Taliban’a katılan Peştunların ve diğer etnik unsurların hemen hepsi Sünni olduklarından ameli mezhep olarak büyük çoğunluğu Hanefi’dir. Peki, bu ne anlama gelmektedir? Öncelikle Hanefiliğin ne olduğunu doğru tanımlamak gerekir. Hanefilik, yaygın olarak bugün Müslümanların takip ettikleri ameli/fıkıh mezheplerden biridir. Diğerleri Şafiilik, Malikilik ve Hanbeliliktir. Müslümanların namazı nasıl kıldıklarından, zekât ve vergiyi nasıl aldıklarına kadar ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiğini söyleyen mezheplere ameli/fıkhî mezhepler denir. İslam’da fıkıh mezhepleri hukuktan daha geniş anlama sahiptir. İbadet ve muamelat gibi tüm hayatı kuşatır. Yani namaz ve oruç gibi ibadetler, evlenme ve boşanma gibi aile hukuku, alışveriş gibi ticaret hukuku, suç ve cezaları içeren ceza hukuku hükümleri bu mezheplere göre belirlenir. Bir yönüyle fıkıh mezhepleri, hukuk devleti inşa etmenin ve kanun toplumu olmanın bir gereğidir. Geleneksel Müslüman toplumlarda yasama alanı bu mezheplerce doldurulmaktaydı. Bu mezheplerin yasama için takip ettikleri bir doktrinleri ve yasamada kanun yaparken dikkate aldıkları içtihat ya da fetvaları bulunurdu.

Burada doktrin yasa yapma tekniği (usul), fetvalar ise kanun olarak kabul adlandırılabilir. Yalnız bu fetvalar daha çok kişiye özeldir ve bugünkü modern devlet gibi tüm vatandaşların uyması gereken kanunları ifade etmezler. Geleneksel Müslüman toplumlarda yasa yapma yetkisi devlete değil özerk mezhep âlimlerine ait bir alandı. Her fıkıh ekolünde yasa yapma tekniği çok değişmese de fetvalar/yasalar zaman ve zemine göre değişir ve farklılaşır.

‘HANEFİ OLMAK’

Bilindiği gibi Kur’an’da hukuka ilişkin emir ve yasaklar oldukça azdır. İçki, adam öldürme, zina ve zina iftirası gibi konularda açık cezalara işaret edilmişken diğer hususların büyük çoğunluğu hukuk yapıcı fakihler tarafından naslar (Kur’an ve sahih sünnet) dikkate alınarak verilmiştir. Dolayısıyla fıkıh mezhepleri yasama alanı zamana ve zemine göre verdikleri fetvalarla doldurmuşlardır.

Dolayısıyla “Hanefi olmak” iki anlama gelir. Birincisi Hanefiliğin yasamada gözettiği hukuk doktrinini (içtihat etme kültürünü) devam ettirmeye çabalamak; ikincisi de tarihte Hanefiliğin verdiği fetvalara uymaktır. İslam dünyasında fıkıh üretimi mezheplerin öğretilerini devam ettiren kurumlar ve bu üretilen yasaları tercih edip tatbik edecek siyasi otorite olmadığından, Osmanlı’nın son dönemi ile birlikte büyük oranda kesintiye uğramıştır.

FIKIH DEVAMLILIĞI

Özellikle 19. yüzyıldan sonra yapılan iş büyük oranda geçmişte üretilen fıkhın sözlü olarak aktarımdan ibarettir. Çünkü fıkıh donmuş bir yapı değil sürekli yenilen ve karşılaşılan yeni durumlara göre yeni fetvaların verildiği dinamik bir yapıdır. Aynı mezhep içinde sürekli yeni fetvalar verilmelidir ki fıkıh devamlılığını koruyabilsin. Söz gelimi Osmanlı’da para vakıfları konusunda Hanefilik içinde iki görüş ortaya çıkmış Ebussuûd ve İbn Kemal caiz görürken Birgivî karşı çıkmıştır. Siyasi otorite ise Ebussuûd ve İbn Kemal’in görüşünü uygulamaya koymuştur. Dolayısıyla bir mezhep içinde verilen bir fetva tek ve mutlak değildir. “Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” şeklinde mecelleye geçtiği gibi zamanın değişimi ile birlikte haramlar helal yapılmadıkça diğer alanda ehli/fakihler tarafından sürekli yeni fetvalar verilebilir. Bu İslam hukuk zihniyetinin inkâr edilmez bir özelliğidir.

