Yani Türk milleti sosyolojik olarak “ortak yaşanan tarih içinde birlikte yaratılan ortak kültürü paylaşan insan topluluğu”dur. Bu anlamda bakıldığı zaman, farklı menşelerden gelse ve farklı alt grup isimleri ile anılsa bile Türkiye’de yaşayan Kürtler, Çerkezler, Abhazlar, Boşnaklar, Gürcüler vs. ayrı ayrı “milletler” değil; Türk milletinin birer parçasıdırlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin halen yürürlükte bulunan 1982 tarihli Anayasası’nın 66. Maddesi, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” diyerek; “Türklük” kavramının, “kan”a, “ırk”a, “soy”a değil “vatandaşlık” esasına bağlı olduğunu belirlemiştir. Anayasa’mız bazılarının iddia ettiği gibi “ırk” veya “kan” bağını esas almamıştır. Yani Anayasa’daki “Türk” kavramı bir “ırkı” değil, “vatandaşı” ifade etmektedir. Kaldı ki, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren hem Atatürk’ün yazdıkları ve konuşmaları, hem de devletin yazılı belgeleri incelendiği zaman görülmektedir ki, “Türk” ve “Türklük” kavramı “kültürel” bir kavramdır, “ırka” veya “kana dayalı” bir kavram değildir. Yani aynı kültürü paylaşan insanların tamamı “Türk” olarak, aynı “millet” olarak tanımlanmıştır. Bu sosyolojik yaklaşım, Anayasa’da da hukuki ifadesini bulmuştur.

ULUS DEVLETLER

Milli/ulus devletler, öncelikle insan unsurunu tek bir “milletin/ulusun” oluşturduğu devletlerdir. İkinci olarak bu devletler, iç ve dış “egemenliklerini” kendileri temsil eden devletlerdir.

Milli/ulus devletler yönetim modeli (idari) bakımdan “federal” veya “merkezi/ üniter” olabilir. Mesela ABD ve Almanya “federal - milli/ulus devletlerdir”. Fransa ve Türkiye ise “merkezi/üniter - ulus devletlerdir.”

Daha Misak-ı Millî ile başlayan ve kongrelerle devam eden merkezi-milli yeni bir Türk devleti oluşturma fikrini Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve gelişim süreçlerinin tamamında görmek mümkündür. İç ve dış hukukun oluşturulması, kültür ve eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanması hep bu temel esas üzerine bina edilmiştir.

Nitekim Atatürk, Büyük Nutuk’ta devletin iki temel özelliğini bu arada “millilik” esasını şu şekilde ifade etmiştir: “Efendiler, bu nutkumla, milli varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devletin nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım…”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin merkezi/ üniter-milli/ulus devlet özelliği; hem ülkenin, hem de milletin bütünlüğünü, birliğini ve bölünmezliğini ifade eder. Türkçenin resmi, devlet, eğitim, bilim ve yayın dili olması; hukukun tekliği; idarenin merkezîliği; kültürel ve siyasal bütünlük bunu tamamlar. Mevcut Anayasa’mızın pek çok maddesi devletin bu özelliğini belirlemiş, bu özelliklerin korunmasını pek çok bakımdan garanti altına almıştır. Anayasa, diğer bazı temel esaslarla birlikte (mesela laik devlet düzeni) devletin bu özelliğinin korunması için temel özgürlüklerin sınırlandırılabileceği esasını da getirmektedir. Hatta, olağanüstü hal uygulaması ve sıkıyönetim ilanı için merkezi-milli devlet düzeninin bozulması “gerekçelerden” biri olarak belirlenmiştir.

Anayasamızda özellikle 3., 42., 66. Maddeler milli/ulus devlet esasını; 80., 126. ve 127. Maddeler merkezi/üniter devlet esasını belirleyen maddeler olarak öne çıkmaktadır. Anayasamızın bu ve pek çok maddesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin merkezi/üniter - milli/ulus devlet özelliğini belirlemiş ve koruma altına almıştır.

ÇALIŞKANLIK

Atatürk Türk gençlerinin tarih, Türkçe bilinci, duyarlılığı ve millet sevgisi ile yetişmelerini isterken onların çalışkan olmaları gerektiği üzerinde de durmuştur. Türk genci, milletinin geçmişiyle övünmeli, milletini sevmeli, Türk milletinin değerlerini tanımalı, yüceltmeli ve geleceğe güvenle bakabilmek için de var gücüyle çalışmalıdır.

