Bir öncekinin bir sonrakini tetiklediği olaylar zinciri… Domino etkisini hayatımızın hemen her alanında geçerli olduğunu görürüz. Zincirleme reaksiyonu etkinleştirir ve olaylarla ilgili değişime neden olur. Değişimler olumlu ya da olumsuz olabilir.

Bu değişimi çok iyi anlatan veciz bir söz vardır: “Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır.” Olaya tersinden bakınca da bir mıhın olmayışı, olumsuz zincirleme olaylarla, bazen bir ülkeyi batırır. “Bir olumsuz olay, domino etkisi gösteren zincirleme olaylara ve daha büyük olumsuzluklara yol açıyorsa yapılması gereken ya bu zincirin kopmasını sağlamak ya da yıkılma sırası gelen domino taşını sıradan çekip almak veya o taşı yerinde sağlamlaştırmaktır.” Aksi halde zamanında alınması gereken önlem alınmadığı zaman yıkılanlara şaşkınlıkla bakmak bir çare olmayacaktır.

Ülke olarak çetin bir coğrafya üzerinde yaşıyoruz. Art arda gelen felaketlerle sarsıldık, ülke ve millet olarak zor bir süreçten geçiyoruz. Dileğim, “domino etkisinin sosyal, ekonomik, tarım, sağlık, vs. alanlarda gördüğümüz etkisini olumlu anlamda göstermesidir.”

Küresel Isınma, İklim Değişikliği ve İnsan Faktörü!

Günümüzün en önemli çevre sorunlarının başında küresel ısınma ve iklim değişikliği gelmektedir. Bu değişikliklerden dolayı, “göl seviyelerinde meydana gelen azalmadan, su derinliğinin azaldıkça buharlaşmaların artmasından tüm canlılar etkilenmektedir.”

Göl seviyelerinin çok alçalması son günlerde çevremizde büyük ekonomik kayıplara ve çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.Ülkemizde sıcaklık, yağış, buharlaşma, akım, su seviyesi gibi pek çok klimatolojik değişkende küresel ısınmaya bağlı önemli değişimler görülmüştür. Bu değişimler, ülkemizde su kaynaklarının zamansal ve alansal dağılımında önemli değişikliklere neden olmaktadır.

“Önümüzdeki yıllarda ülkemizin, küresel ısınmadan kaynaklanan değişimlerle özellikle su kaynaklarının azalması, tarım ürünlerinden elde edilecek verim düşüklüğü, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi olumsuzluklarla karşı karşıya kalma ihtimali çok yüksektir.”

Ülkemizin içme ve kullanma suyu varlığının büyük çoğunluğunu doğal göller oluşturmaktadır. Bunların yanında oluşturulan yapay göletler ve baraj gölleri de vardır. Doğal göller yağışla beslenirler. Yapay göletler yapıldığında, yağmur suları doğal göllere gideceğine buralara gitmektedir. Suni göletlere karşı değilim fakat “tarımda popülist projelere yer verilmemelidir.” “1000 Günde 1000 Gölet” projesi gibi projelerin teknik olarak, gerekli alt yapı çalışmaları yapıldıktan sonra uygulaması yapılmalıdır. Ancak gerekli teknik çalışmalar yapılmayınca doğal döngü bozuluyor.

“Ülkemiz; komşu ve yakın ülkelere oranla göl sayısı olarak ortalamanın altındadır.” Yaklaşık olarak 100’ün üstünde doğal gölümüz bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu ise tektonik ve doğal set gölleridir. “Akdeniz, İç Anadolu, Marmara, Ege ve Doğu Bölgelerinde bulunan büyüklü küçüklü doğal göllerin bir kısmı tarımsal su alımları, tarım-sanayinin aşırı kirlilik etkisiyle doğal göl özelliklerini kaybetmekte, su kayıpları ve çevre baskısı altında bir kısmı kuruma tehlikesiyle karşı karşıya bir kısmı ise tamamen, kurumuş durumdadır.”