Yine mesela müziğin haram olduğu fetvasını ele alalım. Taliban’a göre bu yasak mutlaktır. Çalgı içeren her türlü müzik yasaklanmalıdır. Oysa bu konuda hem bir Hanefi fıkıh âlimi hem de bir mutasavvıf olan Abdülganî Nablusî’nin (ö. 1143/1735) müstakil bir eseri vardır. Nablusî kaynaklarda geçen müzikle ilgili bütün olumsuz değerlendirmelerin, güftenin dinen yasaklanmış olan ögeler içermesiyle ilgili olduğu kanaatindedir. İmam Gazâlî (ö. 505/1111) ve Kınalızâde Ali Efendi (ö. 979/1572) gibi âlimlerin görüşü de böyledir. Nitekim Osmanlı’da İslam tasavvuf musikisi gibi oldukça önemli ve derin bir müzik türü gelişme bulabilmiştir.

Peki, o hâlde Taliban Hanefiliği nasıl kullanıyor? Ya da Taliban’ın Hanefiliği nasıl anlaşılmalıdır? Taliban fıkhen Hanefi olsa da Selefi bir zihniyetle Hanefiliği kullanmayı tercih ediyor. Yani bir mezhep olarak Hanefiliğin fetvalarını tıpkı Selefiliğin hadis metinlerini ele aldığı gibi mutlak, değişmez naslar olarak kabul ediyor. Selefiliğin en temel sorunu Hz. Peygamber’in hadislerine (yani onun söz, fiil ve uygulamalarını bize aktaran rivayetlere) kanun, yasa muamelesi yapmasıdır. Söz gelimi Hz. Peygamber’den nakledildiği ifade edilen “İşlerini kadınlara havale eden bir kavim asla felah bulmaz” rivayetini mutlak kabul ederek kadınların yönetici olmayacağına hükmeder. Oysa Hanefi Fakih İbn Nüceym, kadının saltanata gelmesinin sahih olduğunu örnek olarak da Necmeddin Eyyüb’ün cariyesi Şecerüddürr’ün bir dönem Mısır’da yönetime geldiğini belirtir. Ayrıca kadınların ağır ceza davaları dışında kadılık yapabileceği de Hanefilerce kabul edilir.

Görüldüğü gibi âlimlerce hadis kitaplarındaki yukarıdaki ifadeler lafzi olarak doğrudan kanun maddesi gibi kabul edilmezler. Onlar ya bağlama göre kime, neden ve nasıl dendiği dikkate alınarak tevil edilir bazen de Ebu Hanife’nin yaptığı gibi metin tenkidine tabi tutulurlar. Hadis kitaplarındaki rivayetlere kanun muamelesi yapmak, Selefi zihniyetin bir yansımasıdır. Hadis metinleri eczacıların ilaç yapmak için topladıkları bitkilere benzetilir. Eczacı, doktor değildir. Eczanede bulunan her ilaç her kişiye deva olmaz.

SELEFİ ZİHNİYETİ

Bugün İslam dünyasındaki Selefileşme maalesef hadis kitaplarında her bulduğuyla amel etmeye çalışan ve doktorların yerine eczacılara danışıldığı bir hâli yansıtır. Hanefiliğin aklı, tefekkürü esas alan Ehli Rey’inin yerini, daha çok hadis metinlerine mutlak yasa muamelesi yapan ve orada her gördüğü bilgiyi tatbik etmeye kalkan Selefi zihniyet almıştır. Taliban’ın medreselerinde uzun zamandır hadis merkezli bir öğretim öne çıkmıştır. Deobendi medreseleri kurulurken akli ve nakli ilimler şeklinde bir bölümlemeye gidilmiştir. Nakli ilimler; hadis, Kur’an, tefsir akli ilimler; fıkıh, kelam, mantık ve felsefe şeklinde idi. Zamanla nakli ilimlerde ciddi daralma olmuş Nakli ilimlerde hadis ilmi baş ilim hâline gelmiş ve medreselerde en itibarlı Hoca “Şerefu’l-Hadis” unvanını almıştır. Oysa Gazzali’nin “Mustasfa” adlı eserinde dediği gibi hadis bir malzeme ilmidir. İslam düşüncesinde gerçekten ilmi hak eden iki disiplin vardır. Birisi asıllarla yani ilkelerle ile uğraşan kelam diğeri de füru yani ameli konularla uğraşan fıkıhtır. İşte Taliban fıkhı fetvalarla durağanlaştırmış, Ehli Hadis ve Selefi zihniyetle tarihi fetvaları mutlaklaştırmıştır.