Türk gençliğinin “çalışkan olma” niteliği ve “çalışma görevi” Atatürk’ün üzerinde en çok durduğu konulardan biridir. Atatürk’e göre:

“Çalışmaksızın, fikri gelişme ve ahlaki olgunlaşma da mümkün değildir.” “Tembellik bütün kötülüklerin anasıdır.”

Atatürk, “Medeni Bilgiler” kitabına “çalışma” konusunda şunları yazmıştır:

“Çalışmaktan, bir cezadan, bir sıkıntıdan, bir kötülükten kaçar gibi kaçınmak, çok kötü ve tedbirsizce bir harekettir…

Çalışmak, ilk sıkıntılara ve isteksizliklere üstün gelindikten sonra, en şiddetli bir zevktir. Çalışmayı ceza saymak, onun güzelliğini ve iyiliklerini tanımamak, tabiata (yaradılışa) karşı haksızlık olur.

İnsan, çalıştığı işi, eli altında veya kafasının içindeki eserini, büyümekte ve yükselmekte gördüğü zaman ne büyük zevk duyar… Bu zevk bütün zahmetleri; saban arkasında dökülen terleri, sanatkârın, düşünürün bazan pek acılı olan yorgunluklarını derhal unutturur.”

GENÇLİĞE MESAJLAR

Annesi Zübeyde Hanım’ın vefatından bir gün sonra 16 Ocak 1923’te İzmit’te düzenlediği ve çok önemsediği basın toplantısında Atatürk, milletimizin ihtiyacı olan tek şeyin “çalışkan olmak” olduğunu ifade etmiştir:

“Milli hedef belli olmuştur. Ona ulaşacak yolları bulmak zor değildir. Önemli olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denilebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz; yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak.”

Atatürk aynı basın toplantısında, kalkınma çalışkan milletlerin, “mutluluk yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır.” diyecektir.

Türk genci sadece “toplumdan ne isteyebilirim?” diye düşünmemeli, “Türk milletine ne verebilirim, nasıl yararlı olabilirim?” diye de düşünmelidir. Her isteğin beraberinde bir yükümlülük ve sorumluluk getirdiği asla unutulmamalıdır.

Atatürk’ün yetişme döneminin önemli isimlerinden ve onun görüş ve uygulamaları üzerinde derin etkileri bulunan Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp de şiirlerinde, gençliğe çalışmak görevleri ve çalışkan olmak nitelikleri ile ilgili ciddi mesajlar vermişlerdir.

Tevfik Fikret, “Ferda” isimli şiirinde gençliğe görevlerini hatırlatıyor ve kendisine emanet edilen vatana sahip çıkmazlarsa geleceğe karşı sorumlu olacaklarını belirtiyor:

“Gençler, bütün ümmid-i vatan (vatanın ümidi) şimdi sizdedir.

Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin.” “Her şey vediadır sana, ey genç unutma ki Senden de hesap arar ati-i müşteki (şikâyetçi gelecek)”

Tevfik Fikret, milletin tarihteki şanının mahvolmayacağını, çünkü gençliğin damarlarındaki kanın, yakın tarihi kahramanlık sayfalarıyla dolduran “dünkü kan” olduğunu belirtiyor. Gençliği çağın bilimini, teknolojisini fethetmeye çağırıyordu:

“Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;

Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır.”

Atatürk’ün ve cumhuriyet’in fikri geri planındaki en önemli isimlerden Ziya Gökalp de T. Fikret gibi aynı çağrıyı tekrarlıyordu:

“Yenildik, sebebi geride kalmak,

İntikam: Düşmanın ilmini almak!”

Osmanlı Devleti’nin çözülme sürecinde ve Cumhuriyet’in kuruluşunda etkili olan bütün düşünce adamlarının eserlerinde bu tespit ve teşhisin dile getirildiğini biliyoruz.

İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un da Safahat’ında tembelliğe, miskinliğe adeta savaş açtığını ve “çalışmak” ile “çalışkan olmak” konusunu sık sık dile getirdiğini biliyoruz.

İnançla dolu, dindar ve aldığı veteriner hekimlik eğitiminden dolayı müspet bilimleri ve Batı’yı çok iyi tanıyan Akif, birçok şiirinde, gerektiği şekilde çalışmayıp her şeyi Allah’tan bekleyen, “tevekkül”ü yanlış anlamış “kaderci” kişilere ateş püskürür.

YARIN: ALLAH’IN EMRİ ÇOK ÇALIŞMAKTIR