Türkgün | Beslenme ve Diyet | Kraliçe tabağı deşifre oldu! Kleopatra güzelliğini bu diyete borçlu

Kraliçe tabağı deşifre oldu! Kleopatra güzelliğini bu diyete borçlu

Mısır’ın efsanevi kraliçesi Kleopatra, MÖ 51–30 yılları arasında yalnızca zekâsı ve karizmasıyla değil, yaşama biçimiyle de çağının ilerisindeydi. Gücünü hem tahtından hem de bedenine gösterdiği özenle taçlandıran kraliçe, Nil’in bereketiyle Akdeniz’in zarafetini sofralarında ustalıkla buluşturuyordu.

Mısır’ın efsanevi kraliçesi Kleopatra, MÖ 51–30 yılları arasında yalnızca zekâsı ve karizmasıyla değil, yaşama biçimiyle de çağının ilerisindeydi. Gücünü hem tahtından hem de bedenine gösterdiği özenle taçlandıran kraliçe, Nil’in bereketiyle Akdeniz’in zarafetini sofralarında ustalıkla buluşturuyordu.

MUHABİR: Deniz Şirin

Bugün “diyet” deyince aklımıza protein barlar, takviyeler ve kalori hesapları geliyor. Oysa Kleopatra’nın tabağında hiçbir şey hesaplı değildi ama her şey dengeliydi. Onun sofraları, doğallığın en lüks haliydi. Taze ürünler, sade tarifler ve ölçülü porsiyonlar… Yani bugünün deyimiyle tam bir “Akdeniz diyetinin kraliçesi”. Peki, Kleopatra gerçekten ne yiyordu? Bu güçlü kadının formülünde hangi lezzetler gizliydi?

Sebze, Baklagil ve Tahılın Kraliçesi

Kleopatra’nın sofrasında tahıllar ve sebzeler başroldeydi. Buğday, arpa, bakla, mercimek, taze yeşillikler ve meyveler günlük menünün temelini oluşturuyordu. Nil deltası bereketliydi; dolayısıyla sofralarda doğrudan tarladan gelen ürünler vardı. Sarayda yaşayan soylular zaman zaman et ve av etiyle ziyafetler düzenlese de, Kleopatra’nın gündelik beslenmesi oldukça sade ve dengeliydi.

Arpa ekmeği, zeytinyağı, taze meyveler ve bal karışımı, sabah kahvaltılarında kraliçenin enerjisini yükselten klasik bir başlangıçtı. Yani onun tabağı hem sağlıklıydı hem de dönemin koşullarına göre oldukça bilinçli hazırlanmıştı.

Et, Balık ve Egzotik Dokunuşlar

Kleopatra’nın mutfağında et özel günlerin yiyeceğiydi. Günlük menüde yer almazdı, ancak saray ziyafetlerinde kuş eti, keçi-kuzu ya da Nil Nehri’nden çıkan taze balık sofraları süslerdi.
Bazı tarihçiler, Kleopatra’nın özellikle güvercin dolmasını sevdiğini yazar. 

Bu yemek genellikle sebzelerle doldurulup zeytinyağıyla pişirilirdi. Kraliçenin damak tadında sadece lezzet değil, denge de ön plandaydı.
İçecek olarak da bira ve şarap önemli bir yer tutuyordu. O dönemde bira, suyun yerini alan doğal bir içecek sayılıyordu. Kleopatra’nın sofralarında da fermente içeceklerin kültürel ve sosyal bir sembol olarak yer aldığı biliniyor.

Tatlılar, Atıştırmalıklar ve Özel Lezzetler

Kleopatra’nın tatlı anlayışı bugünkü pastalar ve şerbetli tatlılardan çok uzaktı. Onun tercihi tamamen doğaldı: bal, incir, hurma, fıstık ve kuru meyveler…
Bal, dönemin en kıymetli şeker kaynağıydı ve kraliçenin sofralarında hem enerji hem de güzellik amacıyla yer alıyordu. Özellikle bal ve incir karışımı, hem lüks hem de sağlık sembolü olarak kabul edilirdi. Bu sade ama zengin karışım, Kleopatra’nın güzelliğiyle özdeşleşen doğal bir mucize gibiydi.

Kleopatra’nın Günlük Menüsü (Tarihi Kaynaklara Göre)

  • Kahvaltı: Arpa ya da buğday ekmeği, zeytin, kuru incir, bal ve az miktarda şarapla tatlandırılmış ekmek parçaları.
  • Öğle Yemeği: Bakla veya mercimek çorbası, az yağlı peynir, taze otlar ve sebzelerle hazırlanmış sade bir tabak.
  • Akşam Yemeği: Zeytinyağında pişmiş balık ya da güvercin dolması, yanında yeşil sebzeler ve tam tahıllı ekmek. Tatlı olarak balda bekletilmiş kuru meyve. Akşamları bazen hafif bir şarap ya da fermente bira eşlik ederdi.

Bu düzenli ama gösterişsiz menü, Kleopatra’nın hem zarafetini hem de dayanıklılığını korumasında büyük rol oynamıştı.

Kleopatra’nın beslenme alışkanlıkları, sadece kraliçe zarafetinin değil; doğayla uyumun, ölçünün ve farkındalığın da simgesiydi. Onun tabağındaki denge, aslında gücünün de sırrıydı. Bugün bile bu yaklaşım, “doymak değil, yaşamak için yemek” felsefesini anlatıyor.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...