TURAN İLTEBER YALÇIN KARDEŞİMİZİN ARDINDAN

GÜNLERDEN 17 Ekim 2019 Perşembe idi. Bir kara güne uyandığımızı nereden bilecektik?

Elim bir kaza haberi, karabasan gibi çökmüştü kara günün üstüne.. Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Edip Semih Yalçın Bey ve Mükerrem Hanım’ın evladı Turan İlteber Yalçın kardeşimizi kaybetmiştik o gece.. Bir gün önce beraber oturduğumuz, sohbet ettiğimiz İlteber yok muydu artık? Bu nasıl bir işti Allahım? Nasıl bir tarifsiz acıydı bu Allahım, bir yiğidimiz, bir evladımız, bir dava arkadaşımız dar-ı dünyadan dar-ı bekaya göçmüştü…

Zamansızdı elbet, aniydi elbet.. Lakin Yaradan, “külli nefsin zaikatüll mevti sümme ileyna turceun”, “Her can (nefs), ölümü tadacaktır; sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut/57) buyurmuştu, yaratırken. O, döndü Yaradan’a zamansız da olsa. Bizler kaldık bu dünyada… Cenabı Allah sevdiklerini daha çabuk alıyordu yanına belli ki… Yiğit kardeşim, yiğitliği kadar mert kardeşim… Gençliği Taş Medreselerde geçmiş, eğilmeyen, bükülmeyen karakteriyle, hala ayağında memleket, vatan kurşunu taşıyan baban kendi yiğitliğini sana aktarmıştı.. Kendi mertliği senin karakterin olmuştu…

Gönlü, adı gibi “Turan” kadar zengin kardeşim.. Tarihçi, Ülkücü, kutlu bir davanın neferi Semih Yalçın, hayatı boyunca mücadelesini verdiği “Turan” hayalini senin yaşatmanı istemişti belli ki, bir adın onun için Turan oldu… Omuzlarında adı gibi İlteberliğin yükünü taşıyan kardeşim… Baban, bir makale ile yazdığı “İlteber”i de diğer ismin yapmıştı. Belli ki, Hocamız sende bir “Devlet” kumaşı görmüş, Türk Devleti dara düşerse derlesin toplasın diyerek sana kutlu bir misyon yüklemişti.

Sen, 33 yıllık kısa ömründe hem Turan, hem de İlteber olarak Ülkü yolunda rüzgâr gibi estin. Namerdin, haksızlığın karşısında “Yalçın”, dara düşen arkadaşının yanında “Güvercin” gibi oldun…

Mütevazı duruşun, memleket ve dava meselelerinde heyecanın, insani ilişkilerinde efendiliğin, haksızlık karşısında çelik gibi iraden, Semih Yalçın Hocamızın gençliğine benziyordu. Kısacası Müslüman Türk Milleti’nin bütün mili ve manevi değerleri senin şahsında tecessüs etmişti.

Zamansız bıraktın bu dünyayı, bizleri... Hızlı koştun çok sevdiğin Peygamberimize komşuluğa... Acelen neydi kardeşim? Hani Alper Tunga ölünce ıssız kalmış dünya ya, ıssız bıraktın bu âlemi be İlteber’im...

Seni çok özleyeceğiz kardeşim. Cenabı Allah mekânını Cennet eylesin inşallah. Cenabı Allah annemize, babamıza, kardeşlerimize, eşine ve sevgili yavrumuza, velhasıl tüm sevenlerine sabırlar ve başsağlığı versin.

Sensiz, çekilen tesbihin de, sohbetin de, içilen çayların da tadı olmayacak biliyoruz...



Atatürk’e ‘Mustafa’ adını, babası vermiştir. Küçük Mustafa, adını Türk geleneklerine uygun olarak almış, milli ve manevi motiflerle süslü bir ad verme töreni yapılmıştır. Atatürk’ün, Mustafa adından sonradan vazgeçtiği iddiaları doğru değildir. ‘Kemal’ adı ise adeta kişiliğini yansıtan bir isim olarak öğretmeni tarafından kendisine verilmiştir.

