DOĞUMUNUN 103. YILINDA BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN TÜRK DÜNYASI VİZYONU (2)

Şüphesiz Türklük meseleleri, “Türkiye dışında yaşayan Türkler” konusu Türkçülük tarihi içinde ele alınmalı, Gökalp, Atatürk ve Atsız çizgisi iyi takip edilmelidir. Kendi yaşadıklarıyla birlikte bu çizginin Başbuğ’un fikrî/ideolojik kaynağı olduğu açıktır. Bu kaynak da Türkeş-Bahçeli çizgisinde gelişecek ve ete kemiğe bürünecektir. Irak, Suriye, Doğu Akdeniz, Kuzey Kıbrıs ve Karabağ’da son yıllarda ve günlerde yaşananları da bu çerçevede düşünmek ve değerlendirmek gerekir.

HER ŞEY GÖÇ İLE BAŞLADI

Bilindiği üzere milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ’un hayat hikâyesinin başlangıcında da göç var. Yıl 1860 Orta Anadolu’da, Kayseri’nin, Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyünde meskûn Avşar obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz’in fermanıyla Kıbrıs’a sürgün edilir.

25 Kasım 1917’de öğle vakti, Lefkoşe, Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade Sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs’a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve Larnaka doğumlu eşi Fatma Zehra Hanım’ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.

1921’de ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokuluna gönderilir.

İlkokul ve Rüştiye yıllarında Ali Arslan ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruna sahip hocalarından feyzalır.

Onlar, küçük Ali Arslan’a müfredatın yanı sıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını ,Osmanlı Devleti’nin bakiyesi hür ve müstakil Türkiye’nin yanı sıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız, esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler.

Rüştiyedeki (ortaokul) Hocalarından Osman Zeki Bey Ali Arslan’ın adını senin adın “Alparslan olsun.” ve “Sultan Alpaslan’a denk bir yiğit Türk ol.” diyerek değiştirir. “Alparslan” yapar. Küçük Alparslan’ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs’ın tamamı İngiliz işgali altındadır ve Türk’ün istiklalini kaybetmesinin ne demek olduğu onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmaya başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye’ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır. 

Yıl 1933 ve Alparslan’ın artık işgal altında, esaret altında yaşamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey’i ve Annesi Fatma Zehra Hanım’ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu hâlde, ak toprakların, hür toprakların, Türk’ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, ana vatanın, Türkiye’nin yoluna düşerler; İtalya’ya ait Viyana vapuru ile İstanbul’a gelirler. Tarihler 3 Haziran 1933’ü göstermektedir.

Ailesi İstanbul’a yerleşince Alparslan’ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesine kaydolmak olur. Artık o yüreğinin onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir.

Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesini pekiyi derece ile olarak bitirince o yıl İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış bulunan Kara Harp Okulu ve Ankara yılları başlar. 1938’de Harbiyeden mezun olur, artık o Türk ordusunun genç bir teğmenidir ve Türk milletinin emrindedir.

Alparslan Türkeş’in Türklük ve Türk dünyası fikirlerinin oluşmasında öncelikle ailesinin içinde bulunduğu durum, yani İngiliz işgali altındaki Kıbrıs’ta yaşıyor olmaları, baba ve annesi başta olmak üzere aile fertlerindeki Türklük bilinci ve nihayet eğitim süreçleri etkili olmuştur.

Kendisi anılarında hocalarının bu konulardaki etkisini şu şekilde anlatmaktadır: “Hocalarımız Kıbrıslı Türklerdi. Uyanık insanlardı. Faiz Kaymak Bey, Hüsnü Bey, ilkokulda Mehmet Asım Bey, Selahattin Bey ve Ragıp Tüzün Bey, hepsi milliyetçi kişilerdi. Bunlardan o duyguları alıyordum. Özellikle Turgut Bey Hoca’mızdan, yeryüzünde yaşayan Türkler hakkında bilgi aldık. Türkistan, Azerbaycan, Doğu Türkistan, Balkan Türkleri konusunda çok şeyler öğrendik. Bu soydaşlarımızın esaret altında olduklarını işitince milliyetçilik duygularımız kabardı. Dünyayı tanımayı öğrenmiştik. 14-15 yaşımdaydım.”

