Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde geçen pazar günü gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu sonucunda mevcut Başbakan Ersin Tatar, oyların yaklaşık yüzde 52’sini alarak Cumhurbaşkanlığına seçildi. Türk milletinin demokratik seçimler vasıtasıyla yönetim değişikliğine gitmiş olması birçok bakımdan önemli. Her şeyden önce, işleyen bir demokrasinin varlığını teyit eden bu seçimler, Türk halkının Kıbrıs davasına olan inanmışlığını ortaya koydu. Türk milleti hak, hukuk, istiklal ve istikbaline sahip çıkacağını ilan etti.

Seçimlerin sonucunda Ersin Tatar’ın yeni Cumhurbaşkanı olacağı aslında aylar öncesinden belliydi. Bunu göremeyen, gördüyse de her ne hikmetse bunu dile getiremeyen tek kişi, herhalde Adil Gür idi. Artık yapamadığı işini bırakmasını dört gözle beklediğim Adil Gür, ne akla hizmet ve hangi “bilgi”ye dayanarak Mustafa Akıncı’nın kazanacağını iddia etti bilemem ama Sayın Tatar’ın seçileceğini elimde hiçbir anket olmadığı hâlde ben taa şubat ayında ifade etmiştim.

11 Şubat’ta bu köşede yazdığım makalede aynen şu satırları yazmıştım: “Kıbrıs Türk halkının hür ve demokratik iradesini dünyaya duyuracak Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Akıncı’ya verilecek derslerin en güzeline sahne olacaktır. Yaklaşan seçimde, Kıbrıs Türklüğü ile Türkiye arasına nifak sokmaya teşebbüs edenlere haddi, bizzat Kıbrıs Türk halkı tarafından bildirilecektir. Kıbrıs Türk halkı, Akıncı’nın suyunun ısındığını, vadesinin dolduğunu ilan edecektir. Ne Rum dostları ne de İngiltere’deki destekçileri Akıncı’nın tarih olmasını engellemeye muktedir olamayacaktır.”

Bu yazıyı, seçim kampanyasını başlatır başlatmaz soluğu İngiltere’de alan Mustafa Akıncı’nın, The Guardian gazetesine verdiği demeç üzerine yazmıştım. Akıncı’nın gaflet ve dalalet dolu sözleri, Türkiye’de ve KKTC’de Kıbrıs davasına inanan herkes tarafından şiddetle eleştirilmişti. Akıncı’ya istifa çağrıları yapılmış, ancak Akıncı çareyi Rum dostlarına daha da yakınlaşmakta bulmuş, milleti iradesini hiçe saymıştı. Söz konusu müptezelin geçen hafta gündeme gelen “Kıbrıs’ta çözüm istiyorsak bizim Rumlardan aldığımız topraklardan, hepsi de değil bir miktarını, iade etmemiz lazım” şeklindeki sözleri ise Akıncı’nın Kıbrıs davasına hiç inanmamış, yabancıların güdümüne girmiş bir dâhilî bedhah olduğunu açıkça gözler önüne sermişti.

KKTC’nin bekasını tehlikeye atan söylemlerde bulunan bir zatın Cumhurbaşkanlığı yapmaması gerektiğini dile getirenler çok oldu. Ancak son sözü söylemesi gereken ve bu garabeti bitirmesi gereken KKTC Türk halkıydı. Geçen pazar günü Kıbrıs Türklüğü üstüne düşeni yaptı ve bu zata gereken dersi verdi.

Bu tercih, “KKTC ile Türkiye birbirinden ayrı düşünülemez” diyen halk iradesinin tecellisidir. Bu sonuç, iki ülke arasına nifak sokmaya çalışanların hüsrana uğramasının mukadderat olduğunu ilan etmektir. Bu irade, “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır” haykırışının Akıncı’nın sandığı gibi 1950’lerde kalmış bir slogan olmadığını haykıran gür sestir. Bu karar, Türk’ün zalim Rumlara toprak vermeye niyetli olmadığını tüm dünyaya gösteren bir uyarıdır.

Türk milletinin bağımsızlık aşkı ve vatana sahip çıkma azmi bakımından kimsenin gerisinde kalmayacağını cümle âlem bu seçim sonucundan anlamalı. Bu yetmezse, Azerbaycan ordusunun Ermeni işgaline karşı yürüttüğü haklı mücadeleyle işgal edilmiş toprakların peyderpey azat edildiğine bakılsın. Bakılsın da Türk milletinin toprak vermeye değil, kaybedilmiş Türk topraklarını almaya kararlı olduğu görülsün. Görülsün de, Türk milletinin “verecekli değil, alacaklı” olduğu anlaşılsın. Anlaşılsın da, herkes ona göre adımını atsın!