George Floyd cinayetinden sonra koronavirüsü gölgede bırakan siyah karşıtlığı hastalığı gündeme geldi.

Yıllardır ezilmişlik, Trump’ın ırkçı tutumları ve salgının beraberinde getirdiği ekonomik ve sosyal sıkıntılar, toplumun öfkesi Floyd cinayetiyle dışa vurdu. Aslında nefes alamayan sadece Floyd değildi, sorunlarla cebelleşen ve çıkmaza giren sistem ve Amerika’da köleliğe karşı mücadele eden tarih sayfaları, kişiler ve insanlık.

Amerika’da protesto dalgaları anbean karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu Amerika olduğundan, bundan kaçışımız yok. Ve yine de söz konusu Amerika olduğundan, birçok Avrupa ülkesi demokrasi konusunda sınıfta kaldı demek hafif kalıyor. Düpedüz ikiyüzlülük sergilediler. İnsan haklarına karşı ağız dolusu konuşan demokrasi beşikleri, nedense insan hakları ihlali Amerika’da yaşanınca suskunluk gösterdiler. Hükümetler, Trump sorusu karşısında 21 saniye suskun kalan ve ne cevap vereceğini bilemeyen Kanada Başbakanı Trudeau gibi dilini yuttu. İnsan hakları konusunda da kendi çıkarları doğrultusunda yaklaşan bu devletlerin doğu ülkelerinde ‘insan hakları’ konusunda çok ‘endişeli’ olmalarını da gayet iyi anlamaktayız. Bu samimiyetsiz yaklaşımları bir kenara bırakıp Floyd cinayetine dönelim. Bu ırkçı tutum ne yazık ki ilk değildir. Siyahi başkan seçmekle vitrini süsleyen Sam Amca, ‘Tom amcanın kulübesi’nde yaşananlar üzerinden zaman geçse de kölelik tarihinin acımasızlığını çok da atlatmış sayılmaz. İnsani değere muhatap görülme, aynı otobüste gitme, aynı tuvaleti kullanma, oy verme, eğitim alma, avukat olma, kamuda beyazlar gibi çalışma kavgaları üzerine yeterince romanlar, şiirler yazılsa da, yeterince müzikler bestelense de anlaşılan yapılanlar ve yaşananlar yetersiz kalmış.

Amerika, Emmett Till’le barışmadığı sürece bu sorun var olacaktır. 1955 yılında 14 yaşında teninin rengi siyah olduğu için vahşice öldürülen bir çocuk ölümünden yıllar sonra da saldırılara maruz kalmıştır. Bu cinayet bize bir nevi Harper Lee ünlü eseri olan ‘Bülbülü öldürmek’ romanını hatırlatıyor. “İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen, ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.

21 yaşındaki Karolin Bryant’ı ıslık çalarak taciz ettiği iddiasıyla (ki bu iddianın yalan olduğu ortaya çıkıyor) kocası ve üvey kardeşi, 14 yaşındaki küçük siyahi çocuğun evine gelerek, onu yakalayıp önce ahıra taşıdılar. Daha sonra Till’i dövdüler ve bir gözünü çıkardılar. Bu işkencelerle yetinmeyip çocuğu başından vurup cesedini dikenli tel ile 32 kilogram ağırlığındaki pamuk makinesine bağlayarak nehre attılar. Emmett Till'in cesedi üç gün sonra bulundu. Annesi, bu vahşeti herkesin görmesi için çocuğun cesedinin açık bir tabutta tutularak tören düzenlenmesi için ısrar etti. On binlerce kişi Till’in cesedini gördü. Till cinayetinin haberi dalga dalga Amerika’ya yayıldı. Cinayetin vahşeti ve aynı zamanda katillerin beraat etmesi vicdan sahiplerinin hüzünlerini öfkeye döndürdü, ABD’de siyah sivil hakları hareketinin genişlemesine ve ardından Afro-Amerikan Sivil Haklar Hareketi’nin kurulmasına sebep oldu. 2016’da Nobel Ödülü alan müzisyen ve yazar Bob Dylan, bu cinayete tepkisini yazdığı şarkı ile dile getirmiştir. Emmett Till’in ölümü parçasında “Teninin rengi siyahtır ve adı Emmett Till'tir” diyerek, Till’in tek günahının siyah olmak olduğunu kınamıştır.

Emmett Till’in cesedinin atıldığı nehre acı olayı anlatan tabela koydular. Ancak o tabela beyazlar tarafından atış poligonuna çevrilmiştir. En son 2019 yılında 3 üniversiteli beyaz öğrenci tabelayı kurşunlarken verdikleri pozu sosyal medya hesaplarında paylaşmışlar. Zaman zaman siyahi karşıtları o tabelanın önünde toplanarak ırkçı söylemlerde bulunmaktadırlar. Anlaşılan odur ki, beyaz ırkçılar 14 yaşındaki küçük çocukla masum olduğu halde barışmamışlar. Irkçılar, Amerika’daki siyahilerin varlıklarına karşı öçlerini Till’in acı hikâyesini anlatan tabeladan alıyorlar.

Yani, Emmett Till büyü(yebil)seydi, George Floyd olurdu.