Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların diplomasi ve diyalog yoluyla çözülmesine ilişkin yapılan ortak çağrıya rağmen Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in Türkiye üzerindeki baskıyı artırmak ve Ankara’dan taviz koparmak adına yürüttüğü lobi faaliyetlerinin Ankara’daki akisleri devam ediyor. Miçotakis geçtiğimiz haftalarda ABD Kongresi’nde Senato ve Temsilciler Meclisi’nin ortak oturumuna hitabı sırasında doğrudan Türkiye’yi hedef alan açıklamalar yapmıştı. Başbakan konuşmasında, Türkiye’ye F-16 savaş uçaklarının satılmaması, Kıbrıs'ta iki devletli çözümün asla kabul edilmemesi, Ege adalarının üzerinden yapılan uçuşların ivedilikle durdurulması ve Yunanistan’a F-35 savaş uçaklarının satılması şeklinde bir takım sözler söylemişti.

Mavi Vatan rahatsızlığı

Miçotakis’in Türkiye’yi sıkıştırma ve baskılama stratejisini Avrupa Birliği (AB) içerisinde de yoğun bir şekilde sürdürdüğü biliniyor. Brüksel başta olmak üzere Avrupa başkentlerinde Türkiye karşıtı açıklama ve sunumlar yapan Başbakan, görüşmelerinde Mavi Vatan doktrininin Atina’da uyandırdığı rahatsızlıklardan bahsediyor. Miçotakis’e göre Mavi Vatan, uluslararası hukuka aykırılık teşkil eden, iyi komşuluk ilişkilerine sığmayan, “saldırgan” ve “yayılmacı” bir tezdir ve bu yönüyle NATO’nun güneydoğu kanadında yeni bir istikrarsızlık ortaya çıkarmaktadır.

Hâlbuki Mavi Vatan doktrini, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde hakkaniyete ve uluslararası mahkeme kararlarına sığmayan dayatmacı ve ölçüsüz taleplerine karşı bir tepki olarak doğmuştur. Dolayısıyla Mavi Vatan, Yunanistan’ın bir türlü dizginlenemeyen jeopolitik hırslarının önünü kesmek amacıyla vücuda getirilmiştir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’de uluslararası düzeyde yapılan baskılara rağmen Yunan tezlerini kabul etmemesi ve aynı zamanda Mavi Vatan’ın güvenliği için donanmasını daha güçlü ve caydırıcı kılacak birçok projeyi hayata geçirmesi, Atina’na hoşnutsuzluklara yol açmıştır. Zira Yunan hükümeti, ABD ve AB’nin Türkiye’yi yaptırımlar ve tehditler yoluyla ikna edebileceğini varsayan bir siyaset benimsiyordu. ABD ve AB’nin gücüne güvenen Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege’de uluslararası antlaşmalara mugayir bir şekilde oldubittiler yaratması durumunda Türkiye’nin kendisine bu denli kararlı ve güçlü bir tepki vereceğini ummuyordu.

Adaların silahlandırılması ve kara suları

Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz sınırı henüz bir anlaşmayla belirlenmemiştir. Günümüzde Ege Denizi’ndeki karasularının genişliği 6 deniz milidir. Ege Denizi’ndeki sahillerin coğrafi konumu nedeniyle iki ülke ancak bu sınırı aralarında yapacakları bir anlaşmayla saptayabilir. Fakat Yunanistan bunu yapmak yerine, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku’nun genel hükümlerini referans alarak karasuları sınırını 12 mile çıkarmayı planlamaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) 1995 yılında almış olduğu bir kararla, Yunanistan’ın tek yanlı bir şekilde karasularını 6 milin üzerine çıkarmasını, “savaş nedeni” (casus belli) olarak ilan etmiş olması, Atina üzerinde ciddi bir caydırıcılığa sebep olmaktadır. Bu karar dolayısıyla Miçotakis hükümetinin Fransa ve Amerika ile ikili ittifak anlaşmaları imzalayarak ülkesini güvenceye almaya çalıştığı söylenebilir.

Ege Deniz’inde karasularının 12 deniz miline çıkartılması, bölgedeki Türk-Yunan dengesini altüst edeceği çok açıktır. Zira adaların karasuları hakkı bulunması ve de ada üstünlüğünün ziyadesiyle Yunanistan’da bulunması nedeniyle böyle bir değişim Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğuracaktır. Mesela şu an, Yunanistan’ın karasuları Ege Denizi’nin yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Şayet karasularının genişliği 6 milden 12 deniz miline çıkarttırılırsa Yunanistan’ın yeni oranı yüzde 70’ler seviyelerine yükselecektir. Buna karşılık Türkiye’nin varlığı yüzde 9’lar civarında seyredecektir. Bu nedenle Türkiye, karasuları genişliğinin iki ülke arasında bir anlaşma olmaksızın emrivaki bir şekilde yükseltilmesini, ülkenin ulusal çıkarlarına ve milli güvenliğine varoluşsal bir tehdit olarak kabul etmektedir.