Ne yazık ki bu yalnızca Taliban Hanefiliğinin sorunu da değildir. Yani bugün hem Taliban hem de Selefi zihniyetle Hanefiliğe bakan günümüz Müslümanları Hanefiliğe aynı muameleyi yapmakta ve yalnızca fetvalarına bakarak onu takip etmeye kalkmaktadır. Yoksa bu o hukuksal öğretiyi devam ettirip hukuk üretmek/yasa yapmak anlamına gelmemektedir. Bugün Hanefilik dediğimiz daha çok 16-18. yüzyılda üretilmiş fetva kitaplarındaki hükümleri bugüne taşımaktan ibarettir. Özet olarak Taliban’ın hatta bugün pek çok grubun yaptığı Hanefi zihniyet, içtihat kültürünü işleterek karşılaşılan sorunlara yeni çözümler bulmak değil, Hanefi kültürüne Selefî bir zihniyetle yaklaşarak eski fetvaları nas gibi görerek bugüne taşımaktır.

KADIN MESELESİ

Yunus Apaydın Hoca’nın “Modernleşme Protestanlaşma ve Selefilik” bildirisinde ifade ettiği gibi bir mezhebin klasik dönemde üretilmiş görüşlerini, zaman ve zemin koordinatlarını dikkate almadan bugüne taşımak da bir tür Selefiliktir. El-İhtiyar’da veya İbn Abidin’de özellikle hukuk alanına ilişkin olarak yer alan görüşleri nas mesabesinde tutup aynen bugüne taşımaya çalışmak adı Hanefilik olsa bile zihniyet olarak Selefilik olarak isimlendirilmeyi hak etmektedir.

Söz gelimi kadın meselesindeki fetvaların çoğu toplumların örfi geleneklerine göre şekillenmiştir. Kırın Peştun kültürü ile şehirli Türk kültürüne dayanan Hanefiliğin kadına bakışı elbette aynı olmayacaktır. Beyin yerine toyun başına geçen kadın ile burnunu dışarı çıkarmayan kadın arasındaki farkın nedeni Hanefilik değil iki farklı kültürdür. Kır ile şehir arasındaki farktır. Taliban kır kültürüne dayalı bu fetvaları mutlak hakikat olarak alıp, geçmiş örfü bugüne taşıyarak bugünün insanlarını o kalıba sokmaya çalışmaktadır. O kalıba giymeni de şeriata karşı gelmekle itham etmektedir. Tabii dediğimiz gibi bu yalnızca Taliban’a ait bir yaklaşım değildir, çevremizde de bol miktarda örneği bulunmaktadır.

ŞERİAT YASALARI

Taliban da bu anlamıyla Hanefi fıkhına ait metinlerdeki fetvaları kendi örfi gelenekleri ile birlikte şeriat yasaları adı altında uygulamaktadır. Hanefiliğin ifta/fetva verme işlemini yerine getirirken Hanefiliğin içtihadi/ öğretisel olarak hukuk yapma yönünü ise dikkate almamaktadır. Zaten Hanefiliğin bu yönü uzun süredir ihmal edilmektedir. Hanefi zihniyet içinde karşılaşılan sorunlara yeni çözümler üretme işlevi, Osmanlı’da bir dönem devam etmiş ve mecelle böyle bir ihtiyacın sonucunda ortaya çıkmıştır. Fakat maalesef sonraki süreçte İslami hareketlerin büyük çoğunluğu Osmanlı tecrübesini dikkate almadan ya geçmiş fetvalara döndüler ya da Kur’an ve sünnete başvurarak bu tecrübeyi yok saydılar.

Taliban’ın hukuk yapma alışkanlığına baktığımızda da karma bir sisteme başvurduğu görülür. Hem hadisleri birer kanun metni olarak yorumlar hem de geçmiş fetvaları yegâne çözüm olarak kabul eder. Taliban’ın Hanefiliği bu yönüyle de bugünün sorunları çözmek yerine onları geçmiş uygulamalara mecbur bırakır. Hayatı ve değişimi yönetmek yerine onu geçmişin kalıplarına sığdırmaya, sığmayan yerlerini de budamaya çalışır. Taliban Hanefi’dir, Hanefi olmasına da o Hanefilik ne kendine ne Müslümanlara fayda sağlayacaktır.