Yarın Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaşın birinci yılı doluyor. Savaşta geçen bir yılın ardından ne Ukrayna’nın topraklarının tamamını egemenliği altında tutmayı başardığı, ne de Rusya’nın nihai hedefine ulaşabildiği görülüyor. Gelinen noktada, Ukrayna’nın Rusça konuşan nüfusun yoğunluklu olduğu bölgelerinde Rus kontrolünün sağlandığı, Ukrayna’nın Azak Denizi’ne çıkışının engellenerek Azak’ın Rus gölü hâline getirildiği ortada. Her ne kadar sahadaki işler Rusya’nın beklediği gibi gitmemişse de Rusya Devlet Başkanı Putin’in savaşın birinci yıl dönümüne üç gün kala yaptığı konuşmadan, Rusya’nın geri adım atmayacağı ve savaşın bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor.

Rusya lideri Putin’in konuşmasından birkaç saat sonra dolaylı da olsa savaşın diğer tarafında yer alan ABD’nin Başkanı Biden da Polonya’da bir konuşma yaptı. İki konuşmayı birden ele aldığımızda, dünyanın en büyük iki askerî gücünün dünyayı ve gelişmeleri çok farklı şekilde okuduğu ortaya çıkıyor. Birbirlerini suçlayan ve sorumluluğu karşı tarafa yıkmaya çalışan iki liderin yaptığı konuşmalar, adı konmamış bir “soğuk savaş” döneminde olduğumuz izlenimi veriyor. Hatta iki tarafın soğuk savaşın sona ermesinden bu yana hiç bu kadar birbirinden uzaklaşmadığını belirtmek mümkün. 

Putin, Ukrayna’da devam eden “özel operasyonun” Batı’nın Kiev’deki “Neonazi yönetimi” üzerinden giriştiği yayılmacılık karşısında Rusya’nın kendini ve tarihî olarak “kendilerine ait olan” bölgeleri koruma ihtiyacı sebebiyle yürütüldüğünü iddia ederken, Biden tam aksine Rusya’nın saldırganlığına karşı Batı’nın kendini korumak zorunluluğu hissettiğini savunuyor. ABD tarafı, savaşı Rusya başlattı derken, Rusya “Biz durdurmaya çalıştık ama cini şişeden çıkaran Batı oldu” diyor. Tarafların aynı gelişmeyi tam aksi yöndeki açıklamalarla değerlendirdiği, dünyayı çok farklı noktalardan gördüğü açıkça ortada. Dünyayı okumaktaki farklı perspektiflerin uzlaştırılamayacağı ve dolayısıyla tarafların birbirini suçlamaya devam edeceği, bunun da ABD ve Rusya merkezli ittifaklar arasındaki gerginliğin süreceği anlamına geldiğini söylemek yanlış olmaz.

Putin ayrıca, Yugoslavya, Irak, Libya ve Suriye’yi mahvedenlerin şimdi de Ukrayna’yı aynı sona hazırladığını iddia ederken, ABD ve müttefiklerinin diğer ülkeleri kaosa ve istikrarsızlığa iten taraf olduğunu da hatırlatmış oluyor. Putin’in bundaki amacının hem Ukrayna’yı Batı’dan koparmak hem de Batı ile ittifakını sürdürürse uzun yıllar istikrara kavuşamamakla tehdit etmek olduğu düşünülebilir. Putin ayrıca, ABD’nin “demokrasi götürmek” için işgal ettiği Irak gibi ülkelere atıf yapmakla, Ukrayna halkına Batı’ya güvenmemesi gerektiği mesajını veriyor.     

Biden, Putin’in iddia ettiğinin aksine Ukrayna ve müttefiklerinin Rusya’yı yok etmek gibi bir amaç gütmediğini belirtiyor ve “medeni dünya”nın Rusya karşısında kendini korumaya kararlı ve muktedir olduğunu vurguluyor. ABD, tüm Batı dünyasını Rusya karşısında tek bir safta toplamaya uğraşırken, savaşın tek müsebbibinin bizzat Putin olduğunu öne çıkarıyor. ABD’nin eleştirilerini Putin özelinde temellendirirken, Putin’in sorumluluğu belli bir kişi ya da hükümet üzerine indirgemeyip bütün müttefikleri birden hedef aldığı görülüyor. Batı’nın hedefinde tek bir isim varken, Putin bütün Batı’yı karşısına almış gibi görülüyor.

Biden, savaşı başlatan Putin’in isterse bir sözü ile savaşı bitirebileceğini söylüyor. Biden’ın bu açıklamasına bakılırsa, ABD tarafının Putin’in geri adım atmasını beklediği, sahadaki çatışmaların barışla sonuçlanacağına pek ihtimal vermediği söylenebilir. Putin’in güvenlik garantileri istediklerini ve Batı’nın buna yanaşmaması sebebiyle savaşın kaçınılmaz hâle geldiğini savunduğunu ve savaşı kısa sürede sona erdirmek gibi bir derdinin de olmadığını dikkate alırsak, Ukrayna’nın belli bölgelerinde yıllarca sürecek düşük yoğunluklu bir savaş ortamına çekildiğini öngörebiliriz.

İki liderin aynı gün yaptıkları değerlendirmelere bakıldığında, dünyanın Ukrayna savaşı sebebiyle iki kutuplu bir düzene doğru sürüklendiğini iddia etmek abes olmaz. Savaşın uzaması ise şüphesiz bu kutuplaşmanın derinleşmesine sebep olacaktır. Bu süreçte her iki taraf da kendi müttefikleri ile daha yakın iş birliği ve dayanışma sergileyecektir. Nükleer tehditler ve kapsamlı yaptırımlarla körüklenen bu anlaşmazlık, dünyanın yeniden soğuk savaş dönemindeki benzeri bir uluslararası sisteme evrilmesiyle sonuçlanabilir.

Olası bir yeni soğuk savaş dönemi ise, öncekinden farklı olarak, kapitalizm-komünizm temelli “ideolojik bir kutuplaşma”dan ziyade kutuplar arasında güç ve nüfuz alanını artırmaya odaklanan bir “çıkar çatışması” olacak gibi duruyor. Bu karamsar senaryonun gerçekleşmesi hâlinde, Ukrayna’dakine benzer vekâlet savaşlarının yenilerini görmemiz hiç de şaşırtıcı olmaz. Kısacası, ABD ve Rusya’nın Ukrayna’da somutlaşan ve uzlaştırılamaz görünen yaklaşım farkı, yeni çatışmaların fitilini ateşleme potansiyeli azalmadan devam ediyor.