Yozgat ili, Sorgun’da doğdum. Sorgun ilçesinin, Eymir kasabasında büyüdüm. Ailemin çiftçi olması dolayısıyla, ortaokul ve liseyi kasabamızda okudum. Sonra döndüm dolaştım, üniversiteyi Ankara’da kazandım. Ve burada bitirdim. Mühendis ve yönetici olarak uzunca yıllar özel sektörde çalıştım, sonra Eskişehir’de çalışmaya başladım.

Ankara, bir Yozgatlının eli ekmek tuttuğunda gitmeyi hayal ettiği, gideceği tek şehirdir diyebilirim. Artık benim için ise uzaktan çok sevdiğim bir şehir. Ankara, bir araya geldiğimizde anlaşamayacağımızı, yapamayacağımızı bildiğim sevgili gibi bir şehir oldu artık.”

Eskişehir’i tanıdıktan sonra, artık Ankara’da daha fazla zaman geçiremiyorum... Ankara’da her şeyden çok var: Çok insan, çok araç, çok bina var!... Özetle her şey çok ve her şey her yerde var!... Eskişehir öyle değil, öyle bir yer değil. Özellikle benim bulunduğum yer şehrin eski mahallelerinden biri, evim de merkeze yakın. İş yerimi saymıyor bir kenara bırakıyorum. Onun dışında çok az evle, çok az insanla, çok az araçla, kısaca her şeyin çok azıyla muhatabım.

Örneğin şu an evimin bulunduğu apartmanda sekiz daire var. Teyzeler var, dedeler var. Büyük çoğunluğu emekli; yaş ortalaması 60 civarında ve şu an herkes uyuyordur. Akşam sekizden sonra hiçbir ses duyamazsınız burada, âdeta yavaş şehir (Citta slow). Bu apartman ve çevresi benim için çok özel, çok anlamlı. Böyle bir şeyi Ankara’da yakalayamayacağımdan da eminim.

Eskişehir çok büyük bir şehir değil ama büyük bir şehirde arayıp da her şeyi bulabileceğiniz çok güzel bir şehir. Fiziksel olarak minik bir şehir ama içerik olarak dolu dolu bir şehir. Arabam var ama kullanmıyorum. Evden çarşıya, merkeze her yere yürüyebiliyorum. Şehrin bir ucundan bir ucuna, 60 dakikada yürürsünüz diyebilirim. Bir tür mikro büyükşehir. Bir taraftan da bir büyükşehirde ne arıyorsanız; konser, tiyatro, sinema, Eskişehir›de zaten bulabilirsiniz. Hatta Porsuk Çayı üzerinde gondolları, bazı yerlerinde plajı bile var!.. O yüzden bu mikro büyükşehrin o yönlerini de çok seviyorum.

Bu mikro büyükşehirde dümdüz bir hayat yaşıyorum. Sadece bazı hafta sonları enteresan bir şekilde bir yerlere davet ediliyor ve ben de gidiyorum. Bazen tuhaf geldiği ya da benim tuhaf karşıladığım durumlar olsa da artık, bu durumlardan rahatsız değilim. Bir taraftan alıştım, diğer taraftan da isteyerek gidiyorum. Sonra tekrar eve geliyorum, oturuyorum.

Mutfağa geçip “çay veya kahve yapıyorum”. TV’de “Açık oturum programları” izliyor, “tarım raporları” okuyor, kitaplara bakıyorum… Sabah da göreve gideceğim, sonra ofisten çıkıp yine ya arazide çiftçilerle buluşacağım ya da kontroller yapacağım büyük ihtimalle…

İnanılmaz derecede tek düze bir hayat ve bu beni inanılmaz derecede huzurlu ediyor. Mutluluğun kontrollü olması tarafındayım. Kontrolsüz mutluluk bazen huzur da kaçırabiliyor. Çünkü iyice baktığımızda, mutluluk devamlı olamayabiliyor. Devamlı olmadığı zaman da elbette mutsuzluğu, karamsarlığı beraberinde getiriyor. Sonrası size dönüşü bir tür kaos olabiliyor.

Çok genel bir çerçeve çizersek, ülkemizde tarım entelektüeli olduğuna inanmıyorum. Ama entelektüel adaylarımız var mı, var diyebilirim. Bir entelektüelin topluma karşı birtakım sorumlulukları var mı, illaki var, fazlasıyla var! Toplumda bir entelektüel sorumluluğundan, aydın sorumluluğundan bahsedebiliriz. Ama bu tarım yazarlarına münhasır, onlara özgü bir şey değil.

Hem akademik bilgilerimi hem de zirai saha tecrübelerimi harmanlayarak yazıyorum. Köyde yaşamış bir çiftçi çocuğu olarak hikâyelerimi, anılarımı biriktirdim. Bunu da zamanı geldikçe; büyük bir keyifle yazabildikçe yazıyor ve insanlara, dostlara sunuyorum. Bundan istifade etmek isteyen, okumak isteyen okuyor ya da okumuyor. Bu noktada kendini sorumlu hissetmek ağır bir yük. Ama ben yine de böyle hissedenler, bununla motive olanlar arasındayım. Biraz da kervan gide gide yolda düzülür mantığıyla gitmiyor, hiç böyle düşünmüyorum. Başka türlü bakanlar var mıdır olaya, vardır tabii ki.

Dediğim gibi kendim için yazar gibi yazıyorum. Açıkçası yazma esnasında bunu kimin okuyup okumayacağı ile de ilgileniyorum. Ve bu bana iyi geliyor, kendimi iyi hissettiriyor. Sonra “yazmasam olur mu?” diye soruyorum kendime. “Olur” diyorsam yazmaya ayıracağım zamanda “kitap okuyorum”. Siz de kendinize sorun ve cevabınız “olur” ise “kitap okuyun.” Ben bunu yapıyorum. Bilirsiniz boş çuval dik durmaz, kitap okuyun ki çevrenizdekiler de okusun. Yılmadan, bıkmadan, severek, mahalle ayrımı yapmadan okumamız, kendimizi geliştirmemiz ve kelime haznemizi geliştirmemiz gerekiyor.

Son söz: 2021 yılının iyi geçtiğini söylemek pek mümkün değil! Ancak yine de Kovid-19 pandemisinin başladığı 2020 yılına görece, daha iyi bir yıldı diyebilirim. Peki 2022 nasıl bir yıl olacak? Takvim yılı dönmüş olmasına rağmen aslında “2021’den de pek çok riski 2022’ye şimdiden taşıdık bile”

Sağlıkla ve mutlulukla… Hoş geldin yeni yıl, bu yıl biraz sakin gel, rüzgârın savurmasın bizleri, zira yaprak gibi olduk!...

(1) Z raporu, yazar kasa makinelerinde gün boyunca yapılan ticari işlemlerin tümünün o günün sonunda (yazımda yıl sonunda), hesap kapatma için alınan rapor.