...

Geleceği inşa etmek için bazı şeylerden feragat etmek, cesur olmak gerekir. Ekonomi dersinde ilk öğretilen şey, arz-talep dengesi. Bir malı az üretirsen fiyatı artar. O zaman herkes üretecek. Ama kaliteli üretecek. Fazlasını ihraç edecek. (Şu anda sporda da ithalatçıyız.)

Üreten teşvik edilecek, korunacak. Bu kadar basit... Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetimizi, göz bebeğimiz gençlere emanet etmiş. Biz ise şimdi gençlere bir topu vermekten imtina eder hale gelmişiz.

Çocuğumuza, gencimize güveneceğiz. Koruyup, kollayacağız. Önlerini açacağız, her alanda. Yerli, milli olmak demek ırkçılık ya da yabancı düşmanlığı demek değildir. Geleceğimizi emanet ettiklerimize bunu borçluyuz. Bu hem toplumsal hem anayasal bir görev ve sorumluluk...

İşin özüne inmedikçe Galatasaray, Ormanspor’u farklı yenmiş, Türk Telekom haftalardır kazanamıyormuş, Fenerbahçe kendine geliyormuş vs.vs. hepsi hikaye...