Ülkemiz tarımı nedeni bilinmez bir şekilde, tarımsal sorunlarla âdeta simbiyotik yaşam kültürüne alıştırılmaya çalışılıyor. Ben diyeyim 25 yıl, (Yaşım bu kadarını söylemeye yetiyor.) siz söyleyin 35-40 yıl ülkemiz tarımında konuşulan dört kronikleşmiş (süregelen) sorun:

1- Tarımsal girdi fiyatlarının yüksek oluşu

2- Kooperatifçilik ve kooperatifler

3- Çiftçilerin düşen ürün fiyatları ve artan girdi fiyatlarından oluşan bir makas ve bu makas arasındaki farkın açılması

4- Çiftçilerin sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınamamaları

Hâlen bu kronikleşmiş sorunlar konuşuluyor ve tartışılıyorken, bir anda âdeta gündem gıda fiyatları oldu. Sadece ülkemize has bir durum gibi günlerce ekranlarda gösterildi, tartışıldı ve çokça konuşuldu. Dünyada genel olarak gıda fiyatları düşerken, ülkemizdeki artışın gerçek anlamda araştırılmaması oldukça düşündürücü!..

Oysa ki yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle gıda fiyatlarındaki artışla ilgili tüm dünyada sorun var. Ayrıca sadece ülkemiz çiftçilerinin değil dünya çiftçilerin en çok yakındığı konular arasında ürünlerinden ellerine geçen fiyatın artmaması, hatta bazı yıllar şiddetli düşüşler göstermesidir. Diğer taraftan zorunlu tarımsal girdiler olan sentetik tarım ilaçları, kimyasal gübreler, sanayi yemi, tohumluk, mazot ve makinelere ödedikleri fiyatın çok daha hızlı artışıdır.

Ne derseniz diyelim ülkemiz tarımında müthiş bir algı operasyonu var. Sorulara cevaplar ararken o kadar gündem dışına çıkıldı ki, bir ara taze çalı fasulyenin 22 TL/kg’dan, sivri biberin 15-20 TL/kg’dan satışı konuşulmaya başlandı. Bu mevsimde konuşulacak sebze mi bunlar? Mevsimi dışındaki bir ürünü söylemek ve buradan tartışma çıkarmak, garip bir durum teşkil etmiyor mu? Ayrıca bu konu her gün tartışılacak, her gün TV kanallarında olacak bir gündem değil. Yapılan algı operasyonları ile üretici de huzursuz edildi, tüketici de huzursuz edildi maalesef.

Peki bu ülkenin bir vatandaşı olarak, gerçek dışı iddialarla dolu, magazin kokulu gıda soslarının üretici/tüketici ve ülkemiz tarımının tadını kaçırmadığını söyleyebilir misiniz?

Bu gıda huzursuzluğunun önüne geçmenin yolu piyasayı iyi bilmek, piyasanın kokusunu iyi almak ve saha araştırmaları yaparak ancak bu serzenişlerin/seslenişlerin önüne geçebiliriz. Sadece piyasayı değil üretim zincirini doğru takip etmeliyiz. Bunlarla ilgili düzenlemeler yaparken de planlamalar yapmalıyız. Kesinlikle ürünlerimize standartlar getirmeli ve markalaşmaya gitmeliyiz. Diğer yandan da üretimi arttırarak, rekabet etme ortamı da sunmalıyız.

Bizler kıyaslamayı-karşılaştırmayı, doğru bir şekilde yapmalıyız. Markalaşma olmadığından, doğru ve düzgün olarak mukayese de yeterince yapılamıyor. Hangi domatesi hangi domatesle karşılaştırıyoruz belli değil. Bir nevi yanlış tedavi uyguluyoruz.

Tedavi, doğru tanı ile olanaklıdır. Hekimlik nasıl uzun ve zor bir eğitimi gerektiriyorsa; üretim zincirindeki sorunları teşhis etmek de öylesine zor ve sabırlı bir araştırmayı gerektirir. Araştırılması gereken hususlardan biri de, tedarik zincirinin doğru takip edilmesidir. Sıkıntı varsa da doğru bir tanı koyulmalıdır. Gördüğüm kadarıyla tedarik zincirine doğru bir tanı konulamıyor. Unutmayalım ki aynı reçetede ısrar, hastayı kaybetmek demektir.

Burada dikkat edilmesi gereken iki husus: Bu olaylar zincirinde halciler ve büyük market zincirleri var. Büyük market zincirleri özel sektör kapsamında ve kamuyla bir bağlantısı yok. Halcilerin ise belediyelerle bağlantısı var, üstelik bir de hal yasası var. Bu durumun faturası kime kesilir net olarak şimdilik bilinmiyor. Bilinen bir gerçek varsa, faturanın üreticilere düşük fiyat, tüketicilere de yüksek fiyatın dayatılmasıdır!...

Diğer taraftan büyük marketlere bağımlılığımız günden güne artıyor. Market zincirlerinin karşısında bakkal, manav kalmadı denilecek kadar azaldı. Kalanlar da bu gidişle nasıl dayanacak, düşünülmesi gereken ayrı bir durum. Yapılacak olan yeni uygulamalar da küçük esnafa ne kadar nefes aldırır o da tartışma götürür.

Büyük market zincirlerinin en az olanının şube sayısı 5000’den fazladır. Bu gidişle gıda zincirlerinin karşısında ne bilgi, ne tecrübe, ne de sermaye açısından kimse önlerinde duramaz gibi görünüyor. Yerel marketler özellikle perakende ve manavlar mutlaka desteklenmelidir. Aksi takdirde karşılarında rekabet edecek kimse kalmayacaktır.

Büyük market zincirleri çok kısa bir zaman diliminde satış ve pazarlamayı eline geçirmiş durumdalar, şu anda üretim bandını çözmeye çalışıyorlar. Eğer üretimi de çözerlerse…

Büyük market zincirleri tarafından sözleşmeli tarım, “yağa yatırıp, bala batırılıp” küçük işletmeleri kendi istekleri doğrultusunda üretime zorlayacaklardır. Bundan sonraki süreç küçük üreticiler için modern kölelik döneminin başlaması olacaktır.

Benim emektar çiftçim/ üreticim biliyorum, zordasın! Biliyorum kendini sahipsiz gibi hissediyorsun! Biliyorum, evlatların için gelecek endişesi içindesin. Unutma, gelecek tarımda! Bugün sabredersen, yarın efendi de, patron da sen olacaksın!

Üreten o nasırlı ellerinizden öperim, sevgiyle kalın...