BİN YILLIK HESAPLAŞMA: LOZAN KONFERANSI VE ANTLAŞMASI (2)

Esasen Sovyet Rusya’da, Büyük Millet Meclisi (BMM) yönetiminden, konferansa katılmasının sağlanmasını istiyordu. Çünkü Sovyetler, Türklerin zaferinden sonra, Ankara’nın İtilâf devletleriyle bir anlaşmaya varmasından ve Sovyet Rusya’nın bu anlaşma dışında bırakılmasından kaygılanıyor, kendi çıkarları adına Türkiye’nin koruyucusu rolüne bürünerek, bu konuda İtilâf devletlerine de başvurmaktan geri kalmıyorlardı. Sovyet Dışişleri Bakan Yardımcısı Karahan, Sovyet Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’nın konferansa katılmasını sağlaması için Moskova’daki Türk diplomatik temsilcisini, hükümetini teşvik etmeye üstelerken, Ankara’daki Sovyet diplomatik temsilcisi Aralov da, Türk yönetimini, Sovyet Rusya ile gizli bir antlaşma imzalamaya çağırıyordu. Fakat Türk yönetimi, barış imzalanmadan bu konuda herhangi bir sorumluluk altına girmeye yanaşmıyordu. İstanbul’daki İngiliz askerî makamlarına göre, Türkler, Rusları, gerek konferansta gerekse konferans dışında (özellikle konferans başarısızlığa uğrarsa) bir destek aracı olarak kullanmak umuduyla, onlarla olan dostluklarını sürdürmek amacını güdüyorlardı.

Konferansın nerede yapılacağı bir süre bazı anlaşmazlık ve güçlüklere yol açtı. Ankara Hükümeti, bunun İzmir’de düzenlenmesi için direniyor, İzmir kabul edilirse, Mustafa Kemal’in de şahsen katılabileceğini ileri sürüyordu. Öte yandan, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Yunanistan’ı konferansta temsil edecek olan eski başbakan Eleftherios Venizelos’un duygularını incitebileceği korkusuyla toplantı yeri olarak İzmir’i kabul etmiyor; ayrıca şu olasılık üstünde duruyordu: Konferans, herhangi bir Türk şehrinde yapılırsa, Türkler, çok haklı olarak buna başkanlık etmek isteyecekler, böylece saygınlıklarını artırmış olacaklardı. Bu nedenle, İzmir yerine Büyükada, İstanbul, hattâ Üsküdar önerilip reddedildikten sonra, müttefikler, konferansın, Kasımın ilk haftasında, İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılması kararını alıyorlardı.

Bulunan bu formüle göre, her ülkeden, biri kabine bakanı olmak şartıyla, iki temsilci çağrılacaktı. İtilâf Devletleri ayrıca, Bulgaristan, Sovyet Rusya, Ukrayna, Gürcistan ve diğer bazı devletleri, tam üye olarak değil, ancak bu ülkeleri ilgilendiren konuların görüşülmesi sırasında hazır bulunmak üzere konferansa çağırma kararını alıyorlardı.

27 Ekimde İtilâf Devletleri hem Ankara, hem de İstanbul hükümetlerini konferansa çağırırken, Ankara, temsilci göndermeyi kabul etmekle birlikte, İstanbul hükümetine gönderilen çağrıdan ötürü İtilaf devletlerini protesto ediyor; bu davranışın, Mudanya Ateşkes Sözleşmesi’nin “özüne ve sözüne” aykırı olduğu görüşünü ileri sürerek, İstanbul hükümeti konferansa katılırsa, bunun BMM hükümetinin konferansa katılmasını önleyebileceği uyarısında bulunuyordu.

Tevfik Paşa, konferansa karma bir temsilci heyeti göndermelerini Mustafa Kemal’e önerince, Büyük önder, Türkiye’nin ancak BMM yönetimince temsil edilebileceği karşılığını veriyordu. Tevfik Paşa’nın bu davranışı, Büyük Millet Meclisi’nde öfkeli bir hava yaratıyordu. Bunun üzerine Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaldırılarak yerini yeni bir Türk devletinin aldığına dair Meclis’e bir önerge sundu. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni ve diğer milletvekillerince de desteklenen bu önerge sonucunda, saltanatın kaldırılmasına yol açan bir kanun tasarısı kaleme alınarak; 1 Kasım 1922’de Meclis’te oybirliğiyle kabul edilen kanunla saltanat kaldırıldı. Bu konuda kişisel egemenliğe dayanan İstanbul hükümetinin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı; halifelik Osmanlı hanedanına ait olmakla birlikte, bunun dayanak noktasının Türkiye Devleti olduğu ve bu makamı ancak TBMM tarafından seçilecek bir şahsiyetin işgal edebileceği kesinlikle belirtiliyordu.

