Mehmet Akif, okul yıllarında çeşitli sporlarla da yakından ilgilenmiş, daha önce başladığı yağlı güreşi ilerleterek ve kispet giyerek Çatalca civarındaki köylerde güreşmeye başlamıştır. Uzun yürüyüşlerde, koşmada, taş (gülle) atmada ve yüzmede akranları arasında daima birinci gelmiştir. Spora olan bu düşkünlüğü daha sonraki yıllarda da devam edecektir. Elli yaşında spor yapmaya devam ettiği bilinmektedir

Çok Yönlü Akif: Mehmet Akif, öğrencilik yıllarında çok renkli kişiliği ile tanınmıştır. Öncelikle çok çalışkan ve başarılı bir öğrencidir. Dil bilgisi, özellikle Arapçaya vukufiyeti dikkat çekmiştir. Mithat Cemal’e göre, “her adamın Akif’i başkaydı:

Kimisi için çok iyi Arapça bilen bir arkadaştı. Mektepte sıra arkadaşları Arapçasının iyi olduğunu biliyorlardı ama onu ‘Hasta’ şiirini yazan adam olarak tanımıyorlardı. Vefa İdadisi’nde mubassır (güvenlik memuru) Ziver Efendi Akif’i yan yana oturan üç öğrenciden bir olarak bilirdi. Sağda Haşim Efendi, ortada Akif Efendi, solda Aziz Efendi. Akif’in sıra arkadaşları Haşim ve Aziz… İdadideki iki arkadaş… İşte Akif’in şairliğini en geç öğrenenler. Onlar sadece senelerce, Akif’in yalnızca Arapçasına hayret ettiler…

Yine aynı Akif bazı eski idadi arkadaşları için yalnız ‘kabadayı’ idi. Taş atmakta, adım atlamakta, adam yenmekte hep birinci gelen o idi…

Direklerarası’ndaki çaycı Hacı’nın Akif’i ise pehlivandı.

Mehmet Akif okul yıllarında çeşitli sporlarla da yakından ilgilenmiş, daha önce başladığı yağlı güreşi ilerleterek ve kispet giyerek Çatalca civarındaki köylerde güreşmeye başlamıştır. Uzun yürüyüşlerde, koşmada, taş (gülle) atmada ve yüzmede akranları arasında daima birinci gelmiştir. Spora olan bu düşkünlüğü daha sonraki yıllarda da devam edecektir. İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçmiş, daima “sabahtan akşama kadar” yürüyebilecek halde bulunmuştur. Elli yaşında olduğu halde Ankara’daki günlerinde spor yapmaya devam ettiği bilinmektedir. Ata da iyi binermiş.

Başka zamanlarda münakaşa ve çekişmelerden hoşlanmayan Akif’in, bir spor müsabakası için sonuna kadar inatlaştığı arkadaşları tarafından anlatılmaktadır. Hatta bir kere taş (gülle) atmada kendisini geçen bir hamalı, uzunca bir idmandan sonra müsabakaya çağırarak geçtiği meşhur bir hikâyedir.

Güreşçi Akif ve Kıyıcı Hacı Osman Pehlivan

Mehmet Akif’ anılarında bu “pehlivanlık” merakı konusunda şunları anlatıyor: “Bedeni müsamerelere çok meraklı idim. Güreş de ettim; kispet giyerek, zeytinyağı kullanarak. Pek İstanbul içlerinde güreşmezdim ama Çatalca taraflarında köylerde güreşirdim. Üstadım da kendisiyle bir mahalle çocuğu bulunduğumuz Kıyıcı Hacı Osman Pehlivan’dı ki benden beş altı yaş büyüktü. Bu adam sonra pehlivanlığın müntehasına (en son derecesine) kadar yükseldi. Hacı Osman’ın pehlivanlığı da insanlığı da mükemmeldir. Halâ dünyada en hürmet ettiğim adamlardan biridir. Hayattadır.

