Türkiye, 40 yıla yakın bir zamandır PKK terörü ile uğraşan ve bu uğurda binlerce şehit veren bir ülkedir. Bu mücadele sürecinde her dönem farklı stratejiler izlenmiştir. Bu kapsamda, 1980’li yıllarda köy korucuları da mücadeleye dahil edilirken, 1990’lı yıllarda yurtiçinde alan hakimiyetine öncelik verilmiş ve büyük birliklerle operasyonlar yürütülmüştür. Ayrıca sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak anlayışıyla, PKK bölücü terör örgütünün barınma alanlarının bulunduğu Irak kuzeyine yönelik kapsamlı ve derinlikli sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirilmiştir. Bu operasyonlar sırasında çok sayıda terörist etkisiz hale getirilmiştir. Ancak Irak topraklarında yer alan bu operasyon sahalarında kalıcı üs bölgeleri kurulamadığı için bir süre sonra bu alanlar tekrar terör örgütünün barınma alanları haline gelmiş ve yıllar süren bir kısır döngü yaşanmıştır.

            Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya’nın başkenti Nairobi’de yakalanarak yurda getirilmesi sonrasında, terör örgütü bitme noktasına gelmiş ve silahlı unsurlarını Irak kuzeyine çekerek birkaç yıl süren eylemsizlik dönemine girmiştir. ABD’nin, 2003 yılında Irak’ı işgal etmesiyle birlikte, aradığı istikrarsız ortama kavuşan PKK terör örgütü, 2004 yılından itibaren silahlı saldırılarına tekrar başlamıştır. ABD işgali sonrasında, dağılan Irak Ordusu’ndaki silahlar, Irak kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetimi ve bazı silah kaçakçıları üzerinden terör örgütünün eline geçmiş ve kanlı saldırıları için imkânlarını artırma fırsatı yakalamıştır.

            Elde ettiği imkânlarla yurtiçine çok sayıda terörist aktaran terör örgütü, karakollarımıza saldırılar düzenleyerek çok sayıda şehit vermemize sebep olmuştur. Ayrıca yollara tuzakladığı EYP’ler ile intikal halindeki güvenlik güçlerini hedef alan terör örgütü, bu ve benzeri saldırılarla kendisini göstermeye çalışmış ve siyasi etki alanı oluşturma gayreti içerisine girmiştir. PKK terör örgütünün siyasi uzantısı partinin faaliyetleri de bu etki alanı oluşturma çabalarında önemli rol oynamıştır. Güvenlik güçlerinin etkin operasyonları neticesinde büyük kayıplar veren terör örgütü, tekrar toparlanma sürecine girmiştir.

            PKK, Suriye İç Savaşı sonrasında, ABD’nin desteğiyle bu ülkenin kuzeyinde etki alanları oluşturmaya başlamıştır. Terör örgütünün kontrol altına aldığı bu alanlar, Türkiye’yi güney sınırlarından kuşatırken, örgüt meskûn mahallerde çatışma tecrübesi edinmiştir. Bu tecrübesini Türkiye’ye aktarıp, yıllardır hayalini kurduğu “devrimci halk savaşı”nı başlatmak isteyen terör örgütü, bazı il ve ilçe merkezlerinde hendek terörüne başlamıştır. Kendisine müzahir siyasi parti eliyle yönetilen belediyelerin imkânlarını da kullanan PKK terör örgütü, kent merkezlerinde sözde kurtarılmış bölgeler oluşturarak tıpkı Suriye’nin kuzeyinde olduğu gibi bazı bölgeleri kendi kontrolü altına almak istemiştir. Ancak güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları neticesinde kent merkezleri terörden arındırılmış ve kamu düzeni tekrar sağlanmıştır.

            Şehir merkezlerinin terörden temizlenmesi sonrasında terörle mücadeleye, sebepleri ortadan kaldıracak şekilde geniş çaplı olarak devam edilmiştir. Öncelikle terör örgütüne müzahir partinin yönetimindeki belediyelere kayyum atanarak, vatandaşlarımızın devlet imkânları kullanılarak devlete düşman olmalarının önüne geçilmiştir. Yapılan belediye yatırımlarıyla halkımızın yaşam kalitesinde gözle görülür bir artış sağlanırken, istihdam artırıcı yatırımlarla terör örgütünün istismar ettiği bölgelerde ekonomik hayat canlandırılmıştır. Gerçekleştirilen sosyo-ekonomik yatırımlarla devlet-millet bütünleşmesi başarıyla sağlanmış ve terör örgütü silahlı faaliyetleri için ihtiyaç duyduğu tabanı kaybetmeye başlamıştır. Bununla beraber yurtiçinde ve sınır ötesinde yerli ve milli imkânlarla üretilen silah sistemleri kullanılarak gerçekleştirilen operasyonlarda, terör örgütüne büyük kayıplar verdirilmiştir. Başta silahlı insansız hava araçlarının etkin kullanımı güvenlik güçlerine alan hâkimiyeti imkânı verirken, hâkim noktalara inşa edilen kalekollar bu alan hâkimiyetinin sürekli hale gelmesini sağlamıştır.

            Türkiye, 20 Temmuz 2015 tarihinden itibaren terörle mücadele politikası ve yönteminde önemli değişikliklere gitmiştir. Savunma anlayışı yerine ara bul yok et anlamına gelebilecek bir politika ile bataklığı kurutmaya, Türkiye’nin ve Türk milletinin güvenliğinin sınırlarımız ötesinde kalıcı bir şekilde sağlanmasına yönelik bir yöntemi benimsemiştir. Sağlanmış bulunan mücadele başarısında bu değişikliğin belirleyici etkisi olmuştur. Ayrıca 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan hain darbe girişimi sonrasında, devlet kurumları içerisinde yapılan FETÖ temizliği, terörle mücadele etkinliğini artıran bir başka unsur olmuştur.

Güvenlik güçlerinin başarılı operasyonları sayesinde yurtiçinde bitme noktasına gelen terör örgütü, düzenlenen sınır ötesi operasyonlarla da çok büyük kayıplar vermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak kuzeyinde yürüttüğü Pençe serisi operasyonlar (Pençe-1, Pençe-2, Pençe-3, Pençe-Kartal, Pençe-Kaplan, Pençe Kartal-2, Pençe-Şimşek, Pençe-Yıldırım, Pençe-Kilit) ile terör örgütünün barınma alanları ele geçirilirken, terör örgütünün burada tekrar yuvalanmasını engellemek maksadıyla kalıcı üs bölgeleri kurulmuştur. Anılan pençe operasyonları sonucunda 831 terörist etkisiz hale getirilirken, 1281 adet çeşitli cinsteki silah ele geçirilmiş, 1407 mağara kullanılmaz hale getirilmiş ve 1812 el yapımı patlayıcı (EYP) imha edilmiştir. Irak kuzeyinde yürütülen etkili operasyonların yanı sıra Suriye’nin kuzeyine de Fırat Kalkanı (2016), Zeytin Dalı (2018), Barış Pınarı (2019) ve Bahar Kalkanı (2020) Harekâtları düzenlenmiştir. Bu harekâtlar ile Türkiye’nin Suriye sınırının bir kısmı terörden arındırılarak güvenli hale getirilirken, Irak kuzeyinden Akdeniz’e kadar uzanması hedeflenen terör koridorunun da önüne geçilmiştir.

            PKK’ya karşı yürütülen başarılı operasyonlarda önemli sonuçlar elde edilmiş olmasına ve sınır hattının önemli bir kısmı güvenli hale getirilmiş olmasına karşın, terör örgütünün Irak kuzeyinde Kandil, Gara ve Sincar Dağlarındaki varlığı devam etmektedir. Aynı şekilde Suriye coğrafyasında geniş bir alanı kontrol eden terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD / YPG, Türkiye için önemli bir tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Bu nedenle Irak sınırının derinliğinde uluslararası hukuka uygun olarak icra edilen harekâtlar, terör örgütünün varlığına son verme amacıyla yürütülürken, Suriye’nin kuzeyinde sınır hattı boyunca terörden arındırılmış bölge oluşturma gayretleri de devam etmektedir. Bu maksatla uzun bir süredir gündemde olan yeni bir Suriye Harekâtı, terör örgütünün ve işbirlikçilerinin korkulu rüyası haline gelmiştir.

            PKK terör örgütü bu harekâtı engelleyebilmek için her türlü girişimde bulunurken, Türkiye’nin Suriye coğrafyasında daha etkin hale gelmesinden çekinen ABD, Rusya ve İran gibi devletler de yaptıkları açıklamalarda bu operasyona karşı olduklarını ifade etmektedirler. Aslında Türkiye’nin terörle mücadele sürecinde müttefikleri tarafından yalnız bırakıldığı, hatta bu müttefiklerin bizzat terör örgütünü destekledikleri bilinmektedir. PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD / YPG’ye; ABD tarafından binlerce TIR dolusu silah gönderildiği, Fransa’nın başta çimento olmak üzere lojistik destek sağladığı, çeşitli Avrupa ülkelerinin de siyasi destek verdikleri basına yansıyan haberler arasındadır.

            Ayrıca PKK adına çeşitli Avrupa ülkelerinde zorla para toplandığı, uyuşturucu ticareti yapıldığı ve bu ticaretten elde edilen kara paranın aklanarak örgüte aktarıldığı yönünde bilgiler, Avrupa Birliği Polis Teşkilatı (EUROPOL)’nın “Avrupa Birliği (AB) Terörizm Durumu ve Trendi 2022 Raporu”nda yer almaktadır. Aynı raporda Avrupa ülkelerinden birçok kişinin de çeşitli ideolojik sebeplerle PKK’ya katılmak için Suriye’ye gittikleri belirtilmektedir. Avrupa güvenlik birimleri PKK terörünün kendileri için ne kadar büyük bir tehlike olduğunun farkında olsa da, Avrupa siyaseti Türkiye karşıtı anlayışından kurtulamayarak bu terör örgütüne alan açmaya devam etmektedir.

            Rusya da son yıllarda Türkiye ile yakın ilişki kurmuş olsa da, PKK üzerindeki etkisini kaybetmek istememektedir. Rusya’nın bu nedenle Suriye’nin bazı bölgelerinde PKK ile yakın temasta olduğu gözlenmektedir. İran’ın ise hem Suriye rejimi ile olan yakınlığı, hem Şii jeopolitiği adıyla Akdeniz’e kadar uzanma stratejisi ve güçlenen Türkiye’nin bu stratejiyi engelleyebilme potansiyeli gibi sebeplerle, PKK terör örgütü ile bazen gizli bazen de açık iş birliği içerisinde olduğu yönünde bilgiler bulunmaktadır.

            Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında Doğu Avrupa’nın güvenlik kaygıları artmış, İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyeliği gündeme gelmiştir. Ancak bir NATO müttefiki olan Türkiye, söz konusu ülkelerin PKK ile yakın ilişkileri nedeniyle bu üyelik girişimini veto edeceğini açıklamıştır. Ancak yürütülen müzakereler neticesinde ilgili ülkelerin terör örgütleriyle bağlarını kesmeleri karşılığında üyelik sürecinin veto edilmemesi konusunda mutabık kalınmıştır. Her ne kadar Türkiye bu yönde bir söz almış olsa da, bu taahhüdün yerine getirilmemesi durumunda çok şaşırılmamalıdır. Nitekim Türkiye’nin yıllardır müttefiklik ilişkisi kurduğu devletlerin bizzat PKK terör örgütünü destekledikleri bilinmekte olup, Türkiye bu desteklere rağmen terör örgütünün kökünü kazımaya kararlıdır. Dolayısıyla bir eksik bir fazla, İsveç ve Finlandiya’nın PKK’ya verdiği destekler, Türkiye’nin terörle mücadelesini etkilemeyecektir.

            Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyi, Türkiye’nin güvenliği için bataklık halini almıştır ve ivedilikle kurutulması şarttır. Türkiye, Irak’ta her ne kadar sınır hattını kontrol altına alınmış olsa da coğrafi derinliği olan Kandil, Sincar ve Gara Dağları bölgeleri hala terör yuvası özelliğine devam etmektedir. Bu nedenle Irak’tan bazı tepkiler gelse de kararlılıkla devam eden Pençe harekâtlarına ve güvenliğimizi temine dönük meşru diğer harekâtlara devam edilmeli ve bu bataklıklar kurutulmalıdır. Ayrıca sınır güvenliğimiz açısından tüm Suriye sınırı boyunca 30 km derinliğinde bir alanın kontrol altına alınması ve terörden arındırılması gerekmektedir.

            Son günlerde gündemde olan kapsamlı Suriye Harekâtının bir an önce başlatılması terör yuvalarının dağıtılması açısından önem arz etmektedir. Hatırlanacağı gibi Barış Pınarı Harekâtı (9 Ekim 2019) ardından, 17 Ekim’de ABD ile 22 Ekim’de ise Rusya Federasyonu ile imzalanan mutabakat metinlerinde, Türkiye’nin 30 km. derinliğinde güvenli bölge oluşturmasına onay verilmiş, bu doğrultuda her iki ülke de terör unsurlarının bu bölgeden temizleneceği garantisini vermişti. Ancak bu taahhütler yerine getirilmediği gibi bölgede YPG / PYD desteklenmeye devam edilmiştir. Bu nedenle kim ne derse desin Türkiye kendi güvenliğini kendisi sağlayabilecek güçtedir ve uluslararası hukuktan kaynaklı bu meşru hakkını kullanmaktan geri durmayacaktır. Kuşkusuz bu süreçte hem içeride hem de dışarıda Türk Devleti’ne engel olmak isteyecek güç odakları belirecektir. Geçmişte olduğu gibi bugün de o mihrakların girişimlerine itibar edilmeden sonuç odaklı etkin operasyonların kararlılıkla gerçekleştirilmesi hayati önem arz etmektedir.

            Türk Silahlı Kuvvetleri ve Jandarma Teşkilatı başta olmak üzere tüm güvenlik güçlerimiz, terörle mücadelede canını ortaya koyarak vazifelerini yerine getirmişler ve getirmeye devam etmektedirler. Bu süreçte önemli sonuçlar elde edilmesinin yanı sıra çok sayıda kayıplarımız da olmuştur. Evlatlarımızın güvenli bir vatanda yaşayabilmeleri için kendi evlatlarından vazgeçen kahramanlarımız, Türk Milleti’nin sinesinde elbette unutulmaz bir yerdedir.

            Bu noktada Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin, terörle mücadelede eşsiz feragat ve fedakarlığı bulunan bazı kahramanlarımıza, Devlet Övünç Madalyası verilmesi yönündeki teklifi büyük önem arz etmektedir. Sayın Bahçeli bu konu ile ilgili yaptığı açıklamada: “Sayın Cumhurbaşkanımızın kararı ve tevcihi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, toplumun huzuru, birlik ve beraberliği için yurt içinde ve yurt dışında üstün feragat, fedakârlık, başarı ve yararlılık gösteren muhterem isimlere, Devlet Şeref Madalyası’nın layık görülmesi, terörle mücadelenin şevk ve iradesini hem destekleyecek hem de mükafatlandıracaktır.” hususlarını ifade etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın takdir ve tensipleriyle üstün hizmetleri bulunan kahramanlarımızın madalyaya layık görülmeleri, bir taraftan terörle mücadelede gösterilen şevk ve iradenin artırılmasını sağlarken, diğer taraftan bu mücadelede önemli görevler üstlenen mümtaz şahsiyetlerin isimlerinin milletimizin hafızasında nesiller boyunca aktarılacak bir saygı nişanesi ile yerlerini almaları sağlanacaktır.