Bu sebeple, tam bir kesinlikle söyleyebilirim ki hükûmetimiz zafer sevinciyle gerçek ve hayatî menfaatlerini unutacak kadar kendinden geçmemiştir.”

ATATÜRK’ÜN CUMHURİYET ANLAYIŞI

Atatürk’ün doktriner milliyetçilik anlayışının dayanağı olan “millet egemenliği”nin en gerçekçi biçimdeki uygulaması olan devlet şekli/siyasi rejim elbette ki cumhuriyet idaresi idi. İlk gençlik yıllarından itibaren, Fransız İhtilali’nin siyasi rejim olarak dünyaya yaydığı cumhuriyet idaresine inanan ve milletin iradesinin ancak cumhuriyet ile hayata geçirilebileceğini gören Atatürk aşama aşama cumhuriyete giden bir yol izlemiştir. 29 Ekim 1923 günü 1921 Anayasası’nda yapılan bir değişiklik ile o zamana kadar adı konulmamış olan cumhuriyet idaresi resmen hayata geçirilmiştir. Bizi burada Atatürk’ün cumhuriyet ve cumhuriyetçilik anlayışını ele alacak değiliz. Bu ayrı bir kitaba konu olacak genişlikte bir çalışmayı gerektirmektedir. Burada Atatürk’ün doktriner milliyetçilik anlayışı bakımından “Cumhuriyet” konusundaki temel düşüncelerine işaret edilmiştir.

Aşağıdaki konuşmaları ve yazdıkları incelendiğinde görülmektedir ki Atatürk, cumhuriyeti bir devlet şekli/siyasi rejim olarak görmektedir ve Türk milleti bakımından tarihi süreç içerisinde değerlendirmektedir. Cumhuriyeti demokrasi ile birlikte düşünmektedir:

“Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.”

“Demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıkî tatbikini temin eden hükûmet şekli, cumhuriyettir.”

“Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilâtı ve hükûmettir ki, onun ismi cumhuriyettir.

Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükûmet millettir ve millet hükûmettir. Artık hükûmet ve hükûmet mensupları, kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır.”

KABİNE SİSTEMİNE GEÇİŞ

Atatürk, cumhuriyetin kuruluş sürecindeki, tartışmaları, gelişmeleri ve “Meclis Hükümeti Modeli”nden “Kabine” sistemine geçişin gerekçelerini Nutuk’ta şu sözleri ile izah etmiştir: “Saltanat devrinden cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği gibi, bir geçiş devresi yaşadık. Bu devirde, iki fikir ve görüş, birbiriyle mütemadiyen mücadele etti. O fikirlerden biri saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin taraftarları belli idi. Diğer fikir, saltanat idaresine son vererek cumhuriyet idaresi kurmaktı. Bu bizim fikrimizdi. Biz, fikrimizi açık söylemekte mahzur görüyorduk. Ancak görüşümüzün uygulanma kabiliyetini saklı tutup münasip zamanında tatbik edebilmek için, saltanat taraftarlarının fikirlerini tatbik sahasından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, bilhassa anayasa yapılırken, saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi. Biz, bunun zamanı gelmediğini veya lüzum olmadığını bildirerek o ciheti söylemeden geçmekte fayda görüyorduk.

Devlet idaresini, cumhuriyetten bahsetmeksizin, millî egemenlik esasları dairesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen biçimde şekillendirmeye çalışıyorduk. Büyük Millet Meclisinden daha büyük makam olmadığını aşılamada ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmaksızın, devleti idare etmek mümkün olduğunu ispat etmek lüzumlu idi. Devlet Başkanlığından bahsetmeksizin, onun vazifesini fiilen Meclis Başkanı’na gördürüyorduk. Fiiliyatta, Meclisin Başkanı, İkinci Başkan idi. Hükûmet vardı; fakat “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” unvanını taşırdı. Kabine sistemine geçmekten kaçınıyorduk; çünkü hemencecik saltanatçılar, padişahın yetkisini kullanma lüzumunu ortaya atacaklardı. İşte, geçiş devresinin bu mücadele safhalarında, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulunduğumuz aracı şekli, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti sistemini, haklı olarak eksik bulan, meşrutiyet şeklinin açıkça ifadesini temine çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ediyorlar, diyorlardı ki, ‘Bu yapmak istediğiniz hükûmet şekli neye, hangi idareye benzer?’ Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu nevi suallere, biz de, zamanın gereğine göre cevaplar vererek saltanatçıları susturmak zaruretinde idik.”

29 Ekim 1923’de cumhuriyetin kabulü ve Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Mecliste yaptığı kısa konuşmada milletin dayanak noktası olduğuna vurgu yaparak, Cumhuriyetin geleceği ile ilgili güçlü bir inanç ortaya koymuştur:

“Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak, görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz, haiz olduğu özelliklerini ve liyakatini, hükûmetinin yeni ismiyle, medeniyet dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeye muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği yere lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. Daima muhterem arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir surette yapışarak, onların şahıslarından kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım. Milletin teveccühünü daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”

Cumhuriyetin kuruluşunu bin bir zorlukla, büyük bir mücadelenin sonunda gerçekleştiren Atatürk, onun korunması konusunda da çok büyük bir hassasiyet göstermiştir. Hatta Cumhuriyetin varlığını kendi şahsının varlığı ile ilişkilendirenlere çok sert tepki göstermiştir. Onun fani vücudu bir gün ortadan kalkacak, vatan toprağı ile buluşacak fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet (sonsuza kadar) yaşayacaktır. Aşağıdaki değerlendirmeleri bu bakımdan önemlidir: “Bu kadar matemler ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için mutlaka egemenliğine sahip kalmak ve cumhuriyet bayrağı altında bütün evlâtlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lâzımdır.”

MİLLİ KARARLILIK

“İnkılâbımız, Türkiye’nin asırlar için saadetini üstüne almıştır. Bize düşen, onu idrak ve takdir ederek çalışmaktır.”

“Türk milletinin istikbali, bugünkü evlatlarının görüş isabeti, yorulmak itiyadında olmayan çalışma azmiyle büyük ve parlak olacaktır.” “Millî kararlılık ve bilincin kıymetli eseri olan aziz cumhuriyetin, bugünkü ve yarınki neslin demir ellerinde her an yükselip sağlamlaşacağına itimadım tamdır.”

“Cumhuriyetimiz, öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lazım olanı yapmaya hazırız.”

Haziran 1926’da kendisine yönelik İzmir suikast girişiminden sonra Türk milleti binlerce telgrafla bu iğrenç girişimi lanetlemiş ve üzüntülerini bildirmiştir. Atatürk bu münasebetle Anadolu Ajansı’na verdiği şu demeçle cumhuriyetin varlığı ve devamlılığının kendi şahsı ile bağlı olmadığı mesajını vermiştir:

YARIN: ATATÜRK’ÜN DEMOKRASİ ANLAYIŞI