Türkiye'nin Mısır’la diplomatik temas kurması ve ardından normalleşme yönünde bazı adımlar atması sadece iki ülke açısından değil tüm Orta Doğu açısından önemli bir gelişme. Türkiye’de bazı muhalif kesimlerin, Türk hükümetinin Mısır ile görüşmelere başlamasını “hükümetin çark etmesi” şeklinde çarpıtarak yorumlaması ise tuhaf. Hükümete yönelik “ne oldu da şimdi görüşüyorsunuz?” şeklindeki eleştiriler, bu çevrelerin bölgesel ve küresel gelişmeleri okuyamadığını gösteriyor. Zira, son aylarda bölgede yaşanan değişim ile Türkiye’nin değişimlere uyum sağlayan ve millî menfaatleri önceleyen dış politika anlayışı dikkate alındığında, Türkiye’nin yeni bir adım atmaması beklenemezdi.

Orta Doğu neredeyse Osmanlı hâkimiyetinin sona erdiği günlerden günümüze hep sorunların, çatışma ve savaşların gölgesinde kaldı. Bölge ülkelerinin arasında siyasi, etnik ya da dini sebeplerle anlaşmazlıklar sık sık kendini gösterdi. Bölge bir türlü huzur ve istikrarın kalıcı hâle geldiğine şahitlik edemedi. Türkiye ise, bölgedeki diğer ülkelerden birçok yönüyle farklı olmanın sağladığı avantajla, kaos ve kavganın kol gezdiği sıradan bir Orta Doğu ülkesi hâline hiç gelmedi. Ancak, bölgede yaşanan her gelişme, Türkiye’nin tarihî, siyasi, sosyal ve ekonomik olarak bölgenin ayrılmaz bir parçası olması hasebiyle, Türkiye’yi öyle ya da böyle muhakkak etkiledi.

Bu etki sebebiyle de Türkiye hiçbir zaman bölgedeki gelişmelere uzaktan bakmak gibi bir yanlışa düşmedi. Tam aksine, aktif ve etkin bir şekilde bölgedeki diplomatik gelişmelerin içinde yer aldı. Çatışan taraflar arasında ara buluculuk yapmaktan tutun, askerî operasyonlar aracılığıyla terörle mücadele ve istikrar sağlama çabalarına kadar her türlü araç Türkiye tarafından kullanılageldi.

Son birkaç ay içerisinde bölgede taşların yerinden oynadığı, bazı yumuşama sinyallerinin geldiği görülürken, Türkiye’nin yeni bir arayış içine girmemesi de beklenemezdi. Örneğin, Katar’a yönelik ablukanın sona erdirilmesi ve Körfez ülkelerinin arasında normalleşmenin başlaması bölgede bazı değişimlerin yaşanacağının ilk göstergelerinden biri olmuştu. Yakın zamanda, Yemen savaşı gibi bölgenin en büyük sorunlarında iki ayrı kutupta yer alan, biri Sünni diğeri de Şii kutbun liderliğine talip olan Suudi Arabistan ile İran arasında dahi müspet mesajların verilmiş olması, değişimin büyüyerek devam edeceğini gösteriyordu. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın “İran bir komşu devlet ve biz kendisiyle iyi ve seçkin ilişkiler kurma arzusundayız” demesi, Orta Doğu’nun eskisi gibi gitmeyeceği şeklinde bir beklenti yaratmaya yeterli.

Böylesine bir değişim yaşanırken, Mısır’ın Türkiye’ye yönelik bazı adımlar attığı da malum. Mısır’ın ruhsatlandırma yaparken Türkiye tarafından ilan edilen deniz yetki alanlarını dikkate alması, bekleneceği üzere Yunanistan’ı çıldırtırken Türkiye’yi memnun etmişti. Mısır ile teknik düzeyde başlayan diyaloğun bugünlerde Dışişleri Bakanları seviyesine yükseliyor olması da iki ülke arasındaki ilişkilerde olumlu bir havanın yakalandığına, iki tarafın da normalleşme iradesi sergileyebildiğine işaret ediyor.

Türkiye’nin, Libya örneğinde olduğu gibi, Mısır ile de olası bir deniz yetki alanı sınırlandırmaya yönelik mutabakata varması, bölgedeki denklemin Türkiye’nin lehine dönmesi ve Yunanistan’ın büyük bir hüsrana uğraması anlamına gelir. Bu sebeple de Mısır ile normalleşme, bölgenin jeostratejik hesaplamalarında ciddi bir değişim ve Türkiye açısından kazanç ihtimalini beraberinde getirir.

Son gelişmelerin ardında ABD Başkanlığının el değiştirmesinin, İran’ın Çin ile stratejik ortaklık anlaşmasına varmasının ve Libya’da Türkiye’ye müzahir bir yönetimin işbaşında olmasının yattığı da dikkate alınırsa, küresel ve bölgesel seviyede yaşanan gelişmelerin Orta Doğu’daki yansımalarını gördüğümüzü söyleyebiliriz. Türkiye’nin de bu süreçte Mısır’la yakınlaşması makul ve makbul olandır. “Darbeci Sisi ile görüşüyorlar” kabilinden tezvirat, abesle iştigalden başka bir şey değildir.