Pehlivanlığım on altı, on yedi, on sekiz yaşlarında oluyor. Hatta Halkalı’da Baytar Mektebi’nde iken Cumaları, başka tatil günleri savuşur, etraf köylerde düğünlerde güreşirdim.

Kanaatimizce Mehmet Akif’in karakterini anlamak için onun güreş merakını ve hocası Kıyıcı Hacı Osman Pehlivan ile olan ilişkisini iyi anlamak lazımdır. Çünkü Akif, çok az kimse için “insanlığı mükemmeldir” demiştir. Osman Pehlivan tanıdığında Akif 15 yaşında İdadi’de öğrenci; Osman Pehlivan da Reji İdaresi (Tekel)’nde “tütün kıyıcı” olarak çalışmaktaydı. Kıyıcı Osman Pehlivan, “kispeti abdestli olarak giyer, iki rekât namaz kılmadan güreşmez, mahallede temiz bir şöhreti var, namuslu ve Müslüman adam olarak bilinirdi.

Anılarında bahsettiği gibi Akif’in Kıyıcı Hacı Osman’dan güreş dersleri alması mahallede, İdadi yıllarında başlamıştı. Vefatından iki yıl sonra üniversitede yapılan bir anma töreninde konuşan Mithat Cemal, Akif’in fikriyatında Namık Kemal’in ne kadar tabii bir yer aldığını pehlivanlığından işaretle anlatmaktadır: “İdadi’de okuyan Akif, bu güreş merakı yüzünden eve sık sık üstü başı zeytinyağı içinde gelmektedir. Bir süre sonra annesi şüpheleniyor. Acaba? Nihayet oğlunun ağzını arıyor. Akif saklamıyor:

- Evet, Yenibahçe’de güreşiyorum.

- İdadi arkadaşlarınla değil mi?

- Kıyıcı Osman Pehlivan’la…

Akif’in Kıyıcı Osman Pehlivan’dan bahsetmesi annesine karşı bir edebiyat yapmaktan başka bir şey değildi. Çünkü o Kıyıcı Osman Pehlivan’la vakıa güreşiyordu ama ders almak için…

Nasıl tahmin ederdim ki, Akif ölüm döşeğinde bile bana kollarını yukarıya kaldırarak Kıyıcı Osman Pehlivan’dan bahsedecek:

- Kıyıcı Osman Pehlivan Namık Kemal’in ümmisi (okuma-yazma bilmeyeni) idi.

Akif’in arkadaşlarından, Ünyon Sigorta Şirketinde çalışan Müfettiş ve aynı zamanda Hafız olan Asım (Şakir) anlatıyor:

Mısır’dan yeni geldiği zaman hastahanede Üstad’ı ziyarete gitmiştim. Konuşuyorduk. Kapı vuruldu. İçeriye tanınmış bir zat geldi. Bu zatla Üstad arasında nedense muhabbet câygir olamamıştı (başlayamamıştı).

Bunu müteakip birkaç zat daha geldi. O gün Üstad’ın ruhunda bir inkıbaz (tutukluluk) hâli vardı. Görüşüp konuşuyor, fakat neşesiz olduğu görülüyordu.

Derken kapı vuruldu. İçeriye perişan kıyafetli iki ihtiyar girdi. Aman yâ Rabbi! Üstad’ı görmeliydiniz. Onları görünce büsbütün başkalaştı. Ne yapacağını, nasıl karşılayacağını şaşırdı. Mezardan babası çıkmış kadar sevindiği görülüyordu. Kendisine bir kuvvet, kudret geldi. Elini bana vererek yatağında doğruldu. Bu iki ihtiyarla sarmaştılar, öpüştüler. Hepimiz hayrette kaldık.

- Bunları tanır mısınız? dedi.

İhtiyarın birini göstererek:

- Bu, meşhur Kıyıcı Osman Pehlivan’dır. Yanındaki de arkadaşı Ali Efendi. Bunların ikisi de insan-ı kâmil vasfına lâyık adamlardır.

Osman Pehlivan’ın menâkıbını (hikâyelerini/menkıbelerini) Üstad’dan evvelce dinlemiştik. Ona karşı büyük meftuniyeti olduğunu zaten biliyordum. Bu kadar sevdiği Osman Pehlivan’la görüşemediğime çok müteessir oluyordum. Şimdi onları böyle bir arada görünce çok sevindim.

Üstad artık hepimizi unutmuştu. Onlarla sohbete daldı. Onlara kahveler, çaylar ikram edildi. Karınları aç mı, tok mu soruldu. Neler konuşmadılar... Meşhur Koca Yusuf Pehlivan’la Mümin Hoca Pehlivan’ın Râmiz pehlivanın güreşleri mi anlatılmadı... Gezdikleri yerler, birlikte bulundukları düğünler mi yâd edilmedi... Mâzinin sinesine gömülmüş bütün hâtıralar ihya edildi. Artık ilim bahsi bir tarafa kalmıştı. Yalnız güreşten konuşuluyordu. Üstad’ın o münkabız (tutuk) hâli gitmiş, eski hâlini andıran neş’e ve şetâreti (sevinci/neşesi) gelmişti. Mütemadiyen söylüyor, nükteler sarf ediyor, fıkralar anlatıyor, latifeler ediyor, hepimizi güldürüyordu. Biz de bakıp bakıp şaşıyorduk.

Bu iki ihtiyarın ziyareti Üstad’ı birkaç gün zinde bir hâlde yaşattı.

Üstadın vefatından sonra Asım Şakir Şair Midhat Cemal’le birlikte Osman Pehlivan’ı Sultan Selim’deki evinde ziyaret ederler. Mütevazı, tertemiz bir yuva. Birçok görüşmelerden sonra Osman Pehlivan şu canlı menkıbeyi anlatır:

“- Akif Efendi’yi (Osman Pehlivan, Akif’e böyle diyor.) çocukluğumdan beri tanıyorum; ben ondan bir, iki yaş daha büyüğüm. O, yaşça mahallemizin en küçüğü sayılırdı. Fakat mahalle çocukları arasında üstünlüğü vardı. Her şeyi ona sorardık. Her şeyde onun sözü hâkim olurdu. Beni çok severdi. Ben on yaşımdan beri namaz kılar, oruç tutarım. Ne bileyim… bana:

- Dürüst arkadaşsın, mertsin! Derdi. (Üstadın çocukluğundan beri mertliğe meftun olduğu anlaşılıyor.)

Nedense ben okuyamamıştım. Bir gün bana dedi ki:

- Osman! Ben iyi yapılı ve kuvvetliyim. Acaba seninle güreşemez miyim? Sen, gel bana pehlivanlığı öğret. Ben de sana okuma öğreteyim. (Burada Pehlivanın gözleri yaşardı.)

- Öyle yaptık. O, pehlivanlığı öğrendi, fakat ben okuyamadım.

Akif Efendi kendi akranları arasında güreşte temayüz etti. Onunla gittiğimiz güreşlerde bazen kendisinden daha kuvvetlileri yendiği oldu. Tabiî, birinci sınıf bir güreşçi değildi. Fakat sırtı da 

kolay kolay yere gelmiyordu. Şüphesiz ki ben ondan daha kuvvetli idim. Bir dakika evvel ona öğrettiğim oyunla beni müşkül mevkide bırakıyordu. Anlıyordum ki okumuşun pehlivanı da başka türlü oluyor!..”

O gün Osman Pehlivan, Midhat Cemal’e, Asım’a çok hürmet gösteriyor. ‘'Dostumu bana andırdınız!” diyor, onları saatlerce bırakmıyor, kendisine ait bazı menkıbeleri de anlatıyor.

Cihan Pehlivanı meşhur Kara Ahmed’le nasıl güreştiklerini canla başla söylüyor. Osman’ın en hızlı zamanlan imiş. Kara Ahmed’le kapışıyorlar. Cihan pehlivanı müşkül vaziyetlere düşüyor, âdeta haince güreşiyor. Buna rağmen Kara Ahmed’in yenilmek tehlikeleri baş gösteriyor. Seyirciler müdahale ediyor, başka bir güne bırakıyorlar. O gün de yine böyle Osman Pehlivan’ın üstünlüğüyle geçiyor...

Üstad bu güreşin bütün safahatını en küçük teferruatına varıncaya kadar bütün safahatıyla müteaddit defalar Osman Pehlivan’dan dinliyor. Dinlemekten büyük zevk alıyor.

Üstad, Osman Pehlivan hakkında şöyle derdi:

- Bu adam, karşıdan bakınca bir pehlivanın rakibine kaç dakikada galip, kaç dakikada mağlûp olacağım söyler! Yaman heriftir!

Üstadın Osman Pehlivanla menkıbeleri çoktur. Üstad güreşi terk ettikten sonra Osman Pehlivanla beraber bir gün Fâtih’te kisbet diken meşhur Hafıza uğrarlar. Hafız, Üstada der ki:

- Akif Efendi evlâd! Sen bugünlerde kisbet diktirmiyorsun.

- Hafız, ben artık güreşi bıraktım.

- Haydi budala, o zeytinyağı bir kere senin sırtına değdikten sonra artık sen onu bırakamazsın.”

Asım Şakir Osman Pehlivan’la Mehmet Akif görüşmesinin devamını şu şekilde anlatmıştır: “Pehlivan arkadaşları gittikten sonra Üstad gençlik zamanına ait bir hâtırasını anlattı:

Üstadın gençlik zamanında Ahmed Efendi isminde bir mektep arkadaşı var. O da Üstad gibi pehlivan, aralarındaki fark, o yalnız güreşle meşgul, dersle alâkadar olduğu yok. Üstad ise bir taraftan güreşir, bir taraftan da muttasıl okur ve çalışır.

Ahmed’le bir gün mektepten kendi kendilerine izin vererek Çatalca’ya güreşe giderler. Ahmed Efendi’nin Çatalca’da Rüşdiye hocalığı eden bir dayısı var. Ona misafir olurlar.

Hoca Efendi Ahmed’e sorar:

- Ahmed, bu arkadaş da sizden mi? (Yâni o da sizin gibi serseri bir pehlivan mı?)

- Evet.

- Öyle ise haydi yatın, dinlenin.

Hoca efendi kitaplarla meşgul. Üstad’ın gözü kitaplarda. Onlarla alâkadar oluyor:

- Hoca efendi, mütalaa ettiğiniz kitap ne?

- Ne diye sorarsın?”

- Merak ettim de...

- Merakınızı anlayamadım, bu kitap “İntibah” namında bir roman.

- Ha, meşhur Namık Kemâl’in eseri. Çok güzeldir. Hele Çamlıca’yı o kadar büyük bir kudretle tasvir eder ki Namık Kemâl’den evvel bu yolda ne bir tasvir yapılmış, ne de o kadar açık, o kadar canlı bir ifade tarzı görülüp işitilmiştir. Zaten Kemâl Bey’in her eseri onun erişilmez kemâline bir nişan, bir beyyine (kanıt) değil mi?..

Hoca efendi bu sözler karşısında hayrette kalır, bu defa Ahmed’e dönerek:

- Evlâd Ahmed! Der, neden iftira ediyorsun? Bu arkadaş sizden değil, bizdenmiş!

Üstadı bağrına basar. Yüzünü, gözünü öper:

- Evlâd, der, mademki edebiyatla iştigalin var, niye bizim bu haylazın peşine takılmış da buralara kadar kaçıp gelmişsiniz? Pehlivan güreşlerinden, pehlivanlıktan size ne? Aman evlâdım, yol kısa iken gel de bundan vazgeç. Ben çok tecrübe ettim. Kisbet dedikleri o yağlı meşini giyen için bir daha adam olmak imkânı kalmıyor, sen müstaid (uyanık/akıllı) bir çocuğa benziyorsun. Sakın pehlivanlığa heves etme!

Üstad bu nasihatlerden müteessir olmakla beraber pehlivanlığa olan hevesini de terk edememiş.