DOĞUMUNUN 103. YILINDA BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN TÜRK DÜNYASI VİZYONU (5)

Bunların birleşmesi, istikbale ait bir temenniden ibarettir. Yani bugünün mevzuu değildir…

-Hazırlık tahkikatında diyorsunuz ki; ‘Bugünkü Türkiye’de yaşayan Türkler arasında, Türk soyundan olanlar azdır. Küçük nüfuslu milletler tehlikeye maruzdur. Onun için, ilk fırsatta bütün Türklerin bileşmesi lazımdır’ diyorsunuz.

-Efendim, bunlar benim istikbale ait beslediğim temennilerden ibarettir. Efendim, bunu biraz izah edeyim. Tabiatıyla, takdir buyurursunuz ki, bir devletin kuvvetini teşkil eden birçok unsurlar vardır. Bu unsurlardan birisi de bir devletin nüfus azlığı veya çokluğudur. Bu benim, Türk birliği temenni ediş sebeplerimden birisi de bu olabilir. Ben tahkikatta bunu arz ettim.

Tavzih etmek istiyorum, bugün nüfusumuz azdır. Bunu çoğaltmak için, hemen kalkıp birliğe yürüyelim, demedim. Bu da istikbale ait bir meseledir ve devletimiz için bir kuvvet teşkil eder.

-Peki, bu fırsattan istifade nasıl şey edilebilir?

-Efendim, mesela, 1917’de olduğu gibi 1965’te veya 1990’da da Rusya’da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar, Türkiye harp endüstrisi bakımından da ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur ve Türkiye’nin de müzahereti (yardımı) ile bu birliğe doğru yürünebilir. İşte fırsat budur.”

TÜRK GERÇEĞI ORTAYA NASIL ÇIKTI?

Görülüyor ki, Türkeş genç bir Türk subayı iken, 1990’larda Sovyetler Birliği’nde olabilecek bir gelişmenin Türk birliğinin yolunu açabileceği öngörüsünde bulunmaktadır. Ve haklı çıkacaktır. Doksanlı yıllarda dünya Sovyetlerin dağılışına ve o coğrafyada Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığa kavuşacağına şahitlik edecektir. Bu öngörüde bulunduğu 1944 yılında Türkeş, henüz 27 yaşında genç bir üsteğmendir. İşte tarih şuuruna sahip vizyoner liderlik budur.

Merhum Başbuğ Türkeş, bir devlet ve düşünce adamı olarak, tarih şuuruna sahip bir siyasetçi olarak dünyadaki değişimi ve yeni gelişmeleri çok yakından takip ediyordu. Konuşmaları ve eserleri iyi incelendiği zaman Alparslan Türkeş’in vizyon/öngörü sahibi bir lider olarak, Marksizm’in çöküşünü ve Türk dünyasının bağımsızlığa yürüyüşünü herkes şaşkınlıkla seyrederken inisiyatif alarak yönlendirmeye çalıştığı çok net görülmektedir. O, 1991 yılında dünyayı kökünden değiştirecek olan gelişmelerin henüz başında iken gelişmeleri ve yapılması gerekenleri şu şekilde ifade etmektedir:

“Şimdi ancak yirmi birinci yüzyıla çok yaklaştığımız bu dönemde Marksizm’in doktrin olarak değerini kaybetmiş olarak görünmesi yeryüzünde büyük değişikliklere yol açtı. Yetmiş yıl Marksizm uygulanan ülkelerde halka kan kusturuldu. İnsanlar Marksizm yüzünden sefalete mahkûm oldular, ağır zulme uğradılar, milyonlarca insan imha edildi, açlığa, sefalete sürüklendi. Neticede bunu komünist ülkeler herkesten evvel fark etti. Birdenbire komünist ülkelerin ana vatanı olan Sovyetler Birliği’nde yeni lider Gorbaçov; glasnost ve perestroyka yani yeniden yapılanma ve açıklık denilen iki ilke getirdi. Bunun neticesinde Doğu Avrupa’daki bütün rejimler yıkıldı, yerlerine demokrasi geldi. Sovyet Rusya’da da komünizmden vazgeçildi ve piyasa ekonomisine geçilmeye çalışıldı.

Gelişen dünya şartları içerisinde insan hakları meselesi gündeme geldi. Her millet topluluğu insan haklarını elde etmeye, bağımsızlık almaya girişti. Bu arada tabi Türkler de bu akımlardan yararlanmaya başlamışlardır. Bunun neticesinde Türk dünyasında büyük bir uyanış hareketi meydana geldi. Bu uyanış hareketi karşısında Türkiye’deki inkârcı aydınlar, Marksizm’e bağlananlar şaşakaldılar. Çünkü ümit bağladıkları Marksist ideoloji yıkıldı ve Marksizm’in bir safsata olduğu ortaya çıktı. Dış Türkler gerçeğini inkâr edenler, Turancılık ülküsüne savaş ilan edenler, Dış Türkler gerçeğinin kuvvetli bir şekilde ortaya çıkması ve hissedilmesi karşısında şaşkına döndüler.

Gelişen olaylar ve oluşan ortam bizim görüşlerimizin ne kadar haklı ve isabetli olduğunu ortaya koydu. Ancak Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti henüz bu gerçekleri tam anlamış durumda değildir. Henüz üstüne düşeni yapma yoluna girmemiştir.

Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti olarak derhal bir ilmî araştırma kurulu kurularak gelişen dünya şartları içerisinde Türkiye dışındaki Türklerin durumu ele alınıp incelenmeli. Ondan sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin Dış Türklerle ilgili siyasetinin ne olması gerektiğinin tespiti ve planlanması gerekmektedir.”

YARIN: “DIŞ TÜRKLER” KAVRAMI VE SINIRLARI