Geçtiğimiz hafta içerisinde, Türk dünyasının başkenti namzetini alan Kazakistan’ın Türkistan şehrinde, Türk Keneşi gayriresmi olarak çevrim içi bir buluşma gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Aile meclisimiz Türk Konseyi’nin gayriresmi Türkistan Zirvesi’nde, çevrim içi de olsa sizlerle beraber olmanın bahtiyarlığı içindeyim.” cümleleriyle, dış ve iç siyasette dayatılmış ayrılıkları, aile vurgusu ile yıkan bir giriş yaptı. Bu, Türkiye için yılların tozunu silkeleyen önemli bir cümle…

Çünkü Türkiye, dünyada tarihi derinliği, coğrafi genişliği ve nüfus yoğunluğu ile âdeta bir alt küme olarak var olan Türk dünyası dururken, yıllarca Avrupa Birliği kapısı eşeleyerek yahut Arapların uzatmadıkları eli sıkmaya çalışarak kendi varlığını görmezden geliyordu. Avrupa Birliği’ne girmek, ülkede seçim vaatlerinin vazgeçilmeziydi… Çünkü bir Hristiyan birliği olan AB, bir refah sağlayıcısıydı ve kollarını açmış Türkiye’yi bekliyordu. 1963’te başlayan 50 küsur yıllık bir serüven… Ne yok diyorlar, ne gel diyorlar. Çünkü emperyalist niyetlerini sosyal refah vaatleri ile maskeleyen AB için Türkiye vazgeçilmeyecek ancak sömürülecek bir ülke. Yıllarca tarafsız refah sağlayıcısı, insancıl politikaların piri olarak tanıtıldı. Peki lider partisi Hristiyan Demokrat Birliği(CDU), olan bir Birlik nasıl tarafsızdı..? Bizden sonra başvuran ama bizden önce alınan Yunanistan gibi örnekler bile bizi ayıltmadı… Biri çıkıp bizim AB’de ne işimiz var dese ya faşist olurdu ya yobaz… Ben bu yaftalara çok maruz kaldım mesela…

*Turan’ın meşruiyeti* üzerine sunduğum lisans tezimde, ***“Yüksek bir potansiyele sahipken neden Avrupa Birliği modelinde bir Türk birliği olmasın..?”*** sorusunu yönelttiğimde, işin ilmini yapan akademisyenler, benim at gözlükleriyle dünyaya baktığımı söyleyerek Türklerin refah sağlayıcısı olamayacağını belirtmişti. Medeniyeti, eziyet ettikleri halklarının ayaklanışı ile zoraki tanıyan sömürgeci Avrupa sosyal refah sağlayıcısı, öyle mi..? Tarihe bir bakalım:

Tarihin aydınlanmış ilk çağlarından günümüze bir medeniyet timsali olarak seslenen kitabeler, sosyal devlet modeline ilk örnektir. Türklerin devlet felsefesinin sosyal refah sağlayıcılığı üzerine kurulduğunu kitabelerde okuyabiliriz. İlerleyen tarihe bakalım, Türk tarihinde sömürgecilik görebilir miyiz..? Türkler adım attıkları her yere hoşgörü ile girip, huzur götürmüştür. Türkler tarihi yaşarken, zaferleri de düşman kaleminden yazılıyordu. Tarih Avrupa’nın medeniyetçilik oyununu bozacak gerçeklerle dolu. Bugüne bakalım, pandemi süreci AB’nin beraberinde Avrupa’nın maskesini düşürmedi mi? Medeniyet timsali refah sağlayıcıları, küresel bir krizde havlu attı, bırakın dünyayı kendi insanına yetemedi. Yıllarca medeniyet(!) öğrettikleri Türkiye de, hakiki bir medeniyet dersi verdi.

Şimdi bu hafıza detoksunun ardından Türk Keneşi’ni ve son buluşmayı yorumlayalım. Öncelikle, Türkiye’nin öncü tavrı ve Türk dünyasının da bu tavırdan güç alıyor oluşu kilit nokta. Milli Mücadele ateşinin Anadolu’dan yakılıp Kafkaslar’ı aşarak Türkistan’ı sarması buna en iyi örnektir. Türk birliği zaten yaratılıştan gelen organik bir bağa sahip, Turan aslında manevi olarak var. İşte bu milli bağın, milli şuurla atağa geçerek iş birliğine dönüşmesi yıllarca dış ve iç etkenlerce engellendi. İçte Batı ve Arap hayranlığı; dışta soykırımlar, işgal ve inşalar iş birliğine yönelecek direnci kırdı. Ama şimdi boş hayallerle evden kaçan sonra başına bin bir türlü iş gelince tekrar koşup ailesine sığınan bir çocuk gibi sığındık öz varlığımıza… Bu küresel arenada dengeleri zorlayacak bir adım. Türkistan kaynak bakımından emperyalist devletlerin hayallerini süsleyen bir bölge… Zaten bu sebeple yeni bir Orta Doğu oluşturma çabası ile bölgeyi aidiyetsizleştirerek Orta Asya kavramını vurguluyorlar. Ama Türk Keneşi, bölgenin aidiyet vesikası olarak küresel camiaya restini çekti. Türk Keneşi Onursal Başkanı Nursultan Nazarbayev’in: “Biz Türk atanın evlatları olarak, insanlığımızdan vazgeçmeden, birliğimizi koruyabildik.” cümlesi; hiçbir soykırım ve işgal-inşa baskısı ile yok edilemeyecek olan organik bağın, uluslararası sistemde meşrutiyete kavuşmuş resmi dilidir. Biz dost ülkeler değiliz, bizim sıfırdan bir bağ inşa etmeye ihtiyacımız yok, biz kardeşiz. Türk dünyası, Türk Keneşi ile organik bağı meşru bir birliğe kavuşturma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Küresel dengelerin sıfırlandığı süreçte gerek Türk dünyası devletlerinin yürüttüğü iç ve dış politikalar gerekse Türk Keneşi zirveleri ağırlık merkezi oldu. “Turan bir hayaldir, Türk devletleri birlik olmaz, Türklük romantik bir hülya…” diyenlerin ufkunu genişleten zirveler gerçekleştiriliyor. Kırgızistan Türk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Sadır Caparov’un Türk Keneşi’nin adının “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilmesi için sunduğu öneri, Türkiye’de yapılacak resmi zirvede onaylanacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Artık Konseyimizi, uluslararası bir örgüt olarak adlandırmanın vakti geldi.” açıklamasında bulundu. Yani “Yüksek bir potansiyele sahipken neden Avrupa Birliği modelinde bir Türk birliği olmasın..?” sorusunun cevabı, gelecek zirvede resmi olarak verilecek.

**Lisans tezimi sunarken “Turan bir hayaldir” seti çekilmişti. Ben de yüksek lisansta bu tezi ilerleterek, Turan’a dair imkânsızlık içeren tezlerine karşı bir anti tez olarak Turan’ın mümkünlüğü ve modeli üzerine bir çalışma sunmuştum ve yine “uluslararası sistem için realist değil” cevabını almıştım. Yazdığım gerçekler yadsınamadığı için tezler kabul edildi. Şimdi de Türk dünyası, küresel dünyanın tam göbeğine, gerçeğin ta kendisini yazıyor. Anlayacağınız, hayaller buz gibi gerçek! Enver Paşa’nın şehadeti ile onardığı Anadolu’dan Kafkaslar’a çıkan ve Türkistan’a ulaşan manevi köprü, “Turan koridoru” ile ete kemiğe bürünüyor.