ABD ve İsrail ikilisi, dünyayı sürekli kanlı bir gerilim sarmalına sürüklemektedir. Bu gerilim; kaosu, istikrarsızlığı ve savaşları körükleyerek küresel barış ve huzuru her daim tehdit etmektedir. Ortadoğu başta olmak üzere pek çok coğrafyada yaşanan acıların, yıkımların ve ölümlerin ardında, doğrudan ya da dolaylı olarak bu iki ülkenin izleri açıkça görülmektedir.
Ne yazık ki bu tablo, yalnızca bugünün değil on yıllardır süregelen kanlı bir düzenin ürünüdür. ABD ve İsrail, dünya siyasetine yön verirken çoğu zaman insan haklarını, uluslararası hukuku ve barışı hiçe sayarak hareket etmiş; iş birlikçileriyle birlikte sayısız kanlı senaryonun hem yazarı hem de yapımcısı olmuştur.
Bugün Gazze’de, Lübnan’da, Yemen’de ve Suriye’de yaşanan kanlı manzaralar; sivillere yönelik saldırılar ve savaşın genişletilmesi amacıyla İran’a yöneltilen son tehditler, bu karanlık politikanın güncel tezahürleridir. Acı, yıkım ve ölüm üzerine kurgulanan bu stratejiler, dünyaya huzur ikliminin gelmesini sürekli engellemektedir.
Ancak tarih her zaman göstermiştir ki zulüm hiçbir zaman ebedî değildir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin veciz ifadesiyle:
“Ey zulümle kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.”
Gün gelecek, zulmün sahipleri kendi kazdıkları kuyulara düşecek; dünyayı istikrarsızlığa sürükleyenler, kendi kurdukları karanlık düzenin enkazı altında kalacaktır.
Gazze’de yıllardır süren kuşatma ve binlerce masum çocuğun ölümüne sebep olan İsrail’in, İran’ın misilleme saldırısı karşısında “İsrailli siviller İran rejiminin hedefi altında. Dünya buna sessiz kalamaz.” açıklaması bu manada çok ibretliktir. Bu söylem, yalnızca çarpıcı bir ikiyüzlülüğün değil, aynı zamanda yıllardır sürdürdükleri sistematik zulmü perdeleme çabasının da dışavurumu ve en ufak zoru görünce gösterdiği âciz korku refleksidir.
Sivilleri, hastaneleri, okulları bilinçli şekilde hedef alarak sayısız suça imza atan, “Öldürmek için bebek arıyoruz.” diyen bir terör devletinin, sivillik kavramını sadece kendine hak görmesi sadece bir alçaklık mahsulüdür. Bu tutum, aynı zamanda karakter düzeyinde nasıl bir çürümenin yaşandığını da gözler önüne sermektedir.
İran saldırıları başladığında, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun uçağının Yunanistan’a kaçtığına dair çıkan iddialar ve görüntüler ise, kamuoyunda şu düşündürücü benzetmeyi akıllara getirmiştir:
– Köpeğe sormuşlar:
– Neden bu kadar çok havlıyorsun?
– Cesaretimden.
– Peki, neden sürekli arkanı kolluyorsun?
– Korkumdan.
Dünyanın dört bir yanına savaş, istikrarsızlık ve kaos ihraç eden küresel düzenin baş mimarı olan ABD’nin akıbeti de İsrail’den farklı olmayacaktır. Kurduğu zulüm çarkı bir gün tersine dönecek; kendi elleriyle beslediği krizler, içinden patlak veren bir yangın gibi onu da sarıp yutacaktır. Zira emperyalizmin en büyük zafiyeti, çöküşünü kendi içinden büyüten çürümedir. Boşa dememişler: Ağacın kurdu içinde olur.
Son yıllarda ABD’nin kendi eyaletlerinde yaşanan iç karışıklıklar, bu çürümenin açık göstergeleridir. Özellikle Los Angeles’ta son dönemde yaşanan çatışmalar, sadece sosyal bir krizin değil, çökmekte olan bir yapının işaret fişeği gibidir.
2017 yılında MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Mesela Kaliforniya’nın içten içe büyüyen, devamlı zemin tutan ayrılma talepleri iyice somutlaşır, gün yüzüne çıkarsa ABD ne yapacaktır?” ve “Bölgemizde fitneye mihmandarlık yapan ABD, gelecekte kendi eyaletlerinde baş gösterebilecek bağımsızlık arayışına ne diyecektir?” şeklindeki uyarıları, adeta ABD’nin kaçınılmaz akıbetine işaret etmektedir.
Sayın Devlet Bahçeli’nin o günkü sözleri, bugün yaşanan gelişmeler ışığında yeniden okunmalı ve değerlendirilmelidir. Zira yıllardır başka coğrafyalarda bölücülüğü teşvik eden, iç savaşları körükleyen ABD, şimdi benzer tehditlerle kendi içindeki yüzleşmenin eşiğindedir. Bu da gösteriyor ki emperyalist politikaların bedeli bir gün mutlaka ödenir ya dışarıda ya da içeride…
Elbet bir gün ABD ve İsrail “Zulüm ile âbâd (mâmur) olanın âkıbeti berbât olur.” sözüyle yüzleşecektir.