Türkiye’nin 2018 itibarıyla dış ticaret hacminin GSYH içindeki payı %50’ye yaklaşmıştır. YEP’e bakıldığında da önümüzdeki yıllarda bu oranın artması beklenmektedir. İhracatın ithalatı karşılama oranı %75,3 olup, yakın zamanda olağanüstü bir yükselme beklenmemektedir. Türkiye’nin dünya ihracatındaki payı %0,89, dünya ithalatındaki payı %1,29 seviyesindedir. (2017)

Türkiye özellikle teknolojik üretim yaptığı konularda, ithal ham madde ve malzeme girdisine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle gerek kur yükselmeleri, gerekse diğer ülkelerin korumacı tedbirlerine karşılık olarak uygulamaya koyduğu koruma tedbirleri ithal edilen ham madde maliyetlerini arttırmaktadır.

Türkiye’nin AB ile imzalamış olduğu Gümrük Birliği anlaşmasında, sanayi ve işlenmiş tarım ürünlerinde gümrük vergisi bulunmazken, hizmet sektörü ve işlenmemiş tarım ürünleri anlaşma dışındadır. Yani o günün bakışıyla gelişmiş olan, yani elinde sanayi ve işlenmiş tarım ürünleri bulunan pazar olarak AB, gümrüksüz şekilde Türkiye’ye mallarını getirebilmekteydi. Bu anlaşma kapsamında çok daha büyük bir üretim hacmi ve marka çeşitliliğine sahip AB tarafına bir asimetri bulunduğu görünmektedir.

Ayrıca AB’nin, ABD (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) ve diğer ülkelerle yaptığı ticaret anlaşmalarında AB üyesi olmaması nedeniyle Türkiye söz sahibi olamamakta ve belki de kendi aleyhine anlaşma maddelerine itiraz edememektedir. Örneğin, Türkiye’nin gümrük birliği kapsamında avantajlı bir şekilde AB’ye satabildiği bir mal, yarın gümrüksüz şekilde ABD ya da AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı başka bir ülke tarafından AB’ye satılabilecek, belki de Türkiye bazı mallarda pazarını kaybedebilecektir. Bununla beraber uluslararası tahkim yolu, kara yolu taşımacılığı kotası, iş insanlarına verilecek vizeler gibi konular da gümrük birliği anlaşması güncellemesinde konu olabilecektir. 

Milliyetçi Hareket Partisinin seçim beyannamelerinde çok güzel bir özetini geçtiği haliyle, “AB ile mevcut Gümrük Birliği ilişkisinin asimetrik özelliğinin giderilerek, Türkiye’yi ilgilendiren ticaret politikaları alanlarında ülkemizin de söz hakkına sahip olacağı yeni kurumsal mekanizmalar oluşturulması için gerekli girişimler” sonuçlandırılmalıdır. Ticaret Bakanlığının yaptırdığı etki analizinde gümrük birliği anlaşmasında yapılacak iyi revizyon senaryosunda, Türkiye GSYH’de %1,9 artış, tüketici fiyatlarında %1,5 düşüş, AB’ye ihracatta %24 artış hesaplanmıştır. ABD ile AB arasında yapılacak bir serbest ticaret anlaşması da AB-ABD ticaretinde %10 ‘a yakın bir artış potansiyeline sahiptir. Bundan Türkiye de yararlanmalıdır.

Türkiye, iki ateş arasında kalmak yerine, ateşten nispeten uzak bölgelerle de ticaretini derinleştirmelidir. Bunlardan en gözde olanlardan bir tanesi, dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesi olmaya aday, neredeyse Afrika’nın tamamını kapsayan AFCFTA kapsamındaki ülkelerdir. Kendi içinde gümrüksüz bir kıta olacak olan Afrika’da, üretim, pazarlama, finansman gibi altyapıların, Türk firmaların kolayca kullanabileceği şekilde tesis edilmesi, bu pazarda Türkiye’nin kalıcı şekilde yerleşmesi için oldukça önemlidir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum.” dediği gelişmelerin nasıl gerçeklendiğini Sovyet Rusya’nın dağılması ile görmeye başladık. Bugünün ticaret savaşlarının ana sebebi de bu uyanan milletlerden birisi diyebileceğimiz Çin’in asimetriyi kendine çevirmesi idi. Ağustos ayında Dışişleri Bakanlığının açıkladığı “Yeniden Asya” açılımı da ismi itibarıyla bu uyanışı kullanma potansiyelini içermektedir. Ancak bu ismin altı doldurulmalıdır. Bu vizyon, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi ile güncelleştirmeyi hedeflediği tarihi İpek Yolu'nun üzerine oturabilirse birbirini destekleyebilecektir.

Bununla beraber Türk Keneşi de kurumsallaşmasında ilerlemektedir. Mesafeli duran ülkeleri de içine almaya başlamıştır. Şimdi, Türk Keneşi’nin Ekonomi ve Ticaret ayağını devletler arası kurumsal bir yapıda çalıştırarak, belki de bir serbest ticaret anlaşmasına doğru ilerletmek için doğru bir zaman olabilir. Bundan 10 yıl önce “utanılan” korumacılık bugün olağan hale gelmiştir.

Bunların tamamını bir kenara bıraksak bile, Türkiye’nin ticaret savaşlarında dezavantajlı asimetride kalmasına yol açan ana etkeninin üretimdeki zayıflık olduğu unutulmamalı, üretim, yerli kaynaklarla ve ne kadar fazla olursa, ihracatın ithalatı karşılama oranı ne kadar yüksek olursa, bu savaşlardan daha az etkilenileceğini unutmamak gerekir.

Ticaret savaşları üretenin lehinedir.