Bir ülkede gelir dağılımını düzeltme önlemleri, tarıma verilecek önemle daha da süratle gerçekleştirilebilir. Yalnızca endüstriye dönük bir kalkınmada, tarım giderek fakirleşir! Ülkemiz de bu durumu yaşıyor diyebilir miyiz? EVET...! Şu anda endüstri yeteri kadar istihdam yaratamıyor ve uluslararası piyasa koşullarını aşan ölçülerde, endüstri sübvansiyonu yerine tarımla ilgili ticari ve sınai faaliyetleri teşvik etmek, çiftçileri toprağa bağlamak daha uygun değil, daha akıllıca olacak gibi görünmektedir.

Tarım konusunda ekonomik etkenlik ile teknik etkenliği ayırmak çok önemlidir. Fakat biz hala bu ayrımı yapmada güçlük çekiyoruz. Örneğin sahil bölgelerimizde muz yetiştirmek üzere yapılan harcamalar iyi netice verip de, muz üretimine başlamadan önce bu muzun uluslararası fiyatlarla elde edilip edilemeyeceğini saptamamız gerekiyor. Böyle bir çalışma yapılmayınca dünya muz fiyatının üstünde ülkemizde muz üretmek ve tüketmek başlı başına bir kaynak israfından başka bir şey olmuyor. Sonra muzdan vazgeçip, daha başka ürün arayışına geçiliyor.

Ülke olarak tarımsal üretimde sıkıntımız yok! Ancak tarımsal üretimde önemli kararlar almadan önce, üretim seçenekleri varsa önce bunların milli gelir testinden (üretim konularının milli gelire katkılarının araştırılması) geçirilmesi, daha sonra uluslararası maliyet testinden (tarımsal üretimin ülkede yapılmayarak yurtdışı alımın karlı olup olmadığının araştırılması) geçirilmesi, döviz ve iş gücü kullanma oranları testinden de geçirmemiz gerekir.

Sanayileşme, ülkemizde uzun yıllar tarımdan bağımsız olarak ele alınmış ve ülkemizin ekonomik kurtuluşunun, tarıma daha az önem verilerek süratle hızla endüstrileşme olduğu zannedilmiştir. Tarıma verilecek ağırlığın belirlenmesinde tarımsal girdilerin, yerli üretimdeki gecikmeler, tarım nüfusunun zamansız ve plansız olarak ilçelere, şehirlere göçün yarattığı sorunlar ve sosyal kargaşalıklar-varoş yaşamları önlenememiştir. Tarım, kaynak dağılımında yalnızca nicelik açısından değil, nitelik açısından da ihmale uğramıştır/uğratılmıştır. Maalesef, tarıma ayrılan sınırlı kaynakların da rasyonel kullanımı ve takibi izlenmesi de yapılamamıştır.

Uygulanan tarım politikaları sonucu çiftçilerimiz aralarında gerçek bir teknoloji takibi, verimlilik artırma, uzmanlaşma gayreti ve endişesi içinde olamamışlardır. Çoğu çiftçilerimiz topraklarını ektikten sonra bakanlığın ilan edeceği destekleme fiyatlarının daha yüksek olması için uygun gördükleri baskı gruplarını, genelde o yörenin-şehrin milletvekillerini harekete geçirme yolunu tercih etmişlerdir. Bu suretle-nedenle üreticilerin girişimci yönleri zayıflamıştır. Kuşkusuz ülkemiz tarımının geri kalmasında esas sorumlu çiftçiden-üreticiden ziyade; onlara bilimi, teknolojiyi, gerekli girdileri ve krediyi zamanında sağlayamayan/ sağlamayan ve onlarda gerekli milli heyecanı ve bilinci uyandırmayan/ uyandıramayan muhtelif zamanlardaki yönetimlerdir.

BU SÜREÇTE KİM, NASIL MUTLU OLABİLİR Kİ?

