GEÇTİĞİMİZ haftanın haberlerinde, İspanya’da bir yaşlı bakım evinde yaşlıların ölüme terk edildiğini ve hatta bir kısmının yeni koronavirüs sebebiyle yatağında ölü bulunduğunu duydum. Bu olay, basit bir olay değildir. Buna ek olarak, Avrupa ülkeleri birbirlerinin siparişleri olan tıbbi malzemeleri kendi ülkelerinden geçerken el koyuyorlar. Bazı ülkeler ise, “yaşlılar ölsün, kalan sağlar bizimdir” diyorlar. İnanılacak gibi değil.

Üstün değerlere sahip olduğunu iddia eden Avrupa, hümanizmin öncelendiği rönesansı yapmıştı. Avrupa Birliği’nin temel değerleri kendi anayasalarında; insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı olarak belirtilmekteydi. Meğerse bunlardan insan onuruna saygı, insan haklarına saygı, eşitlik, hukukun üstünlüğü başlıkları buraya kadarmış, işlerine geldiği sürece varlarmış, işlerine gelmediğinde yoklarmış. AB’nin, Türk İslam medeniyetinin hümanizmine ve üstün değerlerine erişmesi için sanırım birkaç rönesans daha lazım.

Türkiye’de ise, pazartesi Cumhurbaşkanımız yardım kampanyasını açıkladıktan sonra sosyal medyada bir hayli tartışması oldu. Salı günü de internette birileri “hükümetistifa” etiketiyle bir kampanya başlattı. Bunlara sorsanız, virüsün hiç suçu yok, daha düne kadar virüsü ülkeden uzak tutmayı en iyi şekilde başaran da Türkiye değil, derler. Bunlara sorsanız, harcayacaksa devlet harcasın, kampanya yanlış, Avrupa’ya yardım etmek için yolladığımız ifade edilen üç beş malzemeyi de göndermemeliyiz, diyorlar. Yani bencilce her şeyi sadece kendimizde tutmalıyız, yani aynı Avrupalılar gibi kendimizden başkasını düşünmemeliyiz. Bunlara göre, Avrupa’nın ayaklar altına aldığı üstün değerleri biz de yok saymalıyız.

İnsanın tüm sahip olduklarının onun nasibi olduğuna inanıyorum, nasibin de Allah’tan geldiğine. Hâlâ bu birtakım içimizdekiler ise “hepsi bana” diyebiliyorlar, sanki onlar karar veriyormuşçasına. Sadakanın ve bağışın isteğe bağlı ve insanı nelerden nasıl koruduğunu bilmiyorlar gibi. Sanki daha dün sadece 125 nanometre (on üzeri eksi dokuz) boyutunda bir virüs ile tir tir titremiyorlardı. Bunlar olup biterken, kendilerine aydın denilince hoşlarına giden Türk münevverlerinin, insanlığın üstün değerleri hakkında ne diyeceğini, münevverliklerinin onlara verdiği görevle halkı nasıl yönlendireceğini de halen merak ediyorum.

Yerlileşme kaçınılmaz gereksinim Tüm kapıların kapandığı, tüm üretim zincirlerinin birbirine dolandığı, koptuğu, günümüzün dünya ticaretinde, ülkeler hep beraber o büyük gerçeğin farkına vardılar. Dünya büyük bir köydür diyenler sınıfta kaldı. Bugün, o sözde köyde insan da mal da bir evden bir eve geçemiyor.

Ülkeler bugünlerde en temel sağlık ihtiyaçları olan, maske, siperlik, solunum cihazı, aşı, ilaç gibi ihtiyaçlar için başlarını ellerinin arasına almış düşünüyorlar. Türkiye de bu noktada maalesef tam hazır değil, neredeyse tüm diğer ülkeler gibi. Neyse ki bu konuda hükümet öncülüğünde hızlı adımlar atılıyor.

Bugün TÜBİTAK ile hızlandırılmış AR-GE projeleri, Kalkınma Ajansları ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca da diğer yaygın bilgilendirme, etki azaltma, iyileştirme projeleri için çağrılar yapıldı.

Peki, bu salgın geçtiğinde, hem bireyler olarak hem de devlet olarak, yerlileşmenin öneminin halen farkında olacak mıyız? Bu önemli soruyu da burada tutalım.