"Birlik içinde huzur dolu, mutlu ve sağlıklı günler dilerim.” önemli günlerin klişe sözü, güzel dileklerin vazgeçilmezi, bir haber bülteninin vedası ve dahası olan kalıplaşmış bir söz. Manası oldukça derin, huzurun şartına dikkat çekiyor; birlik ve sağlık… İçinde bulunduğumuz süreç, bu iki şartın birbirini kollayan gereklilikler olduğunu bize göstermeye çalıştı. Ama körleşenler görmemekte ısrarcı... İğne deliğinde fitne arayanlar yani, birliğin huzurunu değil, ayrılığın kaosunu seçenler. Bilirsiniz fitnenin düştüğü yerde ayrılık otu biter, düşmanı yenip topraklarını işgal etmek için ordulardan evvel fitne göndermek de bir Bizans adetidir. Topraklarından evvel, o topraklar üzerindeki birliği, hafızayı yani ruhu böler. Ruhsuz bir bedenin akbabaların yemi haline gelmesi gibi ruhsuz bir vatan da düşmanın mezesi olur.

Tarih boyunca ahlak dışı stratejilerle yemek masasına serilmeye çalışılan yurdumuz ve varlığımızın göğünde akbabalar daire çiziyor. Tarihi “birlik”te kazanılan zaferlerle dolu olan bu milletin birliğini hedef tahtası etmişler. Bölücü maşalar sadece dağlarda değil; maalesef ki zihniyete işlemiş. Bizi biz yapan hafızamızdan bölmeye çalışıyorlar. Çünkü biliyorlar ki bu toprakları vatan yapan hatıralarda şahlanan tarihimiz, bu güçle aşılmaz bir siper olan benliğimiz var. İşte tam da o benliğimize nişan almışlar. Sıradağlar gibi birbirine yaslanan, aynı ülkü ile başka zamanlarda aynı yolu yürüyen ve zamanı birbirine zaferlerle düğümleyen atalarımızı; birbirine kırdırıyorlar. Bu bir dede ve torunun, bir baba ve oğulun düşmanlığı gibi… Hani kuşak çatışması kavramının içine sızdırılan zehir ile aile birliğine kastediyorlar ya aynen o hesap. Saygı, sevgi ve birlik çağdan çağa değişmez, bir anne ve babanın evladı üzerindeki sorumluluğu ve emeği her çağda aynıdır. Bir çocuğun da bu sorumluluk karşısındaki sorumluluğu, emeğe karşı vefası, sevgisi ve saygısı bir moda akımı değildir ki çağa göre değişsin. Ama ne yaptılar, kuşak çatışması denen kavramı yuvanın ortasına bir bomba gibi bıraktılar. Uzman(!) lar bu konu üzerine destanlar yazdı. Önce anne ve babayı çocukla arkadaş ettiler sonra büyüme çağının olağan ve dizginlenebilir tepkilerini “ergenlik” kavramına yükledikleri gerginlikle olgunlaştırdılar. Nihayetinde ergenliklerine gerginlik yüklenen çocukları, anne ve babalarıyla karşı karşıya getirdiler… Bunu temelini hazırladıkları zemin üzerinde normalleştirdiler. İşte tarihimizi şan ile bezeyen atalarımızı da böyle karşılaştırıyorlar. Ait olduğumuz coğrafyayı bir horoz dövüşü alanı gibi kullanıyorlar. Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethettiği ve emanet ettiği toprakları, düşmana ezdirmeyen ve emanetine sahip çıkan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, Fatih Sultan Mehmet Han ile karşı karşıya getiriyorlar. Aynı safta durup, aynı yolda aynı ülkü ile yürüyen insanların neslini ayrı ayrı saflara çekiyorlar. Tarihi bugüne, zaferin şanlı yolundan aynı kervanda getirenleri kervandan ayırıyorlar. Bütünlüğü bölüyorlar, kutuplaştırıyorlar. Asırları aşan, çağ açıp çağlar kapatan, nesilden nesile devrolan ve düşmanın bağrına kazınan varlık davamızın neslini kurutmak niyetindeler. Metehan’ın tarihin aydınlatamadığı çağları aydınlatan atalarından aldığı öğüt ile nizam verdiği ordusu; Sultan Alparslan ile Anadolu’da şahlandı, Fatih Sultan Mehmet ile Bizans’ın kanadını kırdı, Mustafa Kemal Atatürk ile mahreme dokunan namahremin elini kırdı. Bu emanet, Atilla’nın kılıcında yazılıydı… Tarihin ataları elçi kılarak yaşattığı bu emanet şimdi Mehmetçik’in yüreğinde, Metehan’ın ordusu bugün yerde ve gökte yiğitçe geçtiği yere nizamını veriyor, yeni dünyayı Türk milleti asırlar öncesinden gelen bir emanetle şekillendiriyor. Bu emanet üzerinde Fatih Sultan Mehmet’in de eli var, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de… Bu emanet Türk’ün öğüdü, bu emanette Fatih Sultan Mehmet Han’ın sözü üzerine işlenen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözü var. Bu emanet, onu taşıyan ataların zafer ile işledikleri ülkü ile örtülü... Bu emanet MÖ o henüz tarih sayfalarının tamamen aydınlatamadığı çağlarda dâhi yankılanan Türk’ün adını; yazdıkları tarih ile cihana haykıran Başbuğların sesi ile taşır ruhumuza ve bize de emanettir. Tarihi destan olan, masal kitapları değil tarih kitapları kahramanlarla dolu olan bu aziz milleti, bu millet için ömür feda eden atalarından bölüyorlar. Aynı ufka bakan ve bastığı toprağı vatan eyleyen kahramanları karşı karşıya getirmek, dağdaki teröristin ve onun tasmasını tutan sahibinin ekmeğine yağ sürmektir… İstanbul’un fethini hazmedemeyenler Ayasofya üzerinden; İstanbul›u fetheden kumandan Fatih Han ile onu mahremi bilip emanet alan ve namahremin elinden koruyan kumandan Atatürk’ü karşı karşıya getiriyor, tarihi bölüyor, kahramanları kutuplaştırıyor yani düşmanın gönlünü eğliyor. *Düşman ağzı ile Türk tarihi savunulmaz!*

Vatan, millet ve tarih bölünmez bir bütündür. Osmanlı da biziz, Türkiye Cumhuriyeti de; Fatih de bizim, Atatürk de! Sultan Ahmet de bizim Ayasofya da! Hanedanlıklar değişir, rejimler değişir, ama tarih bir bütündür ve o tarihi yazan kahramanlar yolun başında kol kola yürür, kahramanların ardında saf tutanlara selam olsun!..