Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız söylemişlerse de bunu bir defa daha doğrulamak gereğini duyuyorum. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi ad ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi.

ATATÜRK’E GÖRE TÜRK GENÇLİĞİNİN NİTELİKLERİ (19 MAYIS’IN 101’İNCİ YILINDA) -8

Atatürk, Milli Mücadele’de yalnız Türk milletinin değil, sömürge altındaki bütün mazlum milletlerin de bağımsızlık ve hak davasını üstlenmiştir, savunmuştur. Elbette, “tam bağımsız, milli bir Türk devleti kurmak” Türk Kurtuluş Savaşı’nın doğrudan bir amacı idi. Buna karşılık, sömürge ya da yarı sömürge statüsünde bulunan “mazlum milletlere” kurtuluş hareketlerinde örnek olmak, Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı Türk kurtuluş hareketinin dolaylı, fakat bilinçli bir amacı idi. Türk Kurtuluş Savaşı, yirminci yüzyılın başından itibaren tarihe karışmaya başlayan klasik tipteki sömürgeciliğe karşı girişilmiş bir mücadele idi. Bu mücadele sonunda kazanılan zafer, sömürgeciliğe indirilmiş bir darbe olmuştur.

Anadolu’daki hareketin sömürge halkları için bir örnek teşkil edeceği, Mustafa Kemal’in bunun için de hareketi başlattığını gösterecek birçok kanıt vardır. Mustafa Kemal Paşa, 18 Ekim 1921’de Ankara Cebeci’deki Azerbaycan Elçiliği’ne bayrak çekilmesi töreninde, Azerbaycan Elçisi İbrahim Abilof’un konuşmasına cevaben yaptığı konuşmada, Anadolu’ya yapılan saldırıların esasında bütün “Doğu’ya” yapılmış olduğunu ve bunun mutlaka “kırılacağını” ifade etmektedir: “

… Anadolu’yu da göz önüne getirmenizi rica ederim. Tesadüfen sağımda duvarda asılı olan şu haritanın çok güzel gösterdiği gibi Anadolu da bütün Asya’nın, bütün haksızlığa uğramışlar dünyasının, zulüm dünyasına doğru ileri sürdüğü bir durumda bulunmaktadır. Anadolu bu durumu ile bütün haksızlıklara ve saldırılara uğramaktadır. Anadolu, yıkılmak, çiğnenmek, parçalanmak isteniyor. Fakat Efendiler, bu saldırılar sadece Anadolu’ya yönelmiş değildir. Bu saldırıların genel hedefi bütün Doğu’dur.

Anadolu, her türlü tasallutlara ve taarruzlara karşı bütün varlığıyla kendini savunmaktadır ve bunda başarılı olacağından emindir. Anadolu, bu savunmasıyla yalnız kendi hayatına ait görevi yapmıyor, belki bütün Doğu’ya yönelen saldırılara bir set çekiyor. Efendiler, bu hücumlar elbette kırılacaktır. Bütün bu tasallutlar mutlaka son bulacaktır. İşte ancak o zaman Batı’da, bütün dünyada gerçek sükûn (huzur), gerçek refah ve insanlık hüküm sürecektir.”

Atatürk’ün bu düşünceleri, sadece çeşitli konuşmalarında ifade ettiği görüşler düzeyinde kalmamış; Ankara yönetiminin imzaladığı bazı milletlerarası antlaşmalara da konu olmuştur. Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması’nı imzalamak için Moskova’ya giden Türk heyeti, Sovyetlerle bir dostluk antlaşması imzalamak için yine oraya gelen Afganistan heyeti ile 1 Mart 1921’de bir antlaşma imzalamıştır. On maddeden oluşan bu antlaşmanın ilk maddesinde Türkiye’nin Afganistan tarafından tanındığı belirtildikten sonra, ikinci maddesinde şöyle deniliyordu: “Madde 2. Bağıtlı Yüksek Taraflar, tüm Doğu milletlerinin kurtuluş, bütünüyle özgürlük ve bağımsızlık hakkına sahip olduklarını ve bunlardan her milletin istediği herhangi bir rejim ve hükümet biçimi ile kendisini yönetmekte özgür olduğunu açıklar…”

Böylece Anadolu hareketinin, bütün “Doğu milletlerinin” kurtuluşu hareketinin bir parçasını oluşturduğu gerçeği, milletlerarası bir antlaşmaya konu edilmiş oluyordu. Aynı antlaşmanın dördüncü maddesinde ise; “bağıtlı taraflardan biri, Doğu’yu istila ya da sömürge yapma siyasetini izleyen herhangi bir emperyalist devlet tarafından ötekine yapılacak saldırıyı bizzat kendine yapılmış sayarak elindeki araçlar ve olanaklarıyla onu püskürtmeyi kabul eder.” denilmekte, sömürge ve istila politikalarına karşı diğer devletlerle birlikte, ortaklaşa olarak ve aktif biçimde mücadele edilmesi amaçlanmış oluyordu.

EVRENSEL BOYUTLARI

Mustafa Kemal, Türk Kurtuluş Savaşı devam ederken Anadolu’daki hareketin evrensel boyutlarını çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda en açık bir biçimde dile getirmiştir. Mesela İran Elçisi Mümtazüddevle İsmail Han Ankara’ya geldiğinde, Rus Elçisi Aralof’un İran Elçisi şerefine verdiği ziyafette 7 Temmuz 1922’de yaptığı konuşmada şunları söylüyor:

Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız söylemişlerse de bunu bir defa daha doğrulamak gereğini duyuyorum. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi ad ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu, bütün haksızlığa uğramış milletlerin, bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu sonuçlandırıncaya kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.

Türkiye şimdiye kadar var olan tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin gerçek gereklerini izleyecektir. Gerçekten var olan tarihlerin kaydettiği olaylar milletlerin gerçek düşünceleri, işleri, hareketleri değildir.

YARIN: GÜZEL SANATLAR VE SPOR