Göller yöresinde bulunan ülkemizin ikinci en büyük tatlı su gölü olan Eğirdir Gölü de kan kaybetmeye devam ediyor. Son 15-20 yıl içinde su kotu ve yüzey açısından sularının yüzde 50’sinden fazlasını kaybeden “Eğirdir Gölü ortalama su seviyesi 16 metreden 6-7 metreye kadar düşmüş durumdadır. Göl, kimyasal ve sanayi atıklar ile aşırı su alımı, gölü besleyen kaynakların engellenmesi gibi nedenlerden dolayı hızla kirleniyor ve su kaybı yaşıyor.” Gölün günden güne kuruduğunu, hidrolojik olarak iflasın eşiğinde olduğunu imkânları ölçüsünde görsel ve yazılı olarak duyurmaya çalışan, Ispartalılar Vakfı (ISVAK) bu çalışmalarıyla ayrı bir teşekkürü hak ediyor.

“Göllerimizin kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasında en önemli etken küresel ısınma ve iklim değişikliği sonuçları gibi kabul edilse de bir gerçek var ki o da insan faktörü!” Bu sene yağışların azalması, göllerin kurumasının zincirleme olarak etkilemiştir. “Çiftçiler yer altı suyunu daha çok ve kontrolsüzce kullanmaya devam ediyor.” Gidişat yer altı sularının hızla tükenmesi yönünde. Toprağın altı boş kalınca da bölgede obruk oluşumlarının olacağı kesin! 2000 yılı öncesinde obruklar daha nadir görülürken 2005- 2015 yılları arasında yılda 8 obruk. 2015 yılında bu sayı 12’ye, 2017 yılında 19’a çıkmış. Son 2 yıldaysa 50’den fazla yeni obruk oluşmuş. Obruk sayıları hızlı bir şekilde artmakta ve yerleşim yerlerine süratle yaklaşmaktadır.

İklim ve doğal kaynaklardaki uzun vadedeki değişimin kaçınılmaz olduğu bir gerçektir. Bu değişikliklerden etkilenebileceklerin ilki tarım sektörü olacaktır. Bu nedenle “tarım açısından iklim ve doğal kaynaklarda oluşabilecek değişik senaryoları düşünerek uzun vadede tarımsal havza bazlı üretim planlanmasının yapılması ve uygulamasında kararlılık gösterilmesi zorunludur.” Aynı zamanda artan nüfusun getirdiği kentleşme ve sanayileşme baskısı yüzünden tarım alanların giderek azaldığı da bir gerçektir.

Belirtmeye çalıştığım sorunların pek çoğunun önlenememesinin temelinde yönetime ilişkin sorunlar yatmaktadır. Karar vericiler ve planlamacılar da dâhil olmak üzere, kamuoyu tarafından göl ve çevre alanlarının önemi anlaşılmalıdır. Su ve arazi kullanım planlarında göllerin korunması ve akılcı kullanımı ilkelerine dikkat edilmeli. İlgili kurum ve kuruluşlar arasında etkin bir iletişim ve işbirliği sağlanmalıdır. Ekolojik karakterindeki değişimleri sürekli ve düzenli olarak izleyecek ve gerekli tedbirleri zamanında alabilecek idari mekanizmalara yer verilmelidir.

Son Söz: Suya olan bakış değiştirilmelidir. Tamamen ikame edilemeyen su kaynakları; kısıtlı bir sosyal ve ekonomik kaynaktır. Toplumun tüm kesimlerine bu anlayış yerleşmelidir.

İklim değişikliği senaryoları, toplam sulu ve yağış rejimine dayalı yapılan tarım alanlarındaki değişim ve bu değişimlerin sonuçları gibi bilgilerin referansıyla ayrıca “ülkemizin tarımsal arz-talep dengesini göz önüne alarak kısa (2023), orta (2030) ve uzun (2040) vadede tarım havzaları bazında üretim planlamalarının bağımsız olarak uygulanması şarttır.”