ALİ Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım; Fatma İsmet, Ahmet ve Ömer isimli üç çocuktan sonra, dünyaya gelen dördüncü çocuklarına “Mustafa” adını verdiler. Mustafa, hem peygamber Efendimizin adı (Muhammed Mustafa), hem de Ali Rıza Efendi’nin dedesi Mustafa Efendi’nin ismiydi. Dedenin ismi torunda yaşayacaktı. İleride Türk milletinin kaderini değiştirecek olan Mustafa’ya bu ismin niçin ve nasıl verildiğini, kardeşi Makbule Hanım anılarında şu şekilde anlatmaktadır: “Ağabeyime isim koymak için bütün hısım ve akraba toplanmışlar. Birçok adlar söylemişler. Fakat babam bunların hiç birini beğenmeyerek, ağabeyimin adını Mustafa koymuş... Bunun sebebi de babam küçükken kardeşi Mustafa’nın salıncağını sallarken onu düşürüp ölümüne sebep olmuş... Kardeşinin hatırasını yaşatmak için ağabeyime Mustafa adını koymuştur. Bu suretle kulağına Mustafa okumuşlar... Ağabeyim kundakta iken çok sakin imiş. Çok ağlamazmış...”

Görüldüğü gibi, küçük Mustafa adını tamamen Türk geleneklerine uygun olarak almış, milli ve manevi motiflerle süslü bir ad verme töreni yapılmıştır.

Atatürk’ün “Mustafa” adını zaman içinde nasıl kullandığı aşağıda diğer isimleri ile ilgili bilgiler verilirken anlatılmıştır. Burada şunu söyleyelim ki; bugün Atatürk’ün “Mustafa adından sonradan vazgeçtiği” şeklindeki iddialar doğru değildir. “Mustafa” adı, bazen açık bazen de “M.” şeklinde kısaltarak ölümüne kadar kullandığı bir isimdir. Nitekim Nutuk’un 1938 baskısında adı, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” olarak yazılmıştır.

“KEMAL” ADI

“Kemal” adı ise adeta kişiliğini yansıtan bir isim olarak öğretmeni tarafından kendisine verilmiştir. Selanik Askeri Rüştiyesi’nde öğrenci olduğu sırada, zekâsı, bilhassa matematik dersinde gösterdiği kabiliyet, çok kısa sürede öğretmenlerin ve komutanlarının dikkatlerini çekti. Küçük Mustafa kısa sürede seçkin bir öğrenci olarak kendisini çevresine tanıttı. Kendi anılarında anlattığına göre Rüştiye’de Matematik dersine merak sardırdı. Bu derste sınıfın “müzakerecileri” (tartışmacıları) arasına girdi. Çok sevdiği bu dersin öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey (Harp Okulu 1297/1882 yılı mezunlarından), onun yetenek, yaratıcılık ve olgunluğunu teşhis ederek, ona “Kemal” adını verdi. Yüzbaşı Mustafa Sabri Bey, “oğlum, senin adın Mustafa, benim de. Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra senin adın ‘Mustafa Kemal’ olsun” dedi.

Böylece, yarının Atatürk’ü, Mustafa Kemal olarak tarihe mal oluyordu. Manastır İdadisi’nde şiirleri ve eserleri ile tanışacağı ünlü vatan ve hürriyet şairimiz Namık Kemal’in “Kemal’i” muhtemelen Jön Türk hareketine gönül vermiş bulunan Matematik öğretmeni tarafından kendisine isim olarak verilmiş oluyordu. Küçük askeri öğrenci Mustafa Kemal, hayatı boyunca adını aldığı Namık Kemal’in vatan ve hürriyet yolundan yılmadan yürüyecektir.