Tevfik Paşa, 5 Kasım 1922’de sadrazamlıktan çekilerek, makamını 19 Ekim 1922’de İstanbul’a gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcisi Refet Paşa (Bele)’ya devretti. Osmanlı Padişahı Vahdettin, İstanbul hükümetinin çekilmesinden hemen sonra Türkiye’deki İngiliz İşgal Kuvvetleri Başkomutanı Sir Charles Harington’a gönderdiği şahsî bir mektupla İngiliz hükümetinin koruyuculuğuna sığınıyor, siyasî melce diliyordu. Bu dileği derhal kabul edilen Vahdettin, 17 Kasım 1922›de sarayından gizlice alınarak, İngiliz «Malaya» zırhlısıyla Malta adasına götürüldü.

TÜRK HEYETİNİN BELİRLENMESİ VE HEYET ÜYELERİ

Padişah ve Osmanlı hükümeti bu şekilde devreden çıkınca Lozan Konferansı’nda Türkiye’yi temsil etme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne kalmış oluyordu.

27 Ekimde Müttefikler, 4 Ekim günlü Türk notasına cevap verdiler ve TBMM Hükümetini İsviçre’nin Lozan şehrinde toplanacak barış konferansına delege göndermeğe çağırdılar. Konferansın 13 Kasım 1922 günü açılacağını da duyurdular. Türkiye, çağrıyı kabul etti ve Lozan’a delegelerini göndermeye karar verdi.

Türk heyetine başkanlık edecek birkaç aday üzerinde duruluyordu. En güçlü aday olarak Başbakan Hüseyin Rauf’dan (Orbay) söz ediliyordu. Onu Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur izliyorlardı. Mustafa Kemal, BMM’ ne önereceği kişiyi bu adaylar arasından seçmekte zorluk çekiyordu; ancak, Hüseyin Rauf söz konusu edilemezdi, çünkü Başbakan sıfatıyla konferansa katılamazdı. Sonra, dünya savaşı sonucunda Türklerin yenilgiye uğratıldığını açıkça gösteren “uğursuz” Mondros Mütarekesi’ni imzalayan Osmanlı murahhas heyetine başkanlık etmişti. Dolayısıyla Mustafa Kemal, İngiltere’nin Türkiye’ye başlıca rakip olacağı bir konferansa Rauf Bey’i gönderemezdi.

Onun önemli konularda Batılı devletlere ödün verebileceğinden kuşkulanıyordu. Rauf Bey, İsmet Paşa’nın (İnönü) kendisine danışman olarak delegeler kuruluna katılmasını Mustafa Kemal’e öneriyor, ama Mustafa Kemal bunu uygun bulmuyordu.

Yetenekli bir Dışişleri Bakanı ve zeki bir tartışmacı olarak tanınan Yusuf Kemal, güçlü bir aday olmasına rağmen, baş temsilci olarak Lozan’a gönderilemezdi, çünkü BMM Hükümeti’nin Doğu siyasetinin önderliğini yapıyordu ve 16 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile imzalanan Moskova Antlaşması görüşmelerine katılan Türk heyetine başkanlık etmişti. Ayrıca, büyük bir ameliyat geçirmiş olup nekahet döneminde bulunuyordu.

İSMET PAŞA, KARŞI ÇIKMIŞSA DA ATANMAYI KABUL ETTİ

Mustafa Kemal, Mudanya Mütarekesi görüşmelerinde başarı sağlayan İsmet Paşa’nın adı üstünde duruyor, onu Türk heyetinin baş temsilciliğine getirmeyi düşünüyordu. İsmet Paşa, uluslararası diplomasi alanında deneyimli olmamakla birlikte, sabırlı, azimli ve çetin bir tartışmacıydı. Gerektiğinde ketum davranmayı biliyor; bu özelliğinden ve ağır işitmesinden ötürü, çabuk karar alma, hazırlıksız ve ani olarak söz söyleme yeteneklerinden yoksun olduğu izlenimini veriyordu. Bununla birlikte, bu ağırbaşlı ve ölçülü tutumundan yararlanarak, oldukça önemli konularda herhangi bir sorumluluk altına girmeden önce uzun süre düşünmek yoluna gidiyordu.

Mustafa Kemal’in ona olan güveni, İsmet Paşa lehinde önemli bir nokta idi. Bu güven ve desteğe karşılık, İsmet Paşa da Mustafa Kemal’in emirlerini bağlılıkla yerine getiriyordu. Dışişleri Bakanı ve Lozan’a gidecek Türk heyetine baş delege atandığını Yusuf Kemal’den öğrenince hayret içinde kalan İsmet Paşa, asker olduğunu, diplomat olmadığını ileri sürerek karşı çıkmışsa da, sonuçta ikna edilerek bu atanmayı, emir olarak kabul etmiştir. Onun baş murahhas atanması, kendisi kadar başkalarını da şaşırtıyor, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’u hiç de memnun etmiyordu; çünkü Rumbold, onun konferansta “süngüleyici (sabering) davranışlarda bulunacağı” tahminini yürütüyordu.

YARIN: YETKİ BELGESİ, HEYETE VERİLEN TALİMAT