Yıldıray Çiçek / TÜRKGÜN

Bir “Ulusal Güvenlik, Savunma Strateji” dergisinde okumuştum. Kaybolan bir çocuk buluyorlar. O çocukla ilgilenirken çeşitli konularda sohbet ediyorlar. Sohbet esnasında çocuğa Dünya ile Ay, Ay ile yıldızlar arasındaki mesafe soruluyor. Çocuk bilimsel verilere göre tam olarak bu mesafeyi söylüyordu. Ama kaybolan çocuğa evinin adresini soruyorlardı. Çocuğun cevabı çok manidardı: Onu bana televizyonlarda öğretmediler.

Bu cevap, televizyonlarda yayınlanan programların 7’den 77’ye insanlar üzerinde etkisini gösteriyor. Bireye ve topluma iyi bir program sunarsan onun meyvesi güzel, kötü içerikli program sunarsan onun meyvesi de kötü oluyor. Tadı güzel, meyvesi vitaminli program ile meyvesi kokmuş, çürümüş program bir olur mu?

Kötü program derken toplumun ahlakını bozan, iyi program derken ahlakı öğreten, koruyan ve yaşatan tanımını özetliyorum.

Türkiye’de sadece TRT varken toplumun programlardan olumsuz etkilenme oranı çok düşükken, daha sonra özel televizyonların arka arkaya kurulmasıyla beraber televizyon öğreticiliği, yönlendiriciliği çok farklı boyutlara gelmiştir. Özellikle genç nesil üzerinde etkisi çok olumsuz olmaya başlamış ve aile yapısını bozan programlar toplumu gerçekten büyük bir felakete sürüklemeye başlamıştır. Hayalini kurmaya çalışsak, rüyada bile kurgulayamayacağımız olaylar günümüz televizyonlarında kimi zaman bir dizi filmde, kimi zaman bir sinema filminde, kimi zaman da reyting hesabıyla yapılan sabah kuşağı programlarıyla toplumun ruh sağlığını bozan, ahlaksızlığı normalleştiren, şiddeti özendiren tarzda Türk milletine sunulmaktadır. Kaybolan çocuğa sorulduğu gibi sorulsun, suç işleyen kişilere de sorulsun, inanın “Bunu bize televizyonda öğrettiler” cevabını verir.

Programlar dayanışmayı, erdemi, fazileti, doğru-dürüst olmayı, haramı-helali birbirinden ayırmayı, iyilik yapmayı, çocukları, kadınları, yaşlıları velhasıl insanları korumayı, hayvanları, ağaçları, doğayı sevmeyi, tarihini, kültürünü, atalarını tanımayı, sevdirmeyi özendirse toplum da ona göre şekillenecektir. Ama tam tersi tecavüzü, aldatmayı, şiddeti, cinayeti, hırsızlığı, gaspı, vatana ihaneti özendirirse de elbette toplum ona göre şekil alacaktır.

Toplum öyle bir hâle geldi ki, kötü olarak tarif edeceğimiz programlar reyting rekorları kırıyor, iyi olarak tarif edeceğimiz programlar da reyting konusunda yerde sürünüyor. Arz-talep dengesinde kabul gören neyse, elbette televizyon yöneticileri de tüketici toplum alıcılığını göz önünde bulundurarak hareket edecektir. Reyting para kazandırdıkça televizyonlar da ona göre daha çok reyting için kolları sıvayacaktır. Böylesi bir düzende RTÜK’ün görevi ne yazık ki belli standartları aşmaya yetmemektedir.

Ama televizyon programları kötülüğü aşılayan hâlden kurtarılmalıdır. Türkiye’de televizyon girmeyen ev kalmamıştır. Dağın başında bile artık cep telefonu üzerinden televizyon izlenebilmektedir. İyilik iyiliği, kötülük kötülüğü özendirir. O yüzden milletin ahlakı, toplumun ruh sağlığını korumanın ilk adımı televizyon programlarının içeriğinden geçiyor. “Bir TV dizisi için bir ülkenin aile yapısı ve düzeni feda edilmemeli” ölçüsünü yetkililer sağlamalıdır. Aksi takdirde televizyonlar toplum ahlakının üzerine akan zehir olmaktadır. Milletimiz bu zehirden korunmalıdır.

Editör: Haber Merkezi