Yüzbaşı Mustafa Bey, bu şekilde onun kendisinden ve öteki öğrencilerinden farklı ve üstün durumunu tespit etmiş, ayrıca ona, daha iyiye, daha güzele doğru gitmek için sürekli bir teşvik nedeni sağlamıştır. Prof. Dr. Yahya Akyüz’e göre, “bu çok önemli tarihi olayı, Mustafa Kemal’i sürekli olarak daha büyük başarı ve faziletler peşinde koşmaya iten bir etmen olarak değerlendirmek gerekir.”

Mustafa’nın “Kemal” ismi veya “Mustafa Kemal” isminin ne zaman nüfus kayıtlarında tashih ile resmileştiğini bilemiyoruz. 8 Ocak 1894 tarihli emekli maaşı bağlanması hakkındaki kararda ismi “Mustafa” olarak görülmektedir. Fakat bu belgeden bir yıl sonraki Selanik Askeri Rüştiye Dördüncü Sınıf Öğrenci Notları’nı gösteren 1895 tarihli Numara Defteri’nde ismi “Mustafa Kemal Efendi” olarak kayıtlıdır. Kara Harp Okulu Künye Defteri dahil bundan sonraki bütün askeri öğrencilik kayıtlarında ismi “Mustafa Kemal”dir.

Şu ana kadar yayımlanan veya elimizde bulunan resmi belgeler içerisinde nüfus kaydı olarak “Mustafa Kemal” ismi ilk defa 18 Ekim 1922 tarihinde düzenlenmiş bulunan “Devlet-i Âliyye-i Osmaniye Tezkeresi”nde geçmektedir: “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri.” O Tarihte TBMM Reisi ve Başkomutan’dır. Latife Hanım’la evlenmeden iki gün önce İzmir’de düzenlenen 27 Ocak 1923 tarihli “Türkiye Hükümeti Nüfus Tezkeresi”nde de ismi bir yıl önceki gibi “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri” olarak kayıtlıdır.

Atatürk’ün ismi, diğer evlilik belgelerinde (1923) “Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri”, boşanma belgesinde ise (1925) “Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri” olarak geçmektedir. 27 Mart 1923 tarihinde Ankara Nüfus Müdürlüğü’nce Verilen eski harfli Nüfus Cüzdanı’nda “isim ve şöhreti”, “Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri” olarak kayıtlıdır.

Atatürk’ün, sonraki süreçte Mustafa ismini, Alfabe İnkılabı öncesi “Mim”, Alfabe İnkılabı (1928) sonrası da “M” olarak kısalttığı, bazen M. Kemal, bazen de sadece Kemal olarak kullandığı görülmektedir. Atatürk’ün alfabeyi millete öğretmek amacıyla yaptığı çalışmalara ilişkin notlar elimizdedir.

Bu notlarda yeni harflerin karşılığına örnek kelimeler yazmış, fiillerin zaman çekimlerini, “de” “da” gibi eklerin yazılışını örnekleriyle göstermiştir. Bu notlarda “k” harfine örnek kelime olarak “Kara” ve “Kemal” sözcüklerini vermiştir. 1928 sonrasında yeni harflerle düzenlenen nüfus cüzdanı elimizde yoktur.

T.B.M.M.’nin 24 Kasım 1934 tarihli toplantısında oy birliği ile kabul edilen ve 27 Kasım 1934 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2587 sayılı “Cumhur Reisi Gazi Mustafa Kemal’e “Atatürk” Soyadının Verilmesi Hakkında Kanun”’ un 1. Maddesi’nde öz (ilk) adının “Kemal” olduğu kayıt altındadır: Madde 1. Kemal öz adlı (öz adı Kemal olan) Cumhur reisimize “ATATÜRK” soyadı verilmiştir.” “Soyadı Kanunu” ile “Atatürk” soyadını aldıktan hemen sonra düzenlenen iki nüfus cüzdanında (No: 51, No: 993.814-B ve No: 51, No: 993.815-B seri numaralı) da ismi “Kemal”, soyadı da “Atatürk” olarak yer almıştır.

