Salı günü TBMM Genel Kurulu önemli kararlara imza attı. Türkiye’nin güneyinde yaşanan çatışma ortamının yarattığı millî güvenliğimize yönelik tehdit ve riskler karşısında, TSK’nın Irak ve Suriye’de operasyon düzenlemesi gibi gerekli tedbirlere ilişkin tezkerenin kabul edilmesi bunlardan biriydi. Karar uyarınca, adı geçen ülkelerde devam eden askerî mevcudiyetimiz iki yıl daha uzatıldı. Sadece Türkiye’yi değil komşularımızı ve hatta tüm Orta Doğu’yu ilgilendiren bu karar, sınır ötesinde faal terör örgütlerini elbette çok rahatsız etti. Ancak kararın etkisi bununla kalmadı, TBMM’de temsil edilen partilerin “millî güvenlik” konusunda uzlaşamadığını da gösterdi.

Türkiye’nin on yıllardır terörden nasıl olumsuz etkilendiği herkesin malumu. 2011 sonrasında özellikle Suriye’nin içine düştüğü içler acısı durum, devlet otoritesini yitiren bir ülkenin nasıl terör bataklığına düştüğünü ve parçalandığını net bir şekilde ortaya koymaya yeterli. Suriye’de terör örgütlerinin cirit atıyor olması ve güvenlik ile istikrar kavramlarını unutturacak şekilde kaos içinde yaşaması, elbette tüm ülkeleri ilgilendiren bir sorun. Üstelik Suriye’deki mevcut şartların milyonlarca insanı evsiz bıraktığı ve milyonlarca sivili yurt dışına kaçmaya zorladığı, büyük bir trajedinin on yıldır engellenemediği de açıkça ortada.

Suriye ve Irak’ta, PKK/PYD-YPG ve DEAŞ başta olmak üzere mevcudiyetini sürdüren terör örgütleri ülkemizi, milletimizi, huzur ve güvenliğimizi tehdit etmekteyken, Türkiye’nin tedbir almaması beklenebilir miydi? Türkiye’nin milli güvenliğini, komşu ülkelerde huzur, barış ve istikrarının tesis edilmesini önemseyen bir hükümet, sırf bazı terör örgütü uzantıları istemiyor diye tezkerenin süresini uzatmayacak mıydı? Kandil’in sözcülüğünü yapanlarla onların peşine takılanların aklına uyulup tezkerenin uzatılmasından imtina mı edilecekti?

Elbette olması gereken oldu ve tezkere süresi uzatıldı. Millî güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terör örgütlerinden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak amacıyla atılması gereken adımlar atıldı. Sınır ötesi operasyonlar ile sınır ötesini terörden temizleyen, milyonlarca kişinin göçmen olmasına engel olan hatta göç etmiş yüz binlerce kişinin ana vatanına dönmesi için elverişli şartları yaratan Türkiye, TBMM’den tezkere kararının çıkmasıyla daha da güçlendi. Türkiye’nin sınır ötesindeki varlığının süresinin uzatılması, terör örgütlerinden muzdarip olan herkes için hayırlı, müjdeli bir haber oldu.

Tezkere ile hem Türkiye’nin hem de komşu ülkelerin huzur ve güvenliğine yönelik önemli bir katkı sunuldu ama diğer taraftan da TBMM’deki oylamayla milli güvenliğe karşı tehditlerin sadece sınır ötesinden gelmediği de bir kez daha görülmüş oldu. Meclisteki oylamada kimin tezkere lehinde ya da aleyhinde irade ortaya koyduğuna iyi bakmak, kim terörle mücadeleyi istiyor kim istemiyor not etmek gerek.

“Tezkereye hayır” demek, “terör örgütlerine dokunmayın” demek değil mi? Bu gayrımillî tavır, terör örgütleriyle mücadele etmeniz bizim için kabul edilemez demek değil mi? Türkiye’de insanlar terör yüzünden ölmüş, Suriye’de milyonlar aç, susuz ve evsiz bırakılmış olsa da bu bizi rahatsız etmiyor, demek değil mi? Peki, hayır oyu vermenin anlamı bu kadar netken, CHP ve HDP’nin bir olup Meclisin kahir ekseriyetinin karşısında durmasının anlamı nedir? CHP ve HDP, Kandil’den mi korktu yoksa Batılı dostlarına hoş görünmek için aldıkları talimatı mı yerine getirdi? Sebep ne olursa olsun, bu tezkere oylaması bir turnusol kâğıdı işlevi görerek terör konusundaki cepheleşmenin taraflarını açıkça ortaya koymuş oldu.