Merhum Alparslan Türkeş’in çocukluğunda yaşadığı bazı olaylar da onun bilgi birikimi ve Türklük bilincinin oluşmasında doğrudan etkili olacaktır. Bu bilincin “tarih şuuru” ile şekillendiği de anlaşılmaktadır. Aşağıda değineceğimiz 1944 Olaylarını anlattığı “1944 Milliyetçilik Olayı” isimli eserinin “Başlangıç” bölümünde yetiştiği, çocukluğunun geçtiği dönemle ilgili olarak şunları anlatmıştır:

“Çocukluğum; Balkan Savaşı, Birinci Cihan Savaşı ve Türk Millî Kurtuluş Savaşı’nın acı tatlı hikâyeleri içinde geçti. İlkokul ve ortaokul sıralarında da derslerimizin konusunu bu üç savaşa ait olaylar teşkil etti. Türk milletini yok etmek isteyenlerin, giriştikleri tecavüz ve hıyanet faaliyetleriyle buna karşı kendini kurtarmak için, milletimizin yapmış olduğu olağanüstü mücadeleler ele alınarak derslerimizde incelendi. Türk milletinin zayıf ve düşkün durumdan kurtulması ve eski çağlardaki kudret ve şereflerine tekrar ulaşması için nasıl çalışması, neler yapması gerektiği üzerinde duruldu. O günlerden bu yana, benim de başlıca düşünce ve kaygılarım bunlar olmuştur. Türk milletinin tarihini, hâlihazır durumunu ve geleceğini derinden inceleyerek bunlar için açık ve gerçek, uygun görüş elde etmeye ve olumlu planlar hazırlamaya çalışmayı zevkli ve aynı zamanda vazgeçilmez bir alışkanlık haline getirdim.”

Üç yıllık Kuleli eğitimi ve İstanbul’daki hayatı Alparslan Türkeş’in Türklük ve Türk dünyası ile ilgili fikirlerinin oluşmasında, mevcut düşüncelerinin pekişmesinde âdeta bir dönüm noktası olacaktır. Onun Kuleli eğitimine başladığı yıl genç Cumhuriyet’in 10. yılıdır. Coşkulu bir şekilde kutlamalar yapılmaktadır. Atatürk’ün Türklük ve Türk dünyası ile ilgili dil ve tarih çalışmalarının olanca hızıyla devam ettiği yıllardır.

Kuleli’deki hocalarının çoğu İstiklal Harbi’ne, Millî Mücadele’ye katılmış sivil ve askerlerdir. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır. Kuleli Askeri Lisesine girişini sağlayan, önündeki bazı engelleri kaldıran da Fevzi Çakmak Paşa’dır. Okula kayıt için bütün evrakları hazırlayarak babasıyla birlikte Kuleli’ye giden Türkeş kayıt sırasında şöyle bir olay yaşamıştır:

“Beraberimde ortaokul diplomamı ve pasaportumu götürmüştüm. Hadi Bey isminde bir binbaşı ile Muzafferettin Bey adındaki Fransızca öğretmeni öğrenci kayıtlarında görevliydi.

Muzafferettin Bey bizi çok sert karşıladı. ‘Siz Türk değilsiniz, sizi asla kaydedemem!’ şeklinde tavır koydu.

Babam, bu beklemediğimiz çıkışma karşısında çok bozuldu. Sonra… Muzafferettin Bey’le aramızda şu tartışma geçti:

-Biz Türk oğlu Türk’üz!

- Ama pasaportunuz, İngiliz pasaportu…

-Kabahat sizin, bizi İngilizlerin eline bıraktınız!

-Çocuğunuzu kaydedemeyiz, buyrun gidin…”

Alparslan Türkeş ile birlikte dokuz öğrencinin dahi kaydı yapılmamıştı. Diğer öğrenciler de Kıbrıs’tan gelmişlerdi. İzmir Milletvekili Sırrı Bey, kendilerine yardımcı olma vaadi verdi. Sırrı Bey Fevzi Çakmak Paşa’ya ulaştı… Önce geçici kayıt yaptılar, Türk vatandaşlığına geçince de asli kayıt yapıldı.

Türkeş, Kuleli Askeri Lisesinde ağırlıklı olarak fen dersleri okuması rağmen, edebiyata düşkün bir öğrenciydi. Yatılı okuldaki günlerinde derslerden boş kalan zamanlarda ilk fırsatta kütüphaneye gider, saatlerce okurdu. Vaktinin çoğunu okul kütüphanesinde geçirirdi. Montesquieu’nun “Kanunların Ruhu” isimli kitabını bu yıllarda okumuştur. Bu dönemde şiir de yazmıştır. İlk okuduğu yazarlar arasında Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Namık Kemal gibi isimler vardır.

YARIN: ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN TÜRK DÜNYASI BİRİKİMLERİ