ATATÜRK’E GÖRE SOSYAL AŞAĞILIK DUYGUSU VE AYDINLARIMIZ (2)

Birincisi, hastaların anlatmakta güçlük çektikleri, son derece üzüntü verici içsel (deruni) bir huzursuzluk, bazen panik derecesinde endişe ve korkudur. İkincisi, depresyon (çöküntü) ise geniş çerçeve ve kapsamlı bir ruh bozukluğudur. Bir işte cesaret ve hevesin kırılması, değerli bir şeyin kaybı, bir ıstırap ve nihayet psikiyatrik sendrom ifade eder.

Hasta bu endişeleri şahsı için değil, toplumu için duyuyorsa sosyal veya toplumsal anlamda anksiyete ve depresyon ile karşı karşıyayız demektir. Sosyal anksiyetede hasta, geleceğe ait bir endişe duygusu içerisinde ve şiddetli manevi sıkıntı ortamında, mensup olduğu toplumun yakın bir zamanda felakete uğrayacağını tahmin eder, düşünür. Bunun sebebi ise geçmişe, milletinin tarihine ait olayların benliğinde yarattığı komplekslerdir. Ayrıca, aktüel psiko-sosyal nedenler de hastalığın ilerlemesinde rol oynar. Anksiyete halindeki insan, toplumun sonu için ümitsizlik, hayal kırıklığı, yurttaşlarına güvensizlik besler. Yalnızlık duygusu ile yakın bir ölümün bekleyişi içine girer. Şiddetli depresyona giren hastanın hayatına kıyma girişimi (intihar) veya fikri gibi, toplumsal anksiyetede milletinin yaşamaya layık olmadığı düşüncesi belirebilir.

Bu duygu, yabancı milletlere hayranlık, onların egemenliğini kabul, Komünizm, Faşizm gibi yabancı ideolojilere kapılma, teslimiyet şeklinde ortaya çıkar ve sonuçlanır. Mütareke Dönemi’nde ve Atatürk’ün önderlik ettiği Kurtuluş Savaşı’nda, bazı kimselerin Amerikan mandası, İngiliz himayesi istemesi; günümüzde yabancı siyasi modellerin örnek alınmasını istemek gibi. Şüphesiz bunlar bunalımdan kurtulmak için yapılan “intihar” girişimleri gibi fikirlerdir. Hatta, yabancı ülkelere, şahsiyetlere, onların söz ve eylemlerinden medet umarak aşırı övgülerde bulunmak ve hayranlık gösterisinde bulunmak aynı paraleldedir.

Hastayı bu duruma iten, yakın geçmişte yaşanan kayıplar, yenilgiler, göçler gibi acı olayların benliğinde yarattığı fırtınalar, travmalardır. Osmanlı Devleti’nin özellikle son iki yüz yıldaki bitkin durumu, Batı’nın teknik alandaki ileriliği ve bunların sonucu oluşan aşağılık duygusu kişilerin, aydınların benliğini yaralayan komplekslerdir. Kimi aydınlarımızın kendi tarih ve kültürünü, milletinin değerlerini bilmemesi de bunalımı artırmaktadır. Aktüel psiko-sosyal neden olarak, ilaveten, sayısı az da olsa bazı vatandaşlarımızın uluslararası kültür mücadelesinde emperyalizmin kurbanı olmaları, yani şiddetli propaganda sonucu yabancı akım ve ideolojilere teslimiyetleri gösterilebilir.

Ülkemizde yakın tarihte, hiç değilse Tanzimat’tan beri yaşadığımız bu durum elbette sadece bizim ülkemize özgü bir durum değildir. Gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere hemen hemen bütün ülkelerin problemidir.

