Ağustos ayı Türkler için büyük zaferler ile özdeşleşen bir aydır. Türk tarihinde Ağustos ayında kazanılan ilk büyük zafer, Sultan Alparslan’ın 26 Ağustos 1071’de kazandığı Malazgirt Meydan Muharebesi, son büyük zafer Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün 30 Ağustos 1922’de kazandığı Başkomutanlık Meydan Muharebesi’dir. Malazgirt Zaferi’nin üzerinden 952 yıl, Başkomutanlık Zaferi’nin üzerinden 101 yıl geçmiş olmasına rağmen her ikisinin de ortaya çıkardıkları önemli sonuçlar halen daha sıcaklıklarını devam ettirmektedirler. Malazgirt Zaferi ile Anadolu’yu Türklere yurt yapan irade Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile hiçbir yere gitmeyeceğini ve hiçbir dayatmaya boyun eğmeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir.

26 Ağustos 1071 Cuma günü Sultan Alparslan komutasındaki Büyük Selçuklu ordusu ile Romanos Diogenes idaresindeki Bizans ordusu Malazgirt Meydan Muharebesi’nde karşı karşıya geldiklerinde Türkler Bizanslılara karşı büyük bir zafer kazandılar ve Anadolu’nun kapıları kendilerine açıldı. Bunun ardından Türkmen Beyleri Anadolu’yu kısa sürede fethettiler. Sultan Alparslan’ın zaferin ardından “Size öyle bir vatan aldım ki; ebediyen sizin olacaktır.” dediği Anadolu’yu Türk yurdu kıldılar. Türkler Anadolu’yu tam manası ile yurt tutmaya başladıkları bu tarihten itibaren Avrupa ülkeleri tarafından bir tehdit unsuru olarak algılandılar. İlk zamanlardan başlayarak var olmakla birlikte emperyalizmin en üst seviyeye çıktığı dönemde, 19. yüzyılda Türklere karşı “Şark Meselesi” ya da “Doğu Sorunu” olarak kabul edilen ama temelleri 1071’e kadar dayanan bir mücadele sürecini başlattılar.  

Batılı emperyalist devletler 19. yüzyıldan itibaren Şark Meselesi çerçevesinde birinci aşamada Türkleri Avrupa içlerinde durdurmak, ikinci aşamada Balkanlardan çıkarmak, üçüncü aşamada da Anadolu’dan atmak istiyorlardı. Türkler ile bu emperyalist devletler arasındaki mücadelenin son perdesi Milli Mücadele döneminde yaşandı ve Türklerin galibiyeti ile sonuçlandı. Bu bağlamda zaferler ayı Ağustos’un son zaferi de Milli Mücadele döneminde kazanıldı. 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz Harekatı’nda Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün yönettiği Türk ordusu 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da Yunan Ordusu’na karşı büyük bir zafer elde etti. Kazanılan bu zafer tarihe Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçti. Sonucu şekliyle bu zaferle Anadolu’nun kapıları düşmana tamamen kapatıldı.

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu “Malazgirt Marşı”nda şöyle diyordu;

“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma

Gün doğmadan evvel iklim-i Rum’a

Bozkurtlar ordusu geçti hücuma…

Türk, Ulu Tanrı’nın soylu gözdesi

Malazgirt Bizans’ın Türk’e secdesi

Bu ses insanlığa Hakk’ın müjdesi…”

Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile de tarih bir kez daha tekerrür etmişti. Bunun için Dumlupınar Meydan Muharebesi ile ilgili olarak da “Meydanlar” şiirinde şu satırları yazıya dökecekti:

“Geldiği gün kutlu çağrı

Bas titresin yerin bağrı

Doğudan Batıya doğru

Bir yay gibi ger meydanı…

Bak neler var dünlerinde

Acı tatlı günlerinde

Dumlupınar önlerinde

Mehmetçikten sor meydanı”

Neticeleri itibari ile ele alındığında Başkomutanlık Meydan Muharebesi yakın dönem tarihimiz içinde dikkatli bir biçimde ele alınıp değerlendirilmelidir. Şöyle ki Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda başarılı olamayıp 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak harpten çekilmiş, özellikle mütarekenin ağır ve bağlayıcı hükümleri Osmanlı Devleti’nin savunma mekanizmasını çökerttiği gibi İtilaf Devletleri de Anadolu topraklarını işgal hareketlerine girişmişler ve başta başkent İstanbul olmak üzere Anadolu’nun birçok şehrini işgal etmişlerdi. Bu haliyle Osmanlı Devleti’ne karşı Birinci Dünya Savaşı sırasında imzaladıkları gizli antlaşmaları yürürlüğe koyarken tarihsel temellerini 1071’e kadar götürdükleri Şark Meselesi çerçevesindeki düşüncelerini de aşama aşama gerçekleştirme fırsatı bulmuşlardı. Bunu nihayetinde 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması dayatmasına kadar getireceklerdi.

Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı süreçten başlayıp Sevr Antlaşması dayatmalarının başladığı devreye kadar olan dönemde İtilaf Devletlerinin Anadolu’daki işgallerine karşı birtakım direniş hareketleri ortaya çıkarken, Müdafaa-i Hukuk ve Kuva-yı Milliye yapılanması şeklinde ortaya çıkan bu bölgesel hareketler Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkması ile tek bir merkezde toplanmaya başlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk, 9. Ordu Kıtaatı Müfettişi olarak Samsun’a çıkarken bölgenin emniyet ve asayişi açısından önemli görevleri olmakla birlikte ülkenin mevcut durumu karşısında onun düşündüğü tek çıkar yol milli hakimiyete dayalı kayıtsız şartsız tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktı. Bu yüzden Anadolu milli hareketini tek bir merkezde toplayıp bu hedefe yönlendirecekti.

19 Mayıs 1919’dan itibaren Milli Mücadele Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde tam bir özgürlük ve bağımsızlık hareketine dönüşürken 21-22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi yayınlandı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919’da Erzurum Kongresi, 4-11 Eylül 1919’da Sivas Kongresi toplandı ve bu yolda önemli kararlar alındı. Mustafa Kemal Atatürk bu süreci Milli Mücadele’de gerek iç politikada gerekse dış politikada gerçekleştirilmesi amaçlanan 28 Ocak 1920 tarihli Misak-ı Milli’nin kabulüne kadar getirdi. Anadolu milli hareketinin etkisi ile Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edilen Misak-ı Milli, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış Osmanlı Devleti’nin hangi şartlar altında İtilaf Devletleri ile bir antlaşma yapabileceğini ortaya koyması bakımından önemliydi. Buna göre, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı dönemde İtilaf Devletlerinin işgali altında olmayan bölgelerde askeri, adli, siyasi ve ekonomik her alanda tam bağımsızlık talebi ortaya konulmaktaydı.

Anadolu milli hareketini her durumda engellemeye çalışan İtilaf Devletleri, Misak-ı Milli’nin kabulü karşısında daha sert bir tavır ortaya koydular. Daha önce fiilen işgal ettikleri İstanbul’u bu defa da 16 Mart 1920’de resmen işgal ettiler. 18 Mart 1920’de Osmanlı Mebusan Meclisi daha güvenli bir tarihte toplanıncaya kadar kendisini feshetti. Durum böyle olunca o sırada Heyet-i Temsiliye Başkanı sıfatıyla Ankara’da bulunan Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mart 1920’de yayınladığı genelgede Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanacağını duyurdu. Anadolu’dan seçilip gelen milletvekillerinin yanında İstanbul’dan gelen milletvekillerinin de bu meclise katılabileceklerini açıkladı. Mustafa Kemal Atatürk’ün çağrısı ile yapılan seçimler ve gelen milletvekillerinin katılımıyla 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Başkomutanlık Meydan Muharebesi bu Meclis’in Batı Cephesi’nde bir yandan Yunanlılara diğer yandan da öteki İtilaf Devletlerine karşı kazandığı son zafer oldu.

Başkomutanlık Meydan Muharebesi bakımından geçmiş sürece bakıldığında Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da İtilaf Devletlerinin desteği ile İzmir’i işgal etmişlerdi. Bu işgaller yine onların destekleri ile genişlemiş ve 10-24 Temmuz 1921 tarihli Kütahya-Eskişehir Muharebelerinin ardından Ankara yakınlarına kadar genişlemişti. Bir ara Ankara’da Meclis’in durumun ne olacağı konuşulmuş Kayseri’ye nakledilmesi dahi düşünülmüştü. Ancak sonunda Ankara’da kalınması ve her ne şart altında olursa olsun buranın savunulması konusunda mutabık kalındı. 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Atatürk Başkomutan seçildi. Başkomutan seçildiğinde ordunun ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla halkın yardımına başvurmak üzere 7 Ağustos 1921’de Tekalif-i Milliye Emirleri’ni yayınladı. Bunun ardından Türk ve Yunan kuvvetleri arasında 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında cereyan eden dirilişin destanı Sakarya Meydan Muharebesi ile Yunan orduları durduruldu ve geri atıldı. Bu Başkomutanla yeni bir zafer geldi.

Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Batı Cephesi’nde Yunan birlikleri savunma durumuna geçerlerken artık taarruz inisiyatifi Türklere geçmişti. Bir taraf saldırı diğer taraf savunma hazırlığı yapıyordu. Bu arada İtilaf Devletleri ilk önce 22 Mart ardından da 26 Mart 1922’de Türk ve Yunan taraflarına birer mütareke ve ateşkes teklifinde bulundular. Yunan tarafı bu tekliflerin her ikisini de kabul etse de Türk tarafı Trakya da dahil işgal altındaki bütün Türk toprakları boşaltılmadıkça bu teklifi kabul etmedi. Çaresizlik içindeki Yunan tarafı panik ve şaşkınlık halinde İzmir’de bir İyonya Hükümeti kurdu. Türk ordusu bütün hazırlıklarını tamamladığında Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği emirle 26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabah saat 05.30’da Afyonkarahisar Kocatepe’de Türk topçusunun ateşiyle Büyük Taarruz Harekatı başladı. Birkaç saat içerisinde Yunan savunma hatları ele geçirildi ve düşman kuvvetleri geri çekilmeye başladılar.

Büyük Taarruz Harekatı başladığında geri çekilmeye başlayan düşman kuvvetleri 30 Ağustos’ta Aslıhanlar civarında kuşatıldılar. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat yönettiği Dumlupınar Meydan muharebesinde düşman çoğunlukla imha edildi ve çok sayıda Yunan askeri esir alındı. Kısa süre sonra da Yunan orduları Başkomutanı General Trikopis esir edildi. Böylece Yunan ordusu beş günlük gibi bir süre içerisinde tamamen bozulup dağıldı. Bunun ardından Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk 1 Eylül 1922’de “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini verdi. 9 Eylül 1922’de Türk birlikleri İzmir’e girdiler ve ertesi gün de Mustafa Kemal Atatürk karargahını İzmir’e taşıdı. 18 Eylül 1922’ye kadar süren harekatta Anadolu cihetindeki bütün Yunan kuvvetleri Türk topraklarından atıldılar. Burada genel durum açısından bakılacak olursa kazanılan zaferle Türk toprakları tamamen işgal kuvvetlerinden temizlendiler.

Büyük Taarruz Harekatı sonrasında imzalanan 11 Ekim 1922 tarihli Mudanya Mütarekesi ile Yunan işgali altındaki Doğu Trakya, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile de İtilaf Devletlerinin işgali altındaki İstanbul ve Boğazlar bölgesi kurtuldu. Ortaya Cumhuriyetin ilanı ile neticelenen muhteşem bir sonuç çıktı. Büyük Taarruz Harekatı’nın yıldönümünde 30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’da Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün katılımıyla ilk kutlama yapılırken bizzat kendisi bu konuda şöyle diyecekti: “Milli tarihimiz, çok büyük ve parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı kadar kesin sonuçlu ve yalnız bizim tarihimize değil bütün cihan tarihine yön vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Hiç kuşku edilmemelidir ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, sonsuza giden yaşamı burada taçlandırıldı.”

Milli Mücadele baştan sona değerlendirilecek, özelde de Büyük Taarruz Harekatı ele alınacak olursa Türk askerinin başarılı bir komutanın emrinde vatan savunmasında neleri yapmaya muktedir olduğu rahatlıkla görülür. Bu zafer Türk’ün esir edilemeyeceğini bir kez daha dünyaya göstermesi bakımından da anlamlıdır. Tarih değişse de değişmeyen tek şey Türk’ün fıtratıdır. Liderimiz Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi’nin de ifade ettiği gibi “Büyük Taarruz’un ilham ve irade kaynağı Malazgirt Zaferi’nin ruh kökünde saklıdır.” Bundan dolayı Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Beyefendi yine şöyle demektedir: “Bizim nazarımızda Malazgirt Zaferi ile Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Zaferi aynı kanın aynı damarda, sadece farklı tarihlerde akışından başka bir manaya gelmeyecektir.”

Büyük Taarruz Harekatı bundan 101 yıl evvel sınırlarımızda düşmana müsamaha göstermeyeceğimizin delili olmuştur. Bugün aynı ruhu taşıyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milleti Mavi Vatan ve Serhat Vatan Kıbrıs’ta düşmana aman vermeme kararlılığına sahiptir. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Bu vesile ile başta Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün silah arkadaşlarını, vatan ve millet uğruna canlarını feda eden aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.