ATATÜRK’E GÖRE MİLLET, MİLLİYET VE TÜRK MİLLETİ KAVRAMLARI-4

Kültür ve “milli kültür” ve “Türk kültürü” kavramları üzerinde aşağıda, Atatürk’ün Türk kültürü konusunda söyledikleri ve yaptıklarını anlatırken ayrıntılı bir şekilde duracağız. Burada, Atatürk’ün millet tanımının anlaşılabilmesi bakımından “kültür” kavramının “millet” kavramı açısından ele aldık. Görüldüğü gibi, modern bilim milleti, en genel manada kısaca “ortak kültürü paylaşan insan topluluğu” olarak tanımlamaktadır. Atatürk’ün millet tanımı da buna uygundur:

ATATÜRK’ÜN MİLLET VE TÜRK MİLLETİ TANIMI

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu iradesini temsil eden Atatürk, bir düşünce adamı olarak “Medeni Bilgiler”- de “Milletin Genel Tanımı” başlığı altında, “millet hakkında, ikinci derecede unsurları dikkate almayarak mümkün olduğu kadar her millete uyabilecek bir tanımı biz de ele alalım” diyerek şu tanımı yapmıştır:

“a. Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan,

b. Birlikte yaşamak hususunda ortak arzu ve bunu kabulde samimi olan,

c. Ve sahip olunan mirasın korunmasına birlikte devam hususunda istek ve dilekleri ortak olan insanların birleşmesinden oluşan topluma millet adı verilir.

Bu tanım incelenirse bir milleti oluşturan insanların bağlılıklarındaki değer, kuvvet ve vicdan hürriyetiyle insani duyguya gösterilen uyum kendiliğinden anlaşılır;

Gerçekten, geçmişten ortak zafer ve üzüntü mirası;

Gelecekte gerçekleştirilecek aynı program;

Birlikte sevinmiş olmak, birlikte aynı ümitleri beslemiş olmak.

Bunlar elbette bugünün çağdaş zihniyetinde diğer her türlü koşulların üstünde anlam ve kapsam alır.

Bir millet oluştuktan sonra bireylerin devlet hayatında, iktisadi ve fikri hayatta ortaklaşa çalışması sayesinde meydana gelen milli kültürde şüphesiz milletin her bireyinin çalışma payı, katılımı, hakkı vardır. Buna göre bir kültürden insanların oluşturduğu topluma millet denir, dersek milletin en kısa tanımını yapmış oluruz” (1929).

Atatürk aynı eserin “Millet” başlıklı bölümünün başında bir genel tanım daha yapmaktadır ki o da şu şekildedir: “Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasal ve sosyal bir birliktir.”

Milletin genel tanımını özetle “ortak kültürü paylaşmak” temelinde yapan Atatürk, Türk Milletini de “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek tanımlamıştır ki bu da devletin insan unsuru bakımından yapılmış “siyasi-hukuki” bir tanımdır.

MİLLİ BİLİK RUHU

Atatürk bu genel millet ve Türk milleti tanımından başka bir de Türk milletinin oluşumunu anlatmakta ve her milletin oluşum şartları ve her milleti oluşturan, millet yapan unsurların farklılığına vurgu yapmaktadır:

“Türk milletinin kuruluşunda etkili olduğu görülen tabii ve tarihi gerçekler şunlardır: a) Siyasi varlıkta birlik, b) Dil birliği, c) Yurt birliği, d) Irk ve menşe birliği, e) Tarihi yakınlık, f) Ahlâki yakınlık. Türk milletinin teşekkülünde mevcut olan bu şartlar, diğer milletlerde hepsi birden yok gibidir. Daha umumi bir tarif yapabilmek için diyelim ki; bir topluma millet diyebilmek için bu şartlar, aynı zamanda bütün olarak veya kısmen, bir arada bulunmak lazımdır. Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında teşekkül etmemiş olduklarına göre Türk milletinde yaptığımız gibi, diğer bir millet ayrı olarak mütalaâ edilmedikçe, milliyet fikrini umumi ve ilmi olarak tarif etmek güçtür.”

Atatürk’ün yaptığı yukarıdaki tanımlarda ve devletin anayasal sistemi içinde açıkça belirtildiği gibi “Türk Milleti” kavramı, subjektif unsurlara dayanan, günümüzde Amerikan sosyolojisinin de benimsediği “etnik grup” tanımı ile aynı olan bir derinlikte ele alınmıştır. Yani Türk milleti sosyolojik olarak “ortak yaşanan tarih içinde birlikte yaratılan ortak kültürü paylaşan insan topluluğu”dur. Bu anlamda bakıldığı zaman, farklı menşelerden gelse ve farklı alt grup isimleri ile anılsa bile Türkiye’de yaşayan Kürtler, Çerkezler, Abhazlar, Boşnaklar, Gürcüler vs. ayrı ayrı “milletler” değil; Türk milletinin birer parçasıdırlar.

Nitekim Atatürk bu konuda şunları söylemiştir: “Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, -birkaç, düşman âleti mürteci, beyinsizden başka - hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.” “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”

Atatürk yine, 1 Mart 1922’de TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmada Misak-ı Milli’ye de atıf yaparak, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir:

“Efendiler; Türkiye halkı, ırk, din ve kültür yönünden tek vücut, birbirlerine karşı karşılıklı saygı ve özveri dolu duyguları taşıyan ve yazgısı ile çıkarları aynı olan bir topluluktur. Bu toplulukta ırk haklarına, sosyal haklara ve çevre şartlarına uymak, iç politikamızın önemli noktalarındandır. İç yönetimimizde bu önemli noktanın, halk yönetiminin geniş anlamda uygun bulunan en yüksek düzeye çıkarılması, politikamızın gereklerindendir.

Ancak dış düşmanlara karşı sonsuza dek birlik ve dayanışma içinde bulunmak zorunluluğu vardır…”

Atatürk’ün siyasi-hukuki “Türk Milleti” kavramı, Lozan Hukukuna göre Türkiye’de “Gayrimüslim azınlık” statüsünde bulunan Hristiyan ve Musevi vatandaşlarımızı da kapsar. 1 Kasım 1922’de Lozan Antlaşması henüz imzalanmadan yaklaşık bir yıl önce “azınlık” durumundaki Hristiyan vatandaşlarımızla ilgili olarak şunları söylemiştir:

“(…) Türkiye halkı içinde bulunup, azınlık durumunda olan Hıristiyan unsurların haklarının, dünyanın en medeni ülkeleri içinde yaşayan azınlıklara da verilmesi, İtilaf devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan anlaşma hükümlerinde yer alması nedeni ile diğer yabancı ülkelere sığınan Müslüman halkın da aynı haklardan yararlanmasının sağlanmış olması en içten dileğimizdir. Azınlıklarla birlikte bütün halkın varlık ve mutluluğunun ve kanunların verdiği her türlü hak dokunulmazlığının sağlanması ve memlekette kanun hâkimiyetinin kurulması iç yönetim ve politikada değişmez genel kuralımız olmuştur…”

Lozan’da oluşturulan bu konudaki statü sonrasında ise Medeni Bilgiler isimli esere el yazıları ile şunları yazmıştır:

“Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevî vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk milletine vicdanî arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, medenî Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi?”

MİLLİYETÇİLİK İLİŞKİLERİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin halen yürürlükte bulunan 1982 tarihli Anayasası’nın 66. Maddesi, “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” diyerek; “Türklük” kavramının, “kan”a, “ırk”a, “soy”a değil “vatandaşlık” esasına bağlı olduğunu belirlemiştir. Anayasa’daki bazılarının iddia ettiği gibi “ırk” veya “kan” bağını esas almamıştır. Yani Anayasadaki “Türk” kavramı bir “ırkı” değil, “vatandaşı” ifade etmektedir. Kaldı ki, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren hem Atatürk’ün yazdıkları ve konuşmaları, hem de devletin yazılı belgeleri incelendiği zaman görülmektedir ki, “Türk” ve “Türklük” kavramı “kültürel” bir kavramdır, “ırka” veya “kana dayalı” bir kavram değildir. Yani aynı kültürü paylaşan insanların tamamı “Türk” olarak, aynı “millet” olarak tanımlanmıştır. Bu sosyolojik yaklaşım, Anayasa’da da hukuki ifadesini bulmuştur.

Milliyet Duygusu (Var Olmak, Var Kalmak Azim ve İradesi)

Konunun duayeni Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal “milliyet duygusu” ve “milliyetçilik” ilişkileri konusunda şunları söylüyor:

“(…) Bugünkü sosyologlar ve hukuk tarihi ile uğraşanlar ispat etmişlerdir ki, oluşmuş bulunan insani toplulukların, milletlerin yaşayabilmelerinde, devam ve bekasında, payidar olmasında en önemli, en kuvvetli amil fertlerin mensup oldukları kütleye bağlılığı, sadakati olmuştur.

Bugünkü sosyologlar bu, fertlerin mensup oldukları topluluğa (kabileye, kavme, millete) bağlılık duygusuna “zümre şuuru”, “zümre hissi”, “consciousress of kind” veyahut “zümre zihniyeti” (group mind) ismini veriyorlar. Bu birbirine candan bağlı olan fert ve ailelerden meydana gelen kütlelerin, kavim ve milletlerin teşekkülü hayat mücadelesinden doğan zaruri ve tabii bir hadise olduğu gibi aynı zamanda insanlığın medeniyet yolunda ilerlemesinin de şartı olmuştur.

Milliyet duygusunun kaynağı ve nüvesi işte bu ilkel topluluklarda (hatta bazı camiacı hayvanlarda) dahi görülen ferdin mensup olduğu kütleye karşı duyduğu bağlılık hissidir.

YARIN: ATATÜRK’E GÖRE MİLLİ DUYGU