YABANCI İDEOLOJİLERİN MİLLET KAVRAMINI TAHRİBİ

Merhum Aydın Taneri hocamız konuyla ilgili bir başka makalesinde yabancı ideolojilerin, mesela Marksizm’in “millet” kavramını yıkmak için de bu tip sosyal aşağılık duygusu içindeki insanları seçtiğini, onlar üzerinden milletimizin kültürüne ve tarihine saldırıldığını söylemektedir:

“Modern bilime göre millet, ortak geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur. Bu bir kültür topluluğudur. Kültür, bir milletin gelişmesinde rol oynayan o millete has karakterlerdir. Bu karakterler tarihin derinliklerinden gelen maddi ve hafızalarda yaşayan manevi elemanlar, güzel sanatlar, edebiyat, ahlak, din, sosyal hayat, ekonomi, hukuk ve bütün bilimsel eserlerin tümüdür. Türk milleti, üç bin yıla yaklaşan çok güçlü bir uygarlığın (kültürün) sahibidir. O kadar güçlüdür ki, gene güçlü olan İslam uygarlığı ile temasa geldikten sonra, onunla değer alışverişinde bulunmuş, fakat kişiliğini korumuştur. İslam medeniyetine de Orta Asya kökenli pek çok değer intikal ettirmiştir.

Marksizm ise millet gerçeğini kabul etmez. Ona göre, dünya tarihi sömüren ve sömürülen sınıfların mücadelesidir. Bu bakımdan Komünistler, dış mihrakların direktifleriyle ‘millet’ kavramını yıkmaya ve toplumu ‘sürü’ haline getirmeye çalışırlar.

Millet kavramını, gerçeğini yıkmak için de ilk yol ‘milli tarih’ ve ‘kültürel değerlere’ saldırmak, küçümsemek, alay etmektir. Bu suretle fert geçmişinden kopar, ecdadından iğrenir, tiksinme hissi duyar. Bunu tahrik eden kişiler ‘toplumsal aşağılık duygusu’ ile maluldür. Bu duygu, yabancı milletlere hayranlık, onların egemenliğini kabul, Komünizm veya Faşizm gibi yabancı ideolojilere teslimiyet şeklinde tecelli eder. Yabancı ideoloji, ajanını psikiyatrik bakımdan hasta olanlar arasından seçer. Baba, özellikle ananın ahlaki zayıflığı bir çocuğu mutsuz yapar… ‘Ben kötü isem, her kes kötüdür’ şeklindeki saplantı ‘projeksiyon’ yapar ve ‘kötü onlardır’ şekline dönüşür...”

Görüldüğü gibi mesele çok önemlidir ve dünü, bugünü ve yarını ilgilendirmektedir. Tarihe, Türk milletine ve Türk milli kültür değerlerine bakışımızdaki bazı yanlışlıkların “sosyal aşağılık duygusu” ile yakından ilişkili olduğu açıktır. Ülkemizde bugün Atatürk’e ve Cumhuriyet’e saldıranlar da Atatürk üzerinden Osmanlıya, Selçukluya veya diğer bazı Türk büyüklerine saldıranlar da aynı hastalıklı duygu içindedir. Aşağıda göreceğimiz üzere, bu duygu millet fertlerinde, aydınlarında yok edilmeden millet olarak büyük işler başarmamız mümkün değildir. Atatürk onun için sürekli olarak bu duygunun telafisi için uğraş vermiştir. “Türk milleti çalışkandır, zekidir” derken de “Türk övün, çalış, güven” derken de “Ne mutlu Türküm diyene!” derken de mücadelesi budur.

SOSYAL AŞAĞILIK DUYGUSUNUN TELAFİSİ

Sosyal aşağılık duygusunun telafisi, kişiye, aydınlara “kendine ve toplumuna güvenme hissi” aşılamakla çözümlenir. Bunun için millet fertlerine tarih ve kültürlerinin çok iyi öğretilmesidir. Musikiden mimariye, devlet felsefesinden askerlik kültürüne, folklordan âdet ve geleneklere, edebiyattan hat sanatına kadar kendimize özgü, orijinal bir Türk milli kültürü vardır. Bu kültürün halkımıza benimsetilmesi gerekmektedir.

Kendi kültür değerleri ile beslenen bir kimsenin ruhi bünyesi güçlenir. Böyle bir kimse yabancı kültürlere hayranlık duymaz, o kültürleri incelediğinde kendi kültürünün eksiklerini tamamlar. Böylece yabancı kültürün sömürüsünden bünyesin korumuş, yabancı kültüre karşı direnç kazanmış olur. Bu bünye kültür emperyalizmi karşısında bilinçli bir duruş sergileyerek ezilmeyecektir.

YARIN: MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN TEŞHİSİ VE TANIMI