Savaşın da bir hukuku vardır. Yani, savaş durumunda bile herkes her istediğini yapamaz. 1899’da Lahey Sözleşmeleri ile yazılı hâle gelmeye başlayan insancıl hukuk zamanla gelişmiş; 1907’de yine Lahey’de imzalanan sözleşme ve 1949’da kabul edilen Cenevre Sözleşmeleri ile bu alanda kayda değer bir müktesebat ortaya çıkmıştır. Cenevre Sözleşmelerinden biri, hassaten savaş zamanındaki sivilleri korumaya yöneliktir.

1998’de Roma’da gerçekleştirilen BM konferansı ise uluslararası ceza hukukunun eriştiği son noktayı teşkil etmiştir. Roma’da 120 ülkenin oyuyla kabul edilen Roma Statüsü ile Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) kuruluşu gerçekleştirilmiştir.

1 Temmuz 2002 tarihi itibarıyla fiilen çalışmalarına başlayan UCM, bu alanda yetkilendirilmiş ilk sürekli mahkeme olma niteliğine haizdir. “Soykırım”, “insanlığa karşı suçlar”, “savaş suçları” ve “saldırı suçu” nun faillerini yargılayarak cezaya çarptırmak amacıyla ihdas edilen UCM’yi kuran Roma Statüsü’nün 8’inci maddesi “savaş suçları”na ayrılmıştır.

Uluslararası hukuka göre “savaş suçu” sayılabilecek fillerden bazıları şöyle: Doğrudan sivil nüfusa, sivil eşyalarına, insani yardıma ya da barış koruyucu misyonların yanı sıra sağlayacağı önceden tahmin edilen somut ve doğrudan doğruya askerî avantaja oranla aşırı bir şekilde sivil hedeflere zarar vereceği ya da sivilleri yaralayacağı ya da rastlantısal olarak can kaybına yol açacağı bilinen saldırılar da dâhil olmak üzere sivillere yönelik yasaklanmış saldırılar;

Askerî hedef olmayan din, eğitim, sanat, bilim ya da hayır amaçlarıyla kullanılan binalara, tarihi anıtlara ve hastanelere saldırılar.

Şimdi bu uluslararası hukuk kuralları dikkate alındığında Azerbaycan’ın Gence kentine yapılan saldırıyı değerlendirelim. Öncelikle işgalci taraf olan Ermenistan’ın bırakın sivilleri katletmesini, Yukarı Karabağ ve onu çevreleyen 7 rayondaki mevcudiyeti dahi uluslararası hukukun çiğnenmesi anlamına gelmektedir. Bununla yetinmeyen Erivan’ın meşru müdafaa hakkına başvurarak karşılık veren Azerbaycan güçlerine saldırması da meşru ve kabul edilebilir değil.

Uluslararası hukuku ayaklar altına alan Erivan’ın uzun uğraş sonucunda Moskova’da varılan uzlaşıyla ateşkese rıza göstermesine rağmen, ateşkes yürürlüğe girdikten kısa süre sonra çatışma alanının neredeyse 100 km uzağındaki Gence’ye saldırması ve onlarca sivili öldürmesi, hiç tartışmaya gerek olmayacak derecede net bir savaş suçu teşkil ediyor.

Gence saldırısında füzelerin hedefinde olan bölgeye bakıldığında, sivil yerleşim yeri olduğu, hiçbir şekilde askerî bir unsurun bölgede bulunmadığı açık şekilde görülüyor. Bu gerçeği ortaya koyan fotoğraf ve video görüntüleri, Erivan’ın savaş suçu işlediğini açıkça gözler önüne sermeye fazlasıyla yeterli. Peki UCM, yargı yetkisinde olan bu suçun işlendiğini tespit ve sorumlarını cezalandırma imkânına sahip mi? Roma Statüsü’ne göre, devletleri yargılama yetkisine sahip olmayan UCM, sadece kişileri yargılayabiliyor ve yargılanacak kişinin de Statü’ye taraf ülke vatandaşı olması gerekiyor. Ermenistan ise Roma Statüsü’ne taraf değil. Ancak bu durum, Ermenistan’ın yaptığının yanına kâr kalacağı anlamına gelmiyor. Zira Statü’ye göre, uluslararası barış ve güvenliğin tehdit veya ihlal edildiği hallerde BM Güvenlik Konseyi suç teşkil eden olayın mahkeme tarafından yargılanmasını isteyebilir. Bu durumda, taraf olmayan bir ülkenin yetkilileri tarafından işlenen suçlar için dahi BM kararı uyarınca yargılama yapılabilir.

Bu çerçevede; eğer uluslararası hukuk ve adalet herkes için geçerli ise BM Güvenlik Konseyi’nin Ermenistan’ın işlediği vahim suçlar karşısında suskun kalmamasını beklemek en doğal hakkımızdır. Ermenistan yönetiminin bu suçu işleyenleri yargılamayacağı kesinken, BM Güvenlik Konseyi kararına istinaden UCM’nin devreye girmemesi, haklı olarak “yoksa uluslararası hukuk laf-ı güzaftan mı ibaret?” sorusunu gündeme getirecektir.