Avrupa'nın şımarık çocuğu Yunanistan’ın, Türkiye’yi provoke ederek tansiyonu arttırmak ve bunu bahane ederek büyük güçlerin desteğini sağlamak amacında olduğunu daha önceki yazımda belirtmiştim. ABD’nin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne yönelik 33 yıldır uyguladığı silah ambargosunu kaldırma kararı alması, Atina’nın istediğini almaya başladığını gösteriyor.

Oysa ABD, iki NATO müttefiki ile Akdeniz’de art arda düzenlediği tatbikatlarla dengeli bir ilişki kurmak istiyor gibi görünüyordu.

Bu görüntü kısa sürede değişti ve ABD, Yunan/Rum tarafına meyilli olduğunu gösterdi.

ABD’nin Türkiye karşıtı cepheye destek vermesi Türkiye açısından bir endişe kaynağı olacak boyutta bir gelişme değil.

Zira, Rumlara silah satışı yapılmaya başlansa, Rumlar tüm parasını silaha yatırsa, Yunanistan Fransa’dan 10 değil 100 savaş uçağı da alsa askerî üstünlük konusunda Türkiye’nin kaygılanmasını gerektirecek bir durum yok. Yunan- Rum ikilisinin Türkiye ile askerî güç ve kapasite konusunda boy ölçüşemeyeceği açık.

Burada asıl önemli olan, Rumlara satılabilecek silahlar değil; ABD’nin ve başta Fransa olmak üzere birçok AB ülkesinin barışçıl çözümü zora sokacak basiretsiz adımlar atmaya devam ediyor olması.

Sorunların temelinde yatan şeyin Yunan/Rum cephesinin uzlaşmaz ve hukuk tanımaz tavırları olduğunu idrak edemeyen bu ülkeler, Türkiye’nin tasvip etmediği bir projenin hayata geçemeyeceğini, Türkiye’nin rızası alınmadan buradaki sorunların çözümlenemeyeceğini bir türlü anlayamadılar.

Bunu anlamış olanlar varsa da bu tür tansiyon arttırıcı adımlarla Türkiye’yi caydırabilmek veya müzakere masasında Türkiye’yi tavize zorlamak niyetindeler. Bu noktada Türkiye’nin ne kadar kararlı ve tavizsiz davranacağı, sonucu belirleyen etken olacak.

ABD’nin silah ambargosunu kaldıracak olması, Fransa’nın ve BAE’nin Girit’e savaş uçağı ve gemisi intikal ettirmesi, Yunanistan’ın kara sularını 12 mile uzatma kararı alması gibi gelişmeler, Türkiye’ye gözdağı vermek için atılan cılız adımlar olmaktan öteye geçmeyecektir. Türkiye, Mavi Vatan ve Kıbrıs Türklüğünün bekası için bu girişimlere misliyle karşılık verecek güç ve kararlılığa sahiptir.

Buna rağmen böylesi adımların atılması, Yunan ve Rum tarafına “güvenlik illüzyonu” yaşatmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

Üstelik, Yunan/Rum cephesi kendini güvende hissetsin, uykuları kaçmasın, gece kâbus görmesin niyetiyle sergilenen bu göstermelik dayanışma örneklerinin tersi yönde etki doğurması, bumerang gibi dönüp bu ülkelere zarar vermesi de muhtemeldir.

Nitekim Türk Dışişleri Bakanlığı 1 Eylül’de yaptığı açıklamada “Türkiye, garantör ülke olarak, hukukî ve tarihî sorumluluğuna uygun olacak şekilde Kıbrıs Türk halkının güvenliğini garanti altına alacak gerekli mukabil adımları kararlılıkla atacaktır” diyerek, bu adımlara mutlaka cevap vereceğini ilan etmiştir.

Emin olunuz ki, şu an Türk hükümetinin mukabil adımlarının ne olacağı üzerinde kafa yoran, bu adımlar için hazırlık yapan yetkililerimiz teyakkuz halinde bu işin başındadır.

Tansiyon bu noktaya çıkmış, iş bu noktaya gelmişken artık Türkiye’nin taviz vermesi, geri adım atması beklenmemelidir. Oruç Reis’in faaliyetlerini durdurması, Rum iddialarını benimsemesi, ABD veya başka bir ülkenin baskısına boyun eğilmesi gibi gelişmeler asla yaşanmayacaktır.

Tam aksine, Türkiye’nin KKTC’deki asker sayısını arttırması, adaya İHA/ SİHA sevkiyatı yapması gibi atabileceği mukabil adımlar, “güvenlik illüzyonu” yaşayan Yunan/Rum cephesini altından kalkamayacağı bir “güvenlik ikilemi” içine çekecek, Türkiye ile mücadele etmeye kalkışmanın hiç de akıllıca bir tavır olmadığını iliklerine kadar hissettirecektir.