Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diye tercüme edilen “Laissez faire laissez passer” sloganı, piyasa toplumunun temel öğretisidir. Liberal iktisat felsefesi herkesin maksimum çıkarının peşinde koştuğu bir düzenin toplumsal refahla sonuçlanacağını varsayar. Yani asıl amaç bireyin çıkarıdır, toplumsal refah, tasarlamadan ulaşılan bir neticedir. Buna göre, bireyler kendi çıkarlarını maksimuma ulaştırmaya çabalarken görünmez bir el vasıtasıyla tüm piyasa düzenlenir ve herkes bunun nimetlerinden faydalanır. Oysa bu neticeye tarihin hiçbir döneminde ulaşılamadı.

Çünkü kişisel çıkar, bencillik ve hırs, ötekilerden daha fazlaya sahip olma dürtüsünü körükleyerek toplumun fertlerini azgın bir rekabet ilişkisine sürükledi. Paylaşma ve bireyler üstü beraberlik duygusu ortadan kalktı. Zaten bireyci insanın önceliği her zaman kendi çıkarı olmuştur. Kendiliğinden düzen başarılı olsaydı 1929 krizinden sonra sosyal devlet düşüncesi ortaya çıkar mıydı? Ülkemizde de dolar kurunun 18’lere kadar yükselmesi Türk toplumunun yaşam standartlarını giyotin gibi keserken bu durumdan istifade etmeye çalışan bir kesim aradan fırlamaya kalkmıştır. Kimileri irrasyonel şekilde fiyat artışı yaparak, kimileri stokçuluk yöntemleriyle, kimileri de yatırım araçları vasıtasıyla bu durumdan yararlanabildikleri kadar yararlanmaya kalktılar.

Bizdeki muhalefet dolara endeksli bir muhalefet olduğu için bu kontrolsüz iklimden siyasi rant elde etmek için uğraştı. Dolarla birlikte dalgalanıp durdular. Döviz kuru yükseldikçe sesleri daha çok çıktı, TL değer kazanınca söylemleri yumuşamaya ve etkinlikleri azalmaya başladı.

Bu süreçte paralarını dolara yatırarak ülkenin ekonomik şartlarının ağırlaşmasına katkı sağlayanlar, bu sayede kendi menfaatlerini maksimize etmekle kalmayıp hükümetin seçmen nezdindeki güvenirliğini azaltacak bir iklime de katkı sağlamış olduklarını düşündüler. Kendileri dolar üzerinden zenginleşirken Türk halkı daha çok fakirleşecek, gidişatın faturası hükümete kesilecek ve Millet İttifakı dolarla beraber yükselen değer olacaktı. Şimdi hükümetin açıkladığı kur korumalı TL mevduatı planıyla işler tersine dönmeye başladı. Dün, piyasaya müdahale etmeyin çığırtkanlığı yapanlar, 17 liradan evini satıp dövize yatıranların mağdur olduğunu söyleyip, devlete bu mağduriyetleri giderme çağrısı yapıyor. Çıkarlarını toplumun hilafına olacak şekilde maksimize etmeye kalkanların yatırım tercihlerine “mağduriyet” demek de neyin nesi?

Ülkenin Cumhurbaşkanı “Ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz” derken kendi cebini doldurma savaşı verenler, hem savaştan kaçmış hem düşman mevzisine döviz cephanesi taşımıştır. Kötüleşmesine katkı sağladıkları ekonomik ortamı hükümet değişikliği yolunda propaganda malzemesine çevirerek, kurtla yiyip çobanla ağlayanlar olmuşlardır. Dolar aşağı inmeye başlayınca, batırmak istedikleri devletten zararlarını tanzim etmesini isteyecek kadar da yüzsüzleşmişlerdir. Şimdi devlet de bunlara “bırakınız batsınlar” felsefesiyle yaklaşırsa, tam da anladıkları dilden bir cevap vermiş olmaz mı?