Ülkemiz çok yönlü, çok girift, çok gaddar bir saldırı altındadır. Doğrudan varlığımıza ve milli birliğimize yönelen bu saldırıyı defetmek için çok yönlü ve çok kararlı bir mücadele veriyoruz. Bunu görmemek için kör, anlamamak için izansız olmak lazımdır. Gördüğü ve bildiği halde köstek olanlar, milli bir duruş ortaya koyamayanlar ise vatan ve millet düşmanıdır.

TÜRKİYE HEDEFTE

Suriye’deki iç kargaşanın başladığı ilk günden itibaren tavrımız, davranışımız, kararımız hep aynı olmuştur. Suriye’ye ilgisiz kalamayacağımızı, burada oluşacak yeni yapıların, doğrudan bizi hedef alacağını hep söyledik. Nitekim iç kargaşa yaşayan Suriye, terör örgütleri için bulunmaz bir fırsat oldu. Terör örgütlerini sahaya sürenler, sonra da bu bahane ile Suriye’yi parsellediler, yerleştiler ve kanlı bir düzen kurdular. Varlıklarını devam ettirebilmek için de bu vahşeti devam ettiriyor, her gün yeni boyutlar kazandırıyorlar. Bütün bunlar olurken, Türkiye hep bedel ödeyen tarafta kaldı. PKK, PYD, DEAŞ Suriye’ye yerleşti, Türkiye’yi hedef aldılar. FETÖ’nün de bunlarla birlikte hareket ettiği ortaya çıktı. Sadece terör belası ile uğraşmak zorunda kalmadık. Bunlara bir de Esad zulmünden ve teröristlerin katliamlarından kaçıp Türkiye’ye sığınan milyonlarca Suriyeli eklendi.

GİTTİK, OYUNLARI BOZDUK

Bu gerçekler karşısında, “Suriye’den bize ne, ne işimiz var Suriye’de?” demek, eğer bir cehalet değilse, ihanettir. Suriye’de olmak bir tercih değil, mecburiyettir. Biz Ankara’nın tehdit altına girmemesi için, Anadolu’nun hedef olmaması için Suriye’de olmak zorundayız. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları yapılmamış olsaydı, bugün ne Suriye kalırdı, ne Türkiye rahat nefes alabilirdi. Barış Pınarı Herakâtı’nı hayata geçirmeseydik, bugün güney sınırlarımız PKK-PYD denilen vahşi terör örgütünün kontrolünde olmakla kalmaz, orada bir de terör devleti kurulurdu. Bunların altyapısı hazırlanmıştı ve hayata geçirilmesi an meselesiydi. Gittik, oyunları bozduk ve başımıza gelebilecek çok daha büyük belaları yerinde defettik. Sadece bu kadarla da kalmadı, bugün hâlâ Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması için zerre kadar bir ümit varsa, bu Türkiye sayesindedir.

BU ESAD’A NASIL GÜVENİLİR?

Şimdi aynı tablo ile İdlib’de karşı karşıyayız. “Bize ne İdlib’den” demek, Esad’ın zulmüne ortak olmaktır. Rusya’nın kirli ve kanlı emellerine onay vermektir. Güney sınırlarımızın bu defa da Esad kontrolündeki bir terör ve saldırıyla karşı karşıya kalmasına müsaade etmektir. Tehdide, belaya, kana, gözyaşına, ihanete sessiz kalmaktır. Bu Esad’a nasıl güvenebilir, nasıl sırtımızı dönebiliriz? PKK’dan DEAŞ’a kadar bütün terör örgütlerine, kendisine dokunulmaması şartı ile her türlü desteği veren, topraklarını teslim eden, bu katil değil midir? Rusya’yı topraklarına çağırıp yularını teslim ederken, Türkiye gibi tarihi, siyasi, kültürel, dini yakınlığı olan bir ülkeyi düşman sayıp saldırmasını nereye koyacağız? İdlib’de inim inim inleyen, bu kışta kıyamette ölümden kaçabilmek için evini barkını terk eden milyonlara ne diyeceğiz?

GARİPLERİN ÜMİDİYİZ

Türkiye hem kendi varlığının, bekasının mücadelesini veriyor hem mazlumların, sahipsizlerin, gariplerin ümidi oluyor. Bunu günlük siyasi meselelere alet etmek, başka yerlere çekmek, küçük hesaplarla farklı anlamlar yüklemek ne anlaşılabilir bir durumdur, ne de kabul edilmesi mümkündür. Biz milli birliğimizi, bağımsızlığımızı, geleceğimizi teminat altına almanın gereğini yapıyoruz. Son 2,5 ayda 1 milyon 200 bin Suriyeli, evini barkını terk etmiştir. Türkiye sınırında kurulan çadır kentin nüfusu 500 bini geçmiştir. Bölgede büyük ve yakıcı bir insanlık dramı yaşanmaktadır. Rusya bu kana ortaktır. Esad, bu zulmün baş aktörüdür. Her şey dünyanın gözleri önünde yaşanmaktadır. Bu vahşet devam ederken İdlib’i sorgulamak, Esad’la görüşme teklifinde bulunmak, Rusya ile hâlâ iş birliği yapılacağını iddia etmek asla iyi niyetli bir yaklaşım olamaz.

SAHADA OLMAK ZORUNDAYIZ

Sözün bittiği yere gelinmiştir. Geri çekilmek, olana rıza göstermek telafisi imkânsız kayıplara yol açacağı gibi, bekamıza yönelik tehdidi çok ağırlaştıracaktır. İşimiz kolay değil, ağır risklerle karşı karşıyayız, ama sahada olmak zorundayız. Biz İdlib’e müdahale etmezsek, topraklarımıza, varlığımıza yönelik tehditlere yol vermiş oluruz. Bu gerçekler kişiye, duruma, siyasi görüşe göre değişmemelidir. Türkiye’nin milli varlığı her şeyin üzerindedir. Dolayısı ile bu mücadelenin verilmesinde milli birliğin sağlanması hayati önemdedir. Partiler üstü bir tavır ortaya konulmalıdır. Bunu yapmak yerine, yeni darbe söylentileri ile zihin bulandırmaya çabalamak, olağanüstülüklerde iktidar aramak, FETÖ’nün akıntısına kapılmak, Türk askerini siyasi polemiklere malzeme yapmak bu ülkeye de, bu millete de ihanettir. Herkes aklını başına almalıdır. Başka bir Türkiye olmadığı gibi, sığınacak ve gidecek başka bir yer de yoktur.