Ülkemiz iklimi, coğrafi konumu ve karakteristik yapısıyla tarih boyunca bilimin, felsefenin, sanatın, ticaret merkezlerinin güzergâhı olmuştur. Dört mevsimin yaşandığı güzelim ülkemiz; kayısı demek, fındık demek, üzüm demek, incir demek. Zeytin, pamuk, çiçek, meyve-sebze demek. Buğday, mercimek, nohut demek aslında…

Ülkemiz zenginliklerini saymakla bitiremeyiz. Bana göre, bizim en büyük zenginliğimiz tarım…

Dolayısıyla tarımsal açıdan dünya ülkelerinden Norveç’e baktığımızda balıkçılıkta hamle yaptı ve kalkındı, daha sonra sanayileşti. Yüzölçümü bakımından Ege Bölgesi’nden küçük olan Hollanda, dünyanın en büyük ikinci tarım ülkesi oldu.

Avrupa’nın temiz topraklarına sahibiz diye övünürüz. Gelin görün ki “adam eksen adam çıkar” deyiminin karşılık bulduğu ülkemiz, bu konuda Hollanda’nın çok daha gerisinde…

Söyler misiniz biz bu durumu hak ediyor muyuz?

Net olarak, biz bu durumu hak etmiyoruz.

Bu sarmaldan kurtulabilmenin yolu, yerelde kalkınmaktır.

Yerelde kalkınmanın yolu, tarımsal faaliyetler içerisinde bulunan küçük ve orta ölçekli çiftçilerin desteklenmesidir. Bu çiftçilerimiz güçlü olmak zorundadır. Çünkü diğer sektörler içerisinde doğal, ekonomik, sosyal, siyasal, teknolojik ve kişisel risklerden en çok etkilenen bu ölçekteki çiftçilerimizdir.

Bu nedenle gelişmiş ülkeler tarımda tam korumacılık politikalarını genel olarak “tarımda risk yönetim programları” ile uygulamaya koyarak, tarım sektörünü sayılan riskler karşısında sürekli ve çok yönlü desteklemektedirler. Biz de korumacı tarım politikalarını küçük ve orta ölçekli çiftçilerimizde uygulamalıyız.

Ülke olarak bu boyutta tarıma farklı bir bakış açısı kazandırmalıyız. Ülkemizde küçük ve orta ölçekli çiftçilerin sihirli dokunuşlara ihtiyacı var. Bu yönde tarımsal desteklemeler ve mikro kredilerle tarımın ne pahasına olursa olsun, “korunacak sektör” olduğunu ortaya koymalıyız.

Tarımsal desteklemelerde amacımız ödeme yapılan çiftçi sayısını ve ödeme miktarını arttırmak değildir. Asıl amacımız, yaptığımız ödemelerle tarım sektöründe iyileştirmeler yapmak ve çiftçiyi tarımsal faaliyet yaptığı yerde yani kırsalda tutmak olmalıdır. Dolayısıyla kırsalda hane halklarının gelirini arttırarak kent gelirine yaklaştırdığımızda kırsaldan kente göçün de önüne geçmiş oluruz.

Bizim küçük ve orta ölçekli üreticimiz borçsuz olarak, korkmadan toprağını ekmeli, ürününü hasat etmeli ve hayatını da devam ettirebilecek gelir kaynağına sahip olmalıdır. Aslında kırdan kente göçün temelinde bunlar yatıyor. Bu kazanımlar olmadığı zaman göçler başlıyor. Genç nüfusun kentlere göç etmesi, geride bırakılan nüfusun yaş ortalamasının yüksekliği ve çiftçilik faaliyetlerini sürdüren kişilerin teknolojiyi tarıma yeterince aktaramaması, üreticilerin sorunlar yaşamasına sebep oluyor.

Dünya tarımı sürekli bir değişim ve gelişim içinde, bugün ülkemiz tarımına baktığımızda artık tohumu toprakla buluşturan insanlarla sınırlı olmadığını görürüz. Bugün tarımda iletişim var, tasarım var, endüstri var, pazarlama var… İşte tam bu noktalarda küçük ve orta ölçekli üreticilere destek olunmalıdır.

Endüstriyel tarım dışında küçük ve orta ölçekli üretici de yaşatılmalı!

Bu yaşatmanın desteklemeler dışında bir diğer yolu da küçük ve orta ölçekli çiftçilerin kooperatifleşmesidir. Destekleme, yaşatma ve sahip çıkma sadece Tarım Bakanlığının görevi gibi düşünülmemeli, yerel ve merkezi yönetimlerin de elini taşın altına koymaları, kurulmuş ve kurulacak olan kooperatiflere sahip çıkmaları gereklidir. Bu noktada yerel ve merkezi yönetimlerin bu kooperatiflere “Sizler ne üretirseniz bizler alacağız” sözleriyle küçük ve orta ölçekli çiftçilere umut aşılamalıdır.

Tarımsal potansiyelimiz var! Bizler bunları yapabiliriz, yeter ki inanalım! Tarımsal kalkınmada dünyadan ilham alan değil de ilham veren ülke neden olmayalım?