Ülkemiz, tarımda her yönüyle potansiyele sahip zengin bir ülke! Ancak, tarımdan zenginlik üretmek yerine başka ülkelerin çiftçilerini destekleyen dış alımcı (ithalatçı) politikalarla üretimi, üreticiyi zorlama yolunda ilerlemektedir...!

Diğer taraftan ülkemizde çiftçilerin yetersiz kazanç, tüketicilerin de yüksek gıda fiyatları nedeniyle mutsuz olduğu görülmektedir.

Bu iki kesimin mutsuz olduğu bir süreçte kim, nasıl mutlu olabilir ki?

Tarım ürünleri fiyatlarını, girdi-üretim maliyetlerini dikkate almadan değerlendirmek ne kadar doğrudur?

Kooperatifçilik ve çiftçi birlikteliğinin sağlanamaması sorununu-problemini çözmeden, tarımdaki sorunları çözmeden ekonomideki sorunları çözmek mümkün müdür?

Sorunların nedenlerini değil, sonuçlarını ortadan kaldırmaya çalışan anlayış daha ne kadar devam edecektir?

Soru sormayı, doğru sorulara uygun cevaplar vermeyi ne zaman öğreneceğiz?

Hâlâ sigortalı (SGK’da BAĞKUR’lu) çiftçi sayısı ile Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı çiftçi sayısını ayıramayan uzmanlarımız(!) var! Yazıyor, paylaşım yapıyor ve fırsat buldukça konuşuyorlar.

Nitekim tarım, ülkemiz gündeminde genellikle ya enflasyon verileri açıklandığında ya sel/kurak olduğunda ya küresel iklim krizi gündeme geldiğinde ya gıda tedarik zincirindeki aksamalarda ya da seçim zamanlarındaki söz verme yarışlarında gelmektedir. Ne yazık ki ülkemizde tarım, henüz yeterince gündeme gelmemektedir/ getirilmemektedir. Bu durum bazen insanın umutlarını kırıyor. Bazen bu durum karşısında çaresiz kalıp istifa edesi geliyor insanın. Ancak mücadelede istifanın- geri çekilmenin yeri yok; asıl olan daha çok çalışmak, daha çok çabalamak, ortaya çıkan yetersizlikleri emekle doldurmak şiarımız olmalıdır.

Çevremize kocaman bir set çekilmiş. Bu set adeta tarımda karar verememe ve üretememe-ürettirmeme duvarı..! Bu duvarın yıkılması gerekiyordu. Şimdiye kadar balyoz aradılar, bulamadılar. Bir iki tekme atıldı olmadı. Gövdeleri ile yokladılar olmadı ve vazgeçtiler! Ancak, ziraat mühendisleri farklı! Onlar sonuna kadar mücadele eder! Vücuduyla yüklenir, kafasıyla vurur. Düşer bayılır, sonra tekrar devam eder. Ziraat mühendisleri, ne yapar yapar o duvarı yıkar! Buna inancım her zaman tamdır.

Son söz: Bir tarafta; tarım sektörünün hislerine, duygularına, beklentilerine cevap verebilecek, dünü iyi okuyan, bugünü eylemleriyle, ortaya koyduğu enerjiyle şekillendiren ve yarın için entelektüel manada düşünce ve proje üretebilen ustalar sessizliği tercih ederek siyasî olgunluk örneği göstermektedir. Öte yandan; şöhreti sevenler, açlık cini midesine kaçanlar, koltuk doyumsuzlukları hiç tükenmeyen, makam araçlarına binmeyi, önünde kapıların açılmasını, toplantılarda protokolde oturmayı sevenler, hırsları akıllarının ve vicdanlarının önüne geçmiş tiplerin, karar verici olma ve o koltuklara oturma çabası içinde olmaları, ülkemiz tarımı adına büyük bir talihsizliktir.

Değerli okur, başta Sevgili Anneciğim olmak üzere tüm annelerimizin-analarımızın- bacılarımızın ANNELER GÜNÜ’NÜ kutlarım...