İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği söz konusu olduğunda Türkiye’nin “terörle mücadele” vurgusu yapması ve bu ülkeleri bu konuda müttefikliğe yaraşır şekilde davranmaya çağırması, güney sınırımızın ötesindeki terör yuvaları dikkate alındığında daha kolay anlaşılabilir.

Türkiye’nin toprak bütünlüğüne kast eden ve on binlerce hayatın solmasına sebep olan PKK/PYD/YPG terörü ve Türk demokrasisine kast eden eli kanlı FETÖ başta olmak üzere, Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesi uzun zamandır sürüyor. Bu süreçte sözde müttefiklerden kayda değer dayanışma görmek bir yana, birçok ülkenin terör örgütlerine siyasi, ekonomik ve hatta askerî açıdan desteklediklerine şahitlik ettik. Suriye’de konuşlanan ve oradan Türkiye’ye tehdit oluşturan PKK/PYD örgütüne ABD’nin binlerce tır dolusu askerî malzeme gönderdiği herkesin aklında. ABD’nin Ukrayna-Rusya savaşı başladığında Ukrayna’ya gönderdiği destek bile o boyutta olmadı. Buradan hareketle, Suriye’de silahlandırılan terör örgütünün kime karşı silahlandırıldığını ve asıl hedefin ne olduğunu gözden kaçırmamak gerek.

Türkiye, uluslararası hukuktan kaynaklanan yetkilerini ve egemenlik haklarını kullanarak terör oluşumuna fırsat vermeyeceğini ilan etti. Fırat Kalkanı gibi sınır ötesinde gerçekleştirilen kapsamlı harekatlarla terör tarlalarını yerle bir etti. Afrin’den Kandil’e uzanan bir güvenli bölge inşa edilebilmesi için ciddi bir mücadele verildi. Bu süreçte birçok Mehmetçik şehit oldu, nice aileye ateş düştü. Ancak sınır ötesinde başlatılan kararlı ve başarılı mücadele henüz tüm hedeflerine ulaşmış değil. Yarım kalan sürecin tamamlanması için yeni bir operasyon kaçınılmaz görülüyor.

Nitekim, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan geçtiğimiz günlerde bu minvalde bir açıklama yaptı. Millî Güvenlik Kurulu bildirisinde de “Güney sınırlarımızda icra edilen ve edilecek harekatların milli güvenlik ihtiyacının bir gereği olduğu” vurgusu yapıldı. Her zaman olduğu gibi, sınır ötesine operasyon yapılacağı anlaşılınca uykusu kaçan terör sevici dâhilî bedhahlar, en az elinde silahla ecelini bekleyen teröristler kadar bu gelişmeden kaygı duydu. Türkiye’yi haklı ve meşru yolundan döndürebilmek gibi boş bir ümitle oyalanan bu çevreler, derhal harekete geçip Türkiye’yi yabancı başkentlere şikâyet etmeye başladı bile.  

İşin ilginç yanı, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne göz diken bu çevreler, Türkiye’yi “komşularının toprak bütünlüğünü ihlal etmek” ile itham ediyor. MGK Bildirisi de çok isabetli bir şekilde, “icra edilen ve edilecek harekatların komşularımızın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini hiçbir surette hedef almadığı ve bu harekatların, komşularımızın da huzur ve güvenliğine ciddi katkı sağlayacağı” hususunun altını çizdi. Yükümlülüklerinin gereğini her daim müttefiklik ruhu ve hukuku ile ahde vefa ilkesine uygun bir şekilde yerine getiren Türkiye’nin, aynı sorumluluk ve samimiyeti müttefiklerinden de beklediği vurgulanarak sözde müttefiklere ve müttefik adaylarına da önemli bir mesaj verildi.

Aralıklarla süren saldırılar ve Suriye’deki otorite boşluğu dikkate alındığında, Türkiye’nin her türlü eleştiri ve baskıya rağmen, sınır ötesindeki terörle mücadelesini devam ettirmesi gerektiği açık. Milli hassasiyetleri güçlü, şuuru ve iradesi satın alınmamış millet fertleri, bu konuda tavize ve gecikmeye yer olmadığını haykırıyor. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Son terörist teslim alınmadıkça, son kanlı silah ele geçirilmedikçe, bölücülüğün şah damarı kesilmedikçe durmak, duraksamak ve durgunluk emaresi göstermek yoktur. Katiller en ağır şekilde cezalandırılacaktır.” şeklindeki açıklaması, millî vicdanın sesi olmuştur. 

24 Temmuz 2015’ten bugüne 34 bin 375 teröristi etkisiz hale getiren Türk Ordusu, kaldığın yerden harekatlarına devam etmelidir, edecektir. Terörle mücadelenin ne olduğu, neden gerekli olduğu bir kez daha dünyaya gösterilmelidir, gösterilecektir. Bu iradenin sarsılmaz olduğu dünyaya ilan edilmelidir, edilecektir. Terör Türkiye’nin gündeminden çıkarılmalıdır ve şüphe yok ki er geç çıkarılacaktır.