Soya fasulyesinin kendisine has, belirli bir tadı, kokusu yoktur. Üstelik üretim maliyeti de düşük olduğundan, gıda endüstrisi tarafından çokça tercih edilir. En çok bilinen özelliği ise, hacim arttırıcı olmasıdır. Dolayısıyla sayısız hazır gıda ürünlerinde kullanılmaktadır.

Soya fasulyesi unu, buğday unu ile üretilen pek çok hazır gıda ürününde hacim arttırıcı katkı maddesi olarak kullanılır. Endüstriyel olarak üretilmiş ekmek, hazır pizza, bisküvi ve kurabiyelerde %15-30 arası oranlarda gıda içeriğinde yer almaktadır. Soyanın hikmeti çoktur. Salam, sosis, sucuk gibi et ürünleri karışımında da vardır. Ayrıca gofretlerde, çikolatalarda hatta dondurmalarda dahi bulunur. Bu kullanımlarda soyanın ortak özelliği maliyeti düşürmek adına kullanılmasıdır.

Soya fasulyesinin en çok kullanıldığı alan(%70-80) soya yağı üretimindedir. Kuru tanesinde; %17-24 oranında yağ ve ortalama %38 protein bulunmaktadır. Yağ endüstrisinde evsel veya endüstriyel yağ üretiminden arta kalanı ise soya küspesi olarak değerlendirilir. Yem rasyonlarında yer alır. Kapalı ve dar alanda besiciliğin önemli miktarda hazır yemin(- besi yemi, fenni yem) temelini oluşturur. Dünyada kullanılan besi yeminin yüzde 65-70’ini soya küspesi ve soya unu oluşturur.

Dolayısıyla gıda endüstrisinin yavaş ve sürekli girişimlerle soya ürünlerinin yaygınlaştırılması ve olgunlaştırılması süreci kanımca daha tamamlanmamıştır. Batılı ülkelerde özellikle büyükşehirlerde insan kitlelerine soya fasulyesi ürünleri doğrudan tüketim şekilleriyle sevdirilme çalışmaları devam ediyor. Bu ürünlerin başında anne sütüne yakınlığı diye reklamı yapılan soya sütü ve peyniri-tofu(sprey peynir) gelmektedir. Yapay peynirin yanı sıra, yapay etle oluşturulmuş olan salam ve sosisler de market raflarında yer almıştır. Hatta geleneksel mantı da et, artık yerini soya etine bırakmıştır.

Sadede geliyorum: Küresel plan, yakın gelecekte içinde bulunduğumuz geçiş döneminde insan kitlelerini buğday ve mısır ürünlerinin yanı sıra, soya fasulyesinden üretilen yapay gıda ürünleriyle beslenmeye alıştıracaktır. Böylelikle “yeni küresel besle(n)me sistemi” bu üç kolon(buğday, mısır ve soya) üzerinde sağlam bir platforma oturtulacaktır.

Bu süreçte geniş halk kesimlerine artık et yerine, yapay et olarak “soya bifteği”, süt yerine “soya sütü” tüketme alışkanlığı kazandırılmaya çalışılacaktır. Fakir mutfağında “soya çorbası”; hastane, bakım evlerinde ve öğrenci yurtlarında “soya yemekleri” pişirilecek/pişiriliyor. Sen de amma abartıyorsun, ülkemiz “soya cumhuriyeti” mi oldu diye söylenenler olacak. Evet, olmadı. Olmasına da gerek yok. Başta Arjantin ve diğer ülkelerde tüm dünyaya yetecek kadar soya yetiştiriliyor.

Doğaldır ki konu göründüğü kadar basit değil, tarımda, gıdada yapay et (temiz et), soya sütü, soya bifteği ile ilgili kısa alıntı haber bile önce her şeyi bilen uzmanların ağzından yumuşatılıyor. Hatta bazı durumlarda makul ve anlaşılır gösterilebiliyor. Aslında alarm yaratması gereken bir konu evvela olabildiğince basitleştiriliyor, sonra bu olgunun dikkat çekmesi gereken tehlikeli küresel boyutları gözlerden uzaklaştırılıyor.

Bu gibi durumlarda hemen yakın tarih geçmişine gider ve araştırma yaparım. Şimdiki durumla bağ kurmaya çalışırım. Şimdi beraberce 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerine göz atalım. Bu darbeler ülkemizin sosyal altyapısı üzerinde yer alan politik, ekonomik ve tarım yapılanmasını tepetaklak ederek ülkemiz üzerinde planlanan ekonomik, politik ve tarımdaki dönüşümlerin önünü açmıştır. Bu iki olayda başrolde ABD olmuştur. Görüldüğü gibi ABD her fırsatta aynı yöntemle (artık klasik hâle gelen) “askeri darbelerle” ülkelerin yönetiminin yasa tanımayan bir gücün eline geçmesini sağlıyor. Onlara gerek gördüğü her türlü iş ve işlemleri yaptırıyor. Sonra da ABD’ci üst düzey askerler, kendilerinden istenen bütün hazırlıkları tamamlayınca da iktidar tekrar ABD’nin sınırları belirlediği “güdümlü demokrasi” sitemine devrediliyor. Görevi devralan ABD otoritesi altındaki sivil kadro, âdeta motoru rektifiye edilmiş eski bir araba gibi ülkeyi istenen yönde sürmeye devam ediyor. Bu taktiklerinde şimdiye kadar da başarılı oldular maalesef.

Ülkemizin geleceği, güvenliği için savunma sanayiindeki yerlilik ve millilik stratejik olarak ne kadar önemde ise tarım ve gıda sahasında da yerlilik ve millilik aynı derece önemlidir. Hayati değere sahiptir. Savunma sanayiinin yüzde 70 oranlarda bile olsa milli ve yerli olduğunda neler yapabileceğimizi gördüğümüz, ülkemize neler kattığına şahit olduğumuz bir sürece hep birlikte tanık olduk/ oluyoruz.

Devletimiz, ordumuz ve Türk milleti için İHA’lar SİHA’lar elimizi güçlendiren gizli silahlarımız oldu. İşte tarım da “milli ve yerli” olduğu müddetçe elimizdeki en “gizli silah” olacaktır.

Nitekim Anadolu’da ve yüzyıllardır biz Türkler için, “silah” demek “namus” demektir. Bugün hâlen askeri yemin törenlerimizde bayrak ve silah üzerine yemin etmekteyiz. Dolayısıyla silah başka ellere değil teslim, emanet dahi edilmez/edilemez! Peki ya tarım?

Son söz: Anadolu’nun çok özlü atasözlerinden biri şöyle: “Buğdayla koyun, gerisi oyun”!...