Başka bir önemli sorun ise Doğu Ege Adaları’nın Lozan Antlaşması (1923) ve Paris Antlaşması (1947) hükümlerine aykırı bir biçimde silahlandırılmasıdır. Söz konusu antlaşmalara göre, Yunanistan’ın Doğu Ege Adaları’nı silahlandırması yasaktır. Aslında bu, yeni bir durum değildir. Yunan hükümetleri, 1960’lardan beri adaları mütemadiyen silahlandırmaktadır. Elbette buradaki hedef ülke Türkiye’dir. Adaların yasal statülerine aykırı bir şekilde askeri üs bölgesi haline getirilmesi, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin toprak bütünlüğüne karşı potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır. Nitekim Atina’nın başından itibaren PKK terör örgütüne de destek vermesi dikkate alındığında, Yunanistan’ın doğudan ve batıdan Türkiye’yi taciz eden bir strateji takip ettiği kolayca anlaşılabilir. O nedenle Türkiye, adaların gayri askeri statüsünün korunmasında hassas bir tutum sergilemektedir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Yunanistan’ın adaları silahlandırmaya devam etmesi halinde adalara ilişkin yeni bir egemenlik tartışmasının doğacağını ifade etmesi, temelsiz ve yersiz bir açıklama olarak görülemez. Nihayetinde antlaşmanın ahdi taahhütlerinin yerine getirilmediği bir durum ortaya çıkmıştır ve bu nedenle antlaşmanın şartları bozulmuştur. Bu yüzden Türkiye, sayıları yaklaşık 18’i bulan Doğu Ege Adaları üzerindeki egemenlik meselesini, Yunanistan ile tekrar müzakere edilmesini talep etme hakkına sahiptir. Bu bağlamda Atina’nın yapması gereken Türkiye ile barışçıl yöntemlerle ve de diplomasinin sınırları içerisinde kalarak sorunları görüşmek ve azami ölçüde ahde vefa göstermektir.

Askeri üsler ve kurulan ittifaklar

Yunanistan’ın Türkiye sınırına yaklaşık 40 km uzaklıktaki Dedeağaç’ta ABD ile birlikte bir takım askeri hazırlıklar içerisine girmesi de Ankara’da tedirginlik uyandıran gelişmelerden biridir. Adalarla birlikte bir bütün halinde düşünüldüğünde Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı bilinçli bir silahlanma faaliyeti içerisine girdiği çok açıktır. Dahası bu silahlanma çabası, Fransa ve ABD ile yapılan NATO dışı askeri anlaşmalarla ileri bir boyuta taşınmaktadır. Öncelikle bu vaziyet, NATO prensiplerine, Birleşmiş Milletler ilkelerine ve de iyi komşuluk teamüllerine aykırılık teşkil etmektedir. Bir defa iyi niyetli bir yaklaşım değildir. Türkiye ile Yunanistan arasında önemli sorunların varlığı aşikârdır. Lakin Türk makamlarının her fırsatta dillendirdiği üzere, tüm bunların barışçıl yöntemlerle ve diyalogla ele alınması ve çözüme kavuşturulması en medeni yoldur. Atina’nın bu yolu tercih etmek yerine müttefiklerine güvenerek Türkiye’yi “saldırgan ve yayılmacı” ilan ederek anormal bir silahlanma çabası içerisine girmesi ve bu bağlamda diplomatik mekanizmalar yerine askeri mekanizmaları ön plana çıkarması sağduyulu ve barışçıl bir eylem olarak görülemez. Kaldı ki Miçotakis hükümetinin NATO içi ittifaklara yönelmesi ve bu doğrultuda “ittifak içinde ittifak” oluşturması NATO’yu zayıflatan, hatta bölen bir girişimdir. Sonuç itibariyle Dedeağaç bölgesinin silahlandırılması adaların silahlandırılması kadar hassas bir meseledir. Türkiye’yi güvenlik krizinin içerisine çekmeye çalışan bu riskli adımların, Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturmayacağı somut garantilerle taçlandırılmadıkça kimsenin Türkiye’yi olası gerginliklerden mesul tutma hakkı söz konusu olamaz.

Miçotakis’in stratejisi ve varsayımları

Yukarıda da bahsedildiği üzere Ege Denizi’nde Yunanistan’ın tek taraflı bir girişimle karasuları genişliğini 12 deniz miline çıkarması, Türkiye için bir savaş nedenidir. Dolayısıyla, Türkiye açısından hassas ve hayati bir mesele olarak görülen bu konuya Atina’nın serinkanlı bir şekilde yaklaşması son derece önemlidir. Ancak Miçotakis’in eylem ve söylemleri dikkate alındığında, Yunan Başbakanın bu işi bir oldubittiye getirme hazırlığı içerisinde olduğu anlaşılıyor. Şüphesiz böyle bir hamle, ölümcül sonuçları beraberinde getirecektir. Bazı diplomatik kaynaklar bu varsayımları doğrulamaktadır. Buna göre Miçotakis’in stratejisi şöyledir. 1) Yunanistan doğu sınırlarını Türkiye’yi göğüsleyebilecek ölçüde tahkim etmiştir. 2) Gerekli siyasi ve askeri ittifaklar sağlanmıştır. 3) Uluslararası kamuoyu Yunanistan’ın tarafında olacaktır. 4) Türkiye Rusya’ya uygulanan yaptırımların bir benzerini göze alamaz. 5) Türkiye, iç siyaset baskısından ve ekonomik sorunlarından dolayı yıkıcı bir savaşı göze alamaz.

Benzer diplomatik kaynaklar, son günlerde Miçotakis’in Amerika’dan Avrupa’ya uzanan diplomatik temaslarında Türkiye’yi “tehditkâr ve saldırgan” olarak nitelendirmesini ve bu çerçevede kendisine destek aramasının temel nedenini, yukarıdaki varsayımlar olduğunu belirtmesi bir hayli ilgi çekicidir. Miçotakis’in Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle oluşan konjonktürden istifade etmeye çalıştığı çok açıktır. Daha açık bir ifadeyle, Miçotakis yaptığı hesaplara ve almayı umduğu yardımlara güvenerek Türkiye’yi bir savaşın içerisine çekmeye çalıştığı anlaşılıyor.