Aynı günlerde, biri Suriye’de diğeri Avustralya’da gerçekleşen saldırılar bana oldukça şüpheli geldi.
Suriye’de bir pusuda iki ABD askeri ile bir sivilin öldürülmesi ve Avustralya’nın Sidney kentindeki bir plajda, Yahudi topluluğunun Hanuka Bayramı’nın (Işıklar Bayramı) ilk gününü kutlamak için organize ettiği halka açık bir etkinliğe yönelik silahlı saldırıda 15 kişinin hayatını kaybetmesi; aralarında iki polis ve bir çocuğun da bulunduğu 38 kişinin yaralanması…
“Şüphen ne?” diyecek olursanız; ABD ve İsrail’in, kendi kanlı politikalarını meşrulaştırmak için dünyanın farklı bölgelerinde ters algı oluşturacak eylemler yapma pervasızlığı ve şeytanlığıdır.
ABD ve İsrail’in Suriye’de terör örgütü YPG’ye (SDG) duyduğu büyük ihtiyaç ve bu terör yapısını IŞİD üzerinden meşrulaştırma çabaları sürerken, “Suriye’deki son saldırıyı IŞİD yaptı” propagandasının hızla devreye sokulması ve Trump’ın hemen, “Bu, Suriye’nin tam olarak kontrol edemedikleri çok tehlikeli bir bölgesinde ABD ve Suriye’ye yönelik bir IŞİD saldırısıydı.” açıklamasını yapması, aslında neyin hedeflendiğini açıkça işaret etmektedir. Hele bir de Trump’ın arşivlerde duran, “IŞİD, Başkan Obama’yı onurlandırıyor. O, IŞİD’in kurucusudur. O, IŞİD’i kurdu. Ortak kurucu olarak da Hillary Clinton’ı söylerim.” sözleri ortadayken, şüphelenmeyecek kim vardır?
İsrail’in Gazze’deki soykırım nedeniyle dünyada bir nefret figürüne dönüştüğü bir dönemde, Avustralya’daki Yahudi topluluğunun düzenlediği Hanuka Bayramı programına yapılan bu kanlı saldırıyı da kendi vahşetini meşrulaştırmak için kullanacağı açıktır. Saldırıyı düzenleyenlerin baba-oğul Pakistanlı olduğu; oğlun ise Avustralya doğumlu olduğu açıklanmıştır. Avustralya’daki saldırıdan hemen sonra ateşkes anlaşması kabul edilmiş olmasına rağmen, İsrail’in Gazze’yi bombalamaya başlaması da dikkat çekicidir.
ABD tarihindeki 11 Eylül saldırıları gibi, İsrail’e yönelik 7 Ekim saldırıları da şüpheli ve şaibelidir. Çünkü her iki saldırı da ABD ve İsrail’in Orta Doğu’da yapmak istediklerini meşrulaştırmış ve dünya genelinde kendilerine geniş bir destek alanı açmıştır.
ABD ve İsrail’in güçlü istihbarat ağı ve güvenlik önlemleri, ne 11 Eylül saldırılarına ne de 7 Ekim saldırılarına normal şartlarda imkân tanırdı. Ancak her ikisine de “kontrollü gerginlik stratejisi” kapsamında yol verildiği görülmektedir. Hamas’ın 7 Ekim saldırısında sivillere yönelik şiddetin, bizzat İsrail’in emniyet güçleri tarafından kendi silahlarıyla büyütüldüğüne dair İsrail içinden polislerin ve medyanın ifadeleri kamuoyuna yansımıştır. Uçan kuşun geçemediği İsrail hava sahasından yamaç paraşütleriyle geçen Hamas mensuplarına neden göz yumulduğu iyi anlaşılmalıdır. 11 Eylül’de kaçırılan uçakların terör saldırılarında kullanılması da benzer bir stratejiyi ortaya koymaktadır.
ABD ve İsrail, işgallerini ve saldırılarını meşrulaştırmak için kendi yol verdikleri 11 Eylül ve 7 Ekim tarihlerinin yarattığı atmosferi büyük ölçüde istismar etmiştir. Suriye’deki ve Avustralya’daki son saldırıların da anında, kendi kanlı politikaları doğrultusunda nasıl şekillendirildiğini görmek mümkündür. ABD-İsrail emperyalizm çarkını döndürebilmek için hem kendi insanlarını hem de masumları feda edebilir. Bu nedenle atılan her adıma dikkatle bakmak şarttır.
“Terörsüz Türkiye” projesinin atmosferinde ABD-İsrail ikilisine karşı bölgedeki tüm ülkelerde dikkat etmelidir.