“KAMÂL” ADI

Mustafa Kemal’in “Atatürk” soyadını aldıktan sonra düzenlenen 3. Nüfus cüzdanı “No: 51, No: 993.815-B” numaralı olup, “değiştirilerek” kaydıyla Ankara Vilayeti Nüfus Müdürlüğü tarafından verilmiştir. Bu nüfus cüzdanında ismi “Kamâl”, soyadı da “Atatürk” olarak kayıt altına alınmıştır. Aslı Anıtkabir’de bulunan bu cüzdanda veriliş tarihi yer almamaktadır. Fakat diğer gelişmelerden anladığımız kadarıyla bu cüzdan Şubat 1935 tarihli olmalıdır.

Sayın Mehmet Ö. Alkan’ın bir araştırmasında yer alan tespitlere göre, 1935 seçimleri için ikinci seçmenlerin “saylavları” (milletvekillerini) seçmesi işlemleri öncesinde adayların belirlenmesi için Atatürk’ün başkanlığında Dolmabahçe’de Cumhuriyet Halk Partisi Başkanlık Divanı toplanmıştır. Başkanlık Divanı’nın seçimlerle ilgili olarak 3 Şubat günü yayınladığı üçüncü tebliğde hem birinci maddenin başında, hem de sonunda imza olarak ilk defa “Kamâl Atatürk” adı yer almıştır. O zamana kadar gazetelerde “Önder Atatürk” olarak yazılan “Gazi Paşa”nın ismi artık “Kamâl Atatürk” olarak yazılmaya başlanmıştır.

Bu tebliğ önce Anadolu Ajansı’nda ertesi gün de bütün gazetelerde yer aldı. Elbette Atatürk’ün adındaki bu harf değişikliği toplumda bir merak uyandırdı. Acaba yanlış mı yazılmıştı? Sonunda “Kemal”deki harf değişikliğinin gerekçesi bir açıklama ile kamuoyuna duyuruldu. Anadolu Ajansı’ndan gazetelere şu açıklama gönderildi: “Bugünkü tebliğde Önder Atatürk’ün öz adının Kamâl olarak yazılmış olduğunu gördük. Bu hususta yaptığımız tahkikten (incelemeden) böyle yazılışın sebep ve temeli anlaşıldı. İstihbaratımıza nazaran, Atatürk’ün taşıdığı Kamâl adı bir Arapça kelime olmadığı gibi, Arapça Kemal kelimesinin delalet ettiği manada da değildir.

Atatürk’ün muhafaza edilen öz adı, Türkçe ‘ordu ve kale’ manasına olan ‘Kamâl’dır. Son (a) üstünde tahfif işareti (l) yi yumuşattığı için telaffuz hemen hemen Arapça ‘Kemal’ telaffuzuna yaklaşır. Benzeyiş bundan ibarettir.. (A. A.)” Kemal, ismi Arapça “olgunluk, yetkinlik, tamlık, eksiksizlik, en yüksek değer, mükemmellik, baha, değer” anlamlarına gelmektedir. Resmi açıklamada, “Kamâl” adının Türkçe bir sözcük olduğu vurgulanarak, anlamının da “ordu, kale” olduğu belirtilmiştir.

Bu tarihten sonra, “Kemal” yerine “Kamâl” adının resmi ve/veya gayri resmi birçok yerde kullanıldığı görülmektedir. Dergi adlarında, kitap adlarında, yabancı yayınlarda “Kamâl” yazılışı Atatürk’ün adı olarak yer almıştır.

Bu konunun o dönemde yoğun bir şekilde gündemi oluşturan “dilde sadeleşme, öz Türkçe” çalışmaları ile ilgili olduğu bilinmektedir. Çünkü tam isim değişikliğinin yapıldığı sıralarda Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün başkanlığında dil konusunda toplantılar yapılmaktadır. Bilindiği üzere, Türk Dil Kurumu, “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adıyla, Atatürk’ün talimatıyla 12 Temmuz 1932’de kurulmuştur. Amacı, “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” şeklinde ifade edilmiştir. Aynı yıl (1932) Atatürk şöyle diyor:

“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.

YARIN: “Atatürk” soyadı