21. yüzyılda çağın haiz şartları, dünyanın ekonomik, ticari, politik ve güvenlik anlamında bir dönüşüm sürecine girdiğini şimdiden açıkça göstermiştir.

Farklı coğrafyalarda vasat bulan gelişmelerin beraberinde getirdiği sonuçlar tüm dünyada etkisini göstermeye koyulmuştur. Bu şartlar altında ülkeler yönetim anlayışları, ticari yaklaşımları ve güvenlik politikalarında yeni bakış açıları geliştirmenin tercih değil zorunluluk haline geldiği yaklaşımıyla hareket etmeye koyulmuştur. Bu yaklaşımla özellikle de Rusya-Ukrayna savaşının doğurduğu etkilerle başta Avrupa ülkeleri olmak üzere küresel anlamda güvenlik algıları değişirken ekonomik ve ticari anlamda da gerek alternatif tedarikçi arayışları gerekse de lojistik ağlarının çeşitlendirilmesi arzusu yeni işbirlikleri ile küresel anlamda etkili olacak projelerin de geliştirilmesine zemin hazırlamıştır. Bu kapsamda son dönemde yeni ticaret koridorları gündeme gelmeye başlamıştır.

Çin’in 2013 yılında duyurduğu ve 2017 yılında ise resmi olarak devlet programına aldığı Tek Kuşak Tek Yol projesi ticari koridorlar açısından açıklanan en kapsayıcı program olarak karşımıza çıkmıştır. Proje, ilk tanıtıldığı dönemde 40 ülkeyi kapsarken bugün bu sayı 70’e ulaşmış durumdadır. Hali hazırda bu oran dünya nüfusunun yüzde 63’üne tekabül etmektedir. Toplam 6 hattan oluşan projede en önemli rota ise Türkiye’den geçen orta koridor olarak dikkat çekmektedir. Çin, proje kapsamında dünyanın pek çok noktasında limanlar satın alarak, hava alanları, demir yolları ve kara yolları inşa ederek proje açısından önemli yatırımlara imza atarken yaptığı yatırımları da siyasi avantajlara dönüştürmeye devam etmektedir. Diğer yandan 2021 yılında AB tarafından duyurulan Küresel Geçit Projesi (EU Global Gateway) kapsamında yatırımlarda şeffaflık, nitelikli iş gücü ve çevreye duyarlılık gibi hedeflerle hareket edileceği açıklanmıştır. Proje ilk açıklandığında Çin’in programına rakip olarak algılanmış fakat AB’li yöneticiler programın bir tehdit değil dengeleyici olduğunu öne sürmüştür.

Ticari koridor projelerinde, güvenli lojistik ağlarının sağlanması hedeflenirken en önemli ve en güvenli rota olarak Türkiye ön plana çıkmaktadır. Ülkemizin kıtalar arasında köprü konumunda bulunması, geliştirilen projelerin sürdürülebilirliği açısından büyük öneme haizdir. Bu kapsamda Irak Başbakanı’nın geçtiğimiz Mart ayında ülkemize gerçekleştirdiği ziyaretinde imzalanan Ankara Bildirisi’yle Kalkınma Yolu Projesi de gündeme gelmiştir. Başlangıçta Türkiye, Irak, Katar, ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin dahil olduğu projede Irak’ın ev sahipliğinde Bağdat’ta düzenlenen Bağdat Konferansı’nda 11 ülke bir araya gelmiştir. Türkiye’de Ovaköy’den başlayan hat Basra Körfezi’ni Anadolu ile birleştirirken ülkemiz üzerinden de Avrupa’ya bağlanacaktır.

Karabağ savaşının Türklüğün zaferiyle sonuçlanmasının ardından hayata geçirilmesi hususunda ciddi aşama kat edilen Zengezur Koridoru, gerek Türk Dünyasının fiziki olarak birleşmesinin yolunu açması gerekse de Orta Asya ülkelerini Avrupa’ya hatta Kalkınma Yolu ile Basra Körfezi’ne Türkiye üzerinden ulaştırma potansiyeli ile en dikkat çekici projelerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Zengezur Koridoru, sadece Türk dünyası açısından değil küresel anlamda da güvenli ticaret rotasının oluşturulması ve yine projeye destek verecek bölge ülkelerinin oluşacak yeni enerji ve ticaret denkleminden dışlanmaması açısından büyük bir potansiyeli ifade etmektedir.

Son olarak Hindistan’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen G-20 Liderler Zirvesi’nde duyurulan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) hakkında henüz detaylı bilgiler duyurulmamıştır. Ancak projenin tanıtımında hedeflenen rotasında Türkiye’yi bypass ettiği bilinmektedir. Kıtalar arasında bir köprü ve merkez konumunda bulunan Türkiye’nin projeye dahil edilmemesi projenin sürdürülebilirlik açısından tartışmalı olduğunu şimdiden açık etmiştir. Diğer yandan bu durum, projenin esasında reaksiyonel bir yaklaşım ve altı boş biçimde öne sürüldüğünü açıkça göstermektedir.

Türkiye’nin gerek kuzeyden, güneye, doğudan, batıya dünyanın merkezi haline geldiği ve Ankara merkezli olmak üzere tüm dünyayı kapsayan politikaları ile en güvenli rota, en güvenilir ortak olduğunun hemen her çevre nazarında kabul gördüğü bir konjonktürde Türkiye’yi yok sayan hiçbir projenin ayakta kalamayacağı açıktır.