Bu hafta sonu gerçekleşen ASO meslek komiteleri ortak toplantısında Sanayi Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı yetkililerinden sunulan destek şemalarının bir bütün olarak resmini görme imkânım oldu. Bu sunumlarda gördüm ki oldukça fazla teşvik tipi mevcut. Bu, devletin ekonomiyi geliştirmek için samimi çabasını ve özverisini gösteriyor. Devlet ana kaynağı olan vergiden vazgeçerek yeter ki yeni yatırımlar yapılsın diyor.

Teşviklerin içeriklerinde yatırımın belli bir yüzdesinin yıllar içinde vergiden düşüleceğini ifade eden %15-50 oranında yatırıma katkı, işletme faaliyete geçtikten sonra %15-90 oranında vergi indirimi, kredilerde faiz desteği, sigorta primi destekleri, stopaj desteği, KDV iadesi desteği gibi çok detaylı hazırlanmış dolu dolu bir destek içeriği sunuluyor. Gerçekten dünyadaki en geniş iş teşvik sistemlerinden bir tanesi ve bence övünç kaynağıdır.

İnternet kaynaklarından incelediğimde bu teşviklere rağmen 2018 yılında yatırım teşvik belgelerinde ve bunlara ilişkin sabit yatırımlarda bir düşüş olduğu da görülüyor. Önceki yıllarda ve 2018’de başlayan yatırımların “tamamlanan yatırım oranı” bir hayli azalmış. 2018'de verilen 5914 yatırım teşvik belgesindeki toplam 157 milyar 296 milyon TL yatırım tutarının neredeyse üçte birinin yabancı yatırımcılar tarafından gerçekleştirileceği belirtilmiş.

Bu durumun elbette birçok sebebi vardır. Ancak bu yazıda bunun Türkiye‘deki serbest sermaye daralması açısından okumasını yapalım. Bir reel yatırımın yatırım yapan açısından mantıklı olması için, o miktar parayla finans alanında risksiz kazandığından daha fazla kazanabiliyor olması gerekir. Özetle, faizden, bir yatırım aracı olmasa da dövizden ve enflasyon yıpranmasından daha fazla kazandırıyor olması gerekir ki o yatırımı yapın.

Kayda değer bir burjuvazi oluşturamamış, güç birliği ile birlikte yapma kültürünü de gittikçe unutan ülkemizde her türbülansta para geri kaçıyor. Gelecekteki vergilerden düşülen bir teşvik modeli yerine, ülke kaynaklarının (Hazine, Bankalar, Varlık Fonu, İşsizlik Fonu, Bakanlık Arge fonları vb) hızlı hareket edebilen yerli fonlara yatırım yapmaları, bunların da iyi yönetişim esasları dâhilinde yerli yatırımlara ortak olmaları bir çözüm olabilir. Geçmişte TÜBİTAK'a dahi fonlar kurabilmeleri için kanuni altyapılar hazırlandı, ancak bunların uygulanmasında hızlı ve yeterince geniş bir alanda hareket etmek gerekiyor. Bu fonları sadece yenilikçi küçük girişimlerde (startup) değil konvansiyonel sanayide de kullanmak mümkün olmalı. Bu fon oluşumlarına savunma sanayi alanındaki vakıf ve kamu iktisadi teşekküllerinin de katılımı mümkün olabilir. Kamu ve KİT’ler her alanda finansal fonlar aracılığı ile sanayiye fon sağlarken küçük hissedar olmaktan da çekinmemelidir. Bu sayede özel sektörle devlet rekabeti hissiyatı da ortadan kalkar.

Bunlara ek olarak “önce harca, sonra al modeli” teşvikler yerine, firmaların yatırım projeleri karnelerini ve güveni gözeten bir “önden teşvik modeli”, gerekli kontrol noktalarını tesis ederek, yaygınlaştırılabilir. Bu yöntem yatırım teşvik modellerinde olduğu gibi Arge teşvik modellerinde de uygulanabilir. Önden teşvik modelleri bu dönemden geçiş için reel sektörü cesaretlendirecektir. Geçmişte turizmde büyük başarıya ulaşan bu yöntem tekrar kullanılabilir.

Reel sektör üretimi bilir ve yapar. Üretimini sürdürmek yegâne gayesidir, gidişat ve koşullar ne olursa olsun. Bunun da ötesinde, bir yapıyı tesis etmek, ürettiğini görmek, sürdürmek, sanayicinin en büyük zevki ve hatta bağımlılığıdır. Nasıl bir arıcı oturur onlarca kovanda çalışan arıları seyretmeye doyamazsa, işleyen makineler de sanayicinin bağımlılığıdır. Bunun için “öğün”ür, buna “çalış”ır, buna “güven”ir. Sanayici üretimini devam ettirmeye gönüllüdür, isteklidir, ancak anlaşılmayı ister. Hükümet etmek de zor bir iş ve her açıdan bakarak eksiği gediği görmeyi gerektiriyor.