Son elli yılı neredeyse kesintisiz bir şekilde çalkantılı geçen Afganistan’da 2021 yazı yeni bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. 1979’daki Sovyet işgali ve 2001’de ABD’nin başlattığı işgal süreci ne kadar kritik dönemeçler olduysa, 15 Ağustos 2021’de Taliban’ın Kâbil’e girişi de o kadar önemli bir değişimi tetikleyecek Afganistan’da. Artık yabancı askerlerin ayak basmadığı, Taliban tarafından şekillendirilen bir hükümetin işbaşında olacağı yeni bir ülke ile karşı karşıyayız. Taliban’ın nasıl bir yönetim inşa edeceği ve diğer ülkelerle nasıl ilişkiler kuracağı gibi değişkenler Afganistan’ın ve bölge ülkelerinin geleceğini doğrudan etkileyecek.

Taliban’ın ülkeye nasıl bir görünüm vereceği konusunda ciddi bir belirsizlik olduğunu söylemek mümkün. Gerçi Taliban’ın 1996-2001 arasında da yönetimde olmuş olması, önümüzdeki dönemde siyasi, idari, sosyal ve beşeri açıdan neler yaşanabileceğine dair bazı ipuçları vermiyor değil. Yine de Taliban’ın 1990’lardakinden farklı bir yönetim anlayışı sergileyeceği, geçmişteki bazı hataları tekrarlamayacağı ve bu sefer daha fazla ülke tarafından tanınarak daha meşru bir yönetim hâlini alacağına dair iyimser beklentiler var. Bazıları ise Taliban’ın değişmeyeceğini, ülkenin yine El Kaide benzeri terör yapıları için güvenli liman olacağını, sosyal ve ekonomik çöküntünün giderilemeyeceğini ve tekrar bir dış müdahale ile karşılaşacak Taliban yönetiminin uzun süreli olamayacağını savunanlar da mevcut.

Hangi senaryonun gerçekleşeceğini şimdiden söylemek zor olsa da liderlerden yapılan açıklamalara bakılırsa, ilk ihtimalin daha muhtemel olduğunu belirtmek mümkün. Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson bile belli şartların sağlanması hâlinde Taliban’ı tanıyabileceğinin sinyalini verdi. Çin ve Rusya’nın da birkaç yıldır Taliban yetkilileri ile bir araya gelmekte olduğu ve Moskova ve Pekin’den tanıma yoluna gidebileceğine dair açıklamaların yapıldığı biliniyor. Taliban’ın 2001 öncesinde sadece Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından tanınmış olduğu dikkate alınırsa, bu sefer Taliban yönetiminin uluslararası meşruiyet sorununun daha az olacağını öngörmek yanlış olmaz.

Esasen ABD, Doha’da Taliban ile anlaşma imzalayarak bu yönde önemli bir adım atmıştı. Taliban’ı muhatap kabul ederek müzakere masasına oturan ABD, bir buçuk yılı aşan müzakerelerin ardından Şubat 2020’de “Afganistan İslam Cumhuriyeti ile ABD Arasında Afganistan’a Barışı Getirme Amacıyla Ortak Deklarasyon” adında bir bildiriye imza koymuştu. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Afganistan İslam Cumhuriyeti adına bildiriye imza atanın Kâbil hükümeti değil Taliban olmasıydı. Varılan bu anlaşmayla, ABD askerlerini peyderpey çekeceğini Taliban nezdinde ilan etmişti. Taliban, ABD’nin bu taahhüdünü hem kendisinin meşruluğu için bir adım olarak görmüş hem de ABD’nin hezimete uğradığını ikrar ettiği düşüncesiyle etkinliğini artırmıştı. Taliban, 100 bin askeriyle sahaya hâkim olan ABD ile değil 10 bin askeriyle ülkeden çıkmanın yollarını arayan ABD ile muhatap olduğunu görünce, bu bildiriye imza atmakla moral üstünlüğü elde etti ve 15 Ağustos’a giden süreç böylelikle hızlandı.

Bu noktadan sonra, Taliban’ın komşu ülkelerin güvenliğini ve ülke bütünlüğünü tehdit etmemesi, terör örgütlerine kucak açmaması ve ülkede huzur ve güvenliği tesis etmesi hâlinde Taliban’ın muhatap bulmakta ve tanınmakta çok da sorun yaşamayacağı öngörülebilir. Örneğin Çin, Sincan Uygur Bölgesi’ne ilişkin kaygıları giderilirse Taliban’ı tanıyan ilk ülkelerden biri olabilir. Keza Rusya Devlet Başkanı Putin’in “Artık Taliban ile çalışmak durumunda olduklarını” dile getirmesi, ABD’nin bölgeden ayrılmasını kendisi adına olumlu bir gelişme olarak değerlendiren Moskova’nın da Çin gibi tanıma yoluna gideceğine işaret ediyor. Taliban değişir mi bilinmez ama ona karşı yaklaşımın değiştiği şimdiden anlaşılıyor.