Yaşam döngümüzün birçok sürecinde alternatifler bulunuyor. Günlük hayatımızda birbiri yerine ikame edilen ürünleri kıyaslayıp rahatlıkla tercih edebiliyoruz. İstediğimiz yemekleri yer, kıyafetlerle istediğimiz bir kombin oluşturabiliriz. Enerjide hidrokarbonlar(petrol veya kömür) yerine güneş enerjisi, hidrojen, dalga enerjisi, rüzgâr enerjisi veya atom enerjisi kullanmak olanaklı olabiliyor. Dizel bir pompa yerine, elektriklisini tercih edebiliyoruz. Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Peki, suyun alternatifi var mıdır?

İnsan ve tabiat için “suyun alternatifi yoktur!” Hayatın devamlılığı için, yaşayabilmek için kaliteli sudan başka bir sıvıyı içemeyiz. Her içilen sıvı da su değildir! Gıdaları elde ettiğimiz bitkileri de kaliteli sudan başka bir sıvı ile sulayamayız. Bitki besin maddeleri toprakta su varsa, bitki kökleriyle alınır ve yine suyla yapraklara, bitki bünyesine taşınır. Bitki yetiştirmede kısıtlayıcı faktör sudur. Suyun miktarı, yağışın miktarı yanında suyun yıl içindeki aylara veya vejetasyona göre dağılımı çok önemlidir. Özetle “suyun alternatifi yoktur”!...

22 MART ULUSLARARASI DÜNYA SU GÜNÜ

Birleşmiş Milletler Topluluğu (BM) her yıl 22 Mart’ta tatlı su kaynaklarının önemine dikkat çekmek ve tatlı su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimine odaklanılmasını sağlamak, ayrıca küresel farkındalık yaratmak amacıyla dünya genelinde “Su Günü” kutlamaktadır. Birleşmiş Milletler-Su (UN-Water) tarafından organize edilen bu kutlamalar her yıl farklı bir tema ile gerçekleştirilmektedir. “2021 yılının teması “suyun değeri’dir.”

Peki, “su zengini” bir ülke miyiz? Hayır, kesinlikle değiliz!

Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre, ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.340 metreküp/kişi civarındadır (22 Mart 2021 tarihi itibarıyla Türkiye nüfusu 83 milyondan biraz fazla kişidir.).

İki bin on beş yılı sonu itibarıyla, ülkemize düşen yıllık 450 milyar metreküp yağışın 186 milyar metreküpü akışa geçmekte, buharlaşma ile 182 milyar metreküpü kaybedilmekte ve yıllık 98 milyar metreküp tüketilebilecek su varlığımız bulunmaktadır. 14 milyar metreküp yer altı suyu, 98 milyar metreküp komşu ülkelerden gelen yer üstü sularla toplam 112 milyar metreküp (net) kullanılabilir suyumuz vardır. Bunun 54 milyar metreküpü fiili olarak kullanılmaktadır. 58 milyar metreküpü denizlere dökülen veya sınır aşan sular olarak ülkemizi terk etmektedir.

İki bin on altı yılında kullanılan 54 milyar metreküp suyun 40 milyar metreküpü tarımsal sulama (%74), 7 milyar metreküpü içme suyu (%13) ve 7 milyar metreküpü endüstride (%13) kullanılmıştır. 2030 yılında 112 milyar metreküplük potansiyelin 72 milyar metreküpünün (%64,3) sulamada, 22 milyar metreküpünün (%19,6) endüstride ve 18 milyar metreküpünün (%16,1) içme suyu olarak tüketileceği öngörülmektedir. Öte yandan dünya iklim değişikliğinin getireceği olumsuzluklar, bu verilerde sapmalar da yapabileceğinden suyun önemi bir adım daha öne çıkmaktadır.

İnsanların kullanımına yarayan “temiz su” miktarı dünya üzerinde çok değildir (yalnızca %3). İnsanlar kendi elleriyle çevreyi kirleterek, temiz suların azalmasına sebep olmaktadır. Örneğin bir litre atık yağ, bir milyon litre suyun kirlenmesine neden olabilmektedir. Diğer taraftan insan nüfusu artıyor ve modern endüstrinin gelişmesi ile her gün kişi başına düşen su kullanımı da biraz daha artıyor. Genel olarak baktığımızda; dünyadaki temiz suların dengesinde bir “ters orantı” durumu görülmektedir. Miktarı artmayan kullanılabilir temiz suyun kalitesi çevre kirliliği sonucu azalıyor, fakat insanların “su ihtiyacı” her gün artıyor. Bu nedenle her üretimde veya kullanımda suyun parmak izi düşünülmelidir.

Peki, bu denge nasıl düzelecek?

Bu “temiz su dengesizliği” gün geçtikçe bugünkü nüfusu ve özellikle geleceğimizi şimdilik biz farkında olmasak da aslında tehdit ediyor!...

BM raporu, dünya genelinde 2,1 milyar kişinin evinde temiz suya, 4,5 milyar kişinin ise sıhhi temizlik hizmetlerine erişim imkânı olmadığını ortaya koyuyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve BM Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) tarafından ortak hazırlanan içme suyu, sanitasyon ve hijyen konusunda ilerlemeler raporuna göre, her 10 kişiden yaklaşık 6’sına karşılık gelen 4,5 milyar kişi ise sıhhi temizlik ve hijyen hizmetlerinden yoksundur.

Sizce bir sektörün kazanması ve gelişmesi, buna karşılık insan sağlığının ve tarımın azalması acaba dengeyi sağlayabilir mi? Tarım alanlarında bilgisizce kullanılan fazla gübrenin tabiata ve tabii sulara zararını hepimiz biliyoruz. Fazla gübrenin tabiata verdiği zararın önlenmesi için, gübre kullanımını bir kanuna bağlayabiliriz. Hatta bitkinin ve toprağın ihtiyacından daha çok gübrelenmesine yasak getirebiliriz!

Yerel yönetimlerin de “su konusunda” ellerini taşın altına koymaları gerekir. Halkı bilinçli su kullanımı noktasında bilgilendirmeleri çok iyi olur. Şehirlerde yaşayan insanlara içme ve kullanım suyunu belediyeler temin eder, belediyeler şehirlerin-kentlerin sahibidir.

Şüphesiz her konunun başı “eğitimdir.” Her konuda “eğitim şarttır!” Gerek su, gerekse tabiatın işleyişi konusunda bireyler iyi eğitilmedikçe, ne kadar katı kanunlar olursa olsun, kanunlar uygulanamaz! Temiz, kullanılabilir sularımızın bozulması engellenemez.

Biz hiçbir dünya devletine benzemeyiz! Ülkemizi terk edip başka bir ülkeye göç edemeyiz/etmeyiz/edemeyeceğimize göre tabii sularımızı ve topraklarımızı kirli sular ile bozmayalım, kirletmeyelim. Gelecek nesillerimize üzerinde yaşanabilir bir ülke bırakalım ancak, kullanılabilir, sürdürülebilir su miktarıyla birlikte!...

İnsan ve tabiat için “suyun alternatifi yok.” Yaşamda suyunuz bol olsun!...