Dün Ankara önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İdlib’de ateşkesin devamı, toprak bütünlüğü ve ihlallerin durdurulması gibi konuları ele almak üzere Astana ortakları olarak gerçekleştirilen 5. Üçlü Zirve toplantısında bir araya geldi.

Toplantı, Türkiye’nin Fırat’ın doğusunu terörden temizlemek için gün saydığı diğer taraftan da Suriye’deki gaddar rejimin İdlib’deki saldırılarını hızlandırdığı bir dönemde yapıldı. İran’ın ABD ile yaşadığı belirsizlik de toplantının gündemini etkileyecek hususların başında geliyordu. Üç ülkenin Suriye konusundaki önceliklerinin farklı olduğu bu toplantı ile bir kez daha teyit edilmiş oldu.

Anlaşılıyor ki Türkiye, kalıcı bir ateşkesin sağlanması suretiyle İdlib’de rejimin yerinden ettiği yaklaşık bir milyon Suriyelinin yeni bir göç dalgası başlatmasının önüne geçilmesini acil gündem maddesi olarak öne çıkarıyor. Herhangi bir göçle imtihan edilme kaygısı yaşamayan Rusya ise bu konuda pek ilgilenmez görünürken Suriye’de “terörist” olarak nitelendirdiği gruplara karşı Türkiye’nin daha sert tavır alması yönündeki talebini yineliyor. İran ise daha önceki zirvelerde olduğu gibi ABD’nin bölgedeki askerî varlığından duyduğu endişenin ve Esad’ı iktidarda tutma niyetinin altını çiziyor. Bu farklı öncelikler yüzünden dün gerçekleştirilen üçlü zirve Suriye’nin geleceği açısından önem arz ediyordu.

Ülkelerin farklı öncelikleri olsa da görüşmenin odak noktası rejim muhaliflerinin yoğunlaştığı İdlib oldu. İdlib’e yönelik rejim baskısının giderek artması, son aylarda bu bölgenin gündemde öne çıkmasının başlıca sebebiydi. Zira bu şehirde yoğunlaşan muhalifler, Esad rejiminin bölgeyi ilk hedef olarak görmesine sebep oluyor. İdlib’in Türkiye sınırında olması ve şehrin Türkiye sınırı haricindeki sınırı boyunca Türk askerlerinin gözlem noktalarının bulunması, İdlib’de yaşananları Türkiye için hassas bir konu hâline getiriyor. Esad rejiminin olası bir askerî harekatının bir milyona yakın kişinin Türkiye’ye göç etmesi ihtimalini taşıdığı için Türkiye meselenin siyasî anlaşma ile çözümlenmesine odaklanmış durumda.

Bölgenin Soçi Zirvesinde “Gerginliği Azaltma Bölgesi” olarak belirlenmiş olması, bölge üzerindeki rejim baskısını azaltmaya yetmemişti. Son zamanlarda rejim kuvvetlerinin mevziisini genişletmesi ise İdlib kaynaklı endişelerin artmasına sebep olmuştu. Türkiye’nin müdahalesi ve Rusya ile araya girmesinin İdlib’in de Halep gibi yerle bir edilmesine engel olduğu ve bölgede yaşayanlar için zaman kazandırdığı doğruysa da sorunun acilen siyasî bir uzlaşı ile çözümlenmesi gerektiği açık. 

Şüphesiz ki İdlib’in nasıl bir geleceğinin olacağı, Suriye’nin kaderini belirleyecek önemli unsurlardan birisi. Uzlaşı sağlanamaz ve rejim askerleri İdlib’de askerî operasyonlarını yoğunlaştırırsa, Türkiye sadece göç riski ve insanî kriz tehdidi ile karşılaşmayacak. Türk gözlem noktalarının ve askerlerinin durumunun ne olacağı ve Türkiye’nin rejime nasıl cevap vereceği, Suriye’deki sürecin belirleyicilerinden biri olacak.

Dolayısıyla üç ülke arasında sürdürülen ve Türkiye’nin itici gücü olduğu diplomatik girişimler Suriye başta olmak üzere bölgenin barış ve istikrarı için büyük bir fırsat olarak görülmeli. Ne var ki, Türkiye’nin iyi niyetle ve yapıcı bir tavırla sürdürdüğü diplomasi öncelikli tavrının Fırat’ın doğusunda kendine alan açmaya çalışan terör örgütü tarafından yanlış anlaşılmaması gerektiği ve icap etmesi halinde Türkiye’nin silahlı güç kullanmaktan imtina etmeyeceği de hatırlatılmaya